Savaş Kılıç

Savaş Kılıç

'Tensipleriyle' (Saygı Çoğulu)

Kullanımın kaynağı, tahmin edileceği üzere, eski saray dili. Nitekim kalıplaşmış aristokratik saygı hitaplarında hâlâ yaşıyor: haşmetmeapları, ekselansları, zatıalileri, hazretleri…

Victor Klemperer’in Üçüncü Reich’ın Dili (Türkçesi LTI: Nasyonal Sosyalizmin Dili) adlı kitabı Tanıl Bora tarafından Türkçeye çevrilmişti. Klemperer Nazi Almanyası’nda mahsur kalmış Yahudi bir filologdu, esaret günlerinde maruz kaldığı Nazi propagandasının dil ve üslubu üstüne koca bir günlük tutmuştu. Bu nefis kitabın "ince gören" nice notlarından özellikle aklımda kalmış ikisini örnek verebilirim: ironik tırnak işareti kullanımı, örneğin Yahudilerden söz ederken insan kelimesinin tırnak içine alınması; ve Nazi propagandasının/psikolojisinin en’li sıfatlara düşkünlüğü: her şeyin "en" büyüğünü, "en" güçlüsünü, "en" hızlısını merak eden bir çocuk iştahıyla (ama o kadar masum olmayan niyetlerle) sözlerine boca ettikleri üstünlük merakı.  

Klemperer’in yaptığını kendi dillerinde yapmak isteyenler de oldu. Örneğin Fransızca için Eric Hazan’ın Beşinci Cumhuriyet’in Dili diye çevirebileceğimiz LQR’si. Hazan dilci değil, yine de Fransız dilinin 1990’lardan itibaren geçirdiği anlamsal değişimleri dikkatle saptayıp analiz etmiş kitabında. Kapitalizme teslimiyetin dildeki izlerinin yanı sıra aklımda kalan önemli notlardan biri, siyaset dilinin dünyanın başka yerlerinde de pek meyilli olduğu örtmece (eski adıyla, hüsnütabir) ile ilgiliydi: Örneğin birinin, yoksul ya da fakir yerine "mütevazi" (evet i ile, belki buna da değinirim bir ara) bir ailenin ferdi olduğunu söylemeyi tercih etmeler.        

Tanıl Bora çevirdiği Klemperer’i Türkçede bir de yazarak tekrarlamak istemişti (Zamanın Kelimeleri: Yeni Türkiye’nin Siyasi Dili). AKP döneminin dilini, özellikle sözcüklerini mercek altına almış, anlam ve söyleyişteki değişimin kaydını tutmaya çalışmıştı. Ama siyasetbilimci olduğu için terazide dil analizinden ziyade siyaset analizi kefesi ağır basmış haliyle. Yeni Türkiye’de siyasi dilin gramerinde ne gibi ekler var diye sorarak Bora’nın kitabına küçük bir zeyl yapmayı deneyebiliriz bu yazıda.

Özellikle "cumhurbaşkanlığı sistemi"ne (ki bu ifade de bir örtmece değil mi?) geçildikten sonra kullanımı artan bir saygı çoğulundan söz edebiliriz. Sözgelimi bakanlardan biri "Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın tensipleriyle…" diye başlayan bir tweet atmış. Tensip, Arapça kökenli nispet ve münasebet kelimeleriyle akraba olan ve "uygun bulma, olur verme" anlamına gelen bir kelime. Kubbealtı Lugati’ne bakılırsa da Osmanlı Türkçesine özgü bir türetim (yani Arapçada bu şekliyle, bu anlamıyla kullanılmıyormuş). AKP’li siyasilerin dilinde "eski" kelimelerin yeni bir hayat buldukları hepimizin malumu. Ama dirilen sadece kelimeler değil, bu örnekte olduğu gibi bir çoğul kullanımı da "neşvünema" bulmuş.

Kullanımın kaynağı, tahmin edileceği üzere, eski saray dili. Nitekim kalıplaşmış aristokratik saygı hitaplarında hâlâ yaşıyor: haşmetmeapları, ekselansları, zatıalileri, hazretleri… Gerisinde de bir nevi tabu var: Kulun sultana "siz" diye hitap etmeye hakkı yoktur, payı olsa olsa üçüncü çoğul şahısla, "onlar" diye söz etmektir, çünkü söz düzeyinde bile olsa onunla aynı düzleme yerleşmeye hakkı yoktur.

Feodal toplumun efendi - köle odaklı dünya tasavvurunun seçkinlerin dilinde buna benzer tezahürleri çoktu. Konuşan/yazan kişi muhatabına saygısını ifade etmek için kendini köle yerine koyardı; kendinden söz ederken "ben" değil "bendeniz" –yani "köleniz" (ama biz bugün ben zamirinin bir biçimiymiş gibi kullanıyoruz)– yahut "âciz", "fakir" ya da "fakir-i hakir" gibi tabirler kullanır, hatta bunlara 3. çoğul iyelik eki getirirdi, karşısındakine de "sultanım", "efendim" (ki bugün de kullanıyoruz) ya da "efendimiz" diye hitap ederdi. Kızından, eşinden söz açacak olursa "cariyeniz" demesi de âdettendi.

Bir örnek. Ahmet Midhat yeni yeni tanıdığı Muallim Naci’nin Sakız adasındaki görevinden İstanbul’a dönüp dönmediğini mektupla sormuş ve görüşmek istediğini belirtmiş, Naci’nin cevabından eski söyleyişi iyi yansıtan yerleri seçmeye çalıştım:

Hakîm-i kerîm [yüce bilge] Ahmet Midhat Efendi Hazretlerine,

İlk iltifatname-i hikmet-penahilerini almakla teşerrüf ettiğim [bilgeliklerle dolu ilk mektubunuzu almakla onurlandığım] zaman, efendimizce beğenilmeyeceği muhakkak olduğu halde bende-i laubalilerince hoşluğu musaddık bulunan bir köşede neşve-cuyane oturmuş idim [sizin beğenmeyeceğiniz kesin olduğu halde yılışık köleniz olan benim hoş olduğunu onayladığım meyhanede oturmuş içiyordum].  

Âcizleri gibi meknûn [benim gibi gözlerden ırak] olmak derecesine gelmiş bir adamın namına böyle âli bir iltifatnâme yazmak, hususiyle İstanbul’a gelip gelmediğimi anlamak için ta Sakız’a müracaat etmek zat-i ulvileri için büyük bir tenezzüldür. (…) İkametgâhım muhibb-i gariblerinden başka bir misafiri daha barındırabilecek bir halde bulunsaydı kudûm-i âlilerinden iktisab-i şeref arzusuna düşebilirdim [evim, size dostluk hisleri besleyen yoksul sahibi dışında bir konuğu barındırabilecek durumda olsaydı gelmenizden onur duyma hevesine kapılabilirdim]. Fakat ona da müsait değil. (…) Temin-i ubudiyet-i hâlise ile hatm-i kelam ederim [sözlerimi kulluğum konusunda sizi içtenlikle temin ederek bitiriyorum]. Her halde irade efendimiz hazretlerinindir [takdir sizin].

Bu feodal dil alışkanlıklarının çoğu, geçtiğimiz 150 yıl içinde bir şekilde yok olup gitmişken, saygı amacıyla kullanılan 3. çoğul şahıs çekimi bürokrasinin ağzında ve devlet televizyonunda bir ölçüde yaşıyordu. Galiba TRT’de özellikle önce "devlet" ardından da "cumhur" başkanı olmuş zat için kullanıldığı olurdu: "Sayın Cumhurbaşkanı teşrif ettiler" falan denirdi. Kullanılırdı kullanılmasına da, bu kadar yaygın değildi sanki.

İktidara yaklaştıkça konuşanların daha çok başvurduğu bir söyleyiş biçimi bu herhalde. Bugün söz konusu kişiyi söylem içinde biricikleştirdiğini söyleyebiliriz (ironisiz şekilde ancak çok az kişi kullanılabilir). Bu da dilbilgisine meraklı olanlar için ilginç bir nokta. Gramere salt mantık açısından bakılırsa çoğulun biricikleştirmesi en azından çelişkili bir durumdur. Ama dilin –gramer kitapları kapsasın kapsamasın– böyle bir retorik boyutu her zaman vardır. Türkçenin bu tür bir siyasal-dilsel kısa tarihi yazılsa ne güzel olur: Kimlere, hangi şahıslara "onlar" denebiliyordu, demek gerekiyordu? Kimler için kullanılması akıldan asla geçmezdi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Savaş Kılıç Arşivi