Koray Düzgören

Koray Düzgören

Teröristlerle haşır neşir bir ülke terörizmden yakınırsa...

Kim Türkiye’nin cihatçı terör örgütleriyle iç içe oluşuna bakıp da iktidarın terörizmden yakınmasını samimi bulur? Ve kim ciddiye alır Ankara’nın BM’yi ve İsviçre’yi kınamasını?

Türkiye geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler’i Suriye Kürtleri’nin askerî örgütü olan YPG ile, ‘Çocukların Silahlı Çatışmalara Katılımını Yasaklayan Sözleşme’yi imzaladığı için sert bir şekilde eleştirdi.

Teröristlerle (Sadece Türkiye’nin YPG’yi terörist kabul ettiğini hatırlatalım) amacı ne olursa olsun, herhangi bir şekilde biraraya gelinemeyeceğini, BM’nin bu anlaşmayla teröristlerin meşruiyet kazanma çabalarına destek olduğunu ileri sürerek, bazı diplomatik girişimlerde bulunuldu.     

Birleşmiş Milletler protesto edildi.

BM Genel Sekreteri ile görüşüldüğü, ona ‘terör örgütü’ YPG’nin BM belgesine imza atan temsilcisi ile ilgili bazı fotograflar iletildiği açıklandı.

Fotoğraflarda YPG temsilcisi komutan, bölgedeki ABD askerî yetkililer ile birlikte görülüyordu.

Aynı komutanın ABD öncülüğündeki Suriye Koalisyonu’nun diğer yetkilileri ile de değişik zamanlarda görüştüğünü belgeleyen birçok görsel malzemenin internet ortamında dolaştığı biliniyor.

AKP iktidarıyla birlikte görevi, uluslararası ilişkilerde iktidarın işine gelmeyen konularda kınama ve protesto notaları vermekle sınırlandırılan Dışişleri Bakanlığı bununla da yetinmedi.

YPG temsilcisinin, sözleşmeyi imzalamak üzere Cenevre’ye gidişi için vize veren İsviçre hükümeti de protesto edildi.

Birkaç ay önce aynı dışişleri ile dış politikanın esas belirleyicisi ve karar vericisi olan Saray, YPG temsilcileri ile görüşen Fransa Devlet Başkanı Macron’u da kınamış ve teessüflerini beyan etmişti!

YPG temsilcilerinin dış temasları bu kadarla sınırlı değil.

Çok uzak olmayan bir geçmişte ABD’ye de gidip Dışişleri ve Savunma Bakanlığı’nın bazı yetkilileri ile çeşitli görüşmeler yapmışlardı.

Ankara’daki ikili mekanizma (iki dışişleri) o tarihlerde de otomatik olarak çalışmış. O sırada Saray’ın Trump ve ABD’ye ilişkin beklentileri doğrultusunda münasip tepkiler ifade edilmişti!

TEPKİLER, PROTESTOLAR, NOTALAR NEYE YARADI?

Tepkiler ifade edilmiş, protestolar verilmiş, elçiler dışişlerine çağrılmış, hatta duruma ve zamana göre sert açıklamalar yapılmış ve sonra neler olmuş?

Türkiye’nin bu kararlı tavrı üzerine muhatapları ne yapmış ve yapıyor?

Almanya’nın Türkiye’ye hoş görünmek amacıyla PKK örgütlenmesine yönelik aldığı bazı kararlar, yasaklamalar dışında ne değişti?

Türkiye YPG’nin terör örgütü olduğunu hangi ülkeye kabul ettirebildi?

AKP-MHP-Devlet Koalisyonu bunu, son dönemde can ciğer olduğu, uğruna neredeyse Batı ile ilişikilerini kopartmayı göze aldığı Rusya’ya bile kabul ettiremedi. Üstelik Rusya PKK’yi de terör örgütü saymıyor!

Türkiye YPG konusunda ABD’ye yönelttiği eleştirilerin yüzde birini dahi Rusya’ya söyleyemedi. Söylemeye cesaret edemedi!

Başta Batı’nın büyük devletleri ve ABD olmak üzere uluslararası camia YPG’yi terör örgütü olarak değil, Suriye’de IŞİD terör örgütünü yenen ve şimdilik Avrupa ve hatta dünyaya nefes aldıran bir örgüt olarak kabul ediyor.

YPG ve bağlı olduğu Kürtlerin siyasi örgütü PYD ile Kuzey Suriye halklarının, topluluklarının çatı örgütü olan Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) resmen tanımasa da kabul ediyor ve bu örgütlerle çeşitli ilişkilere giriyor.

Bu ilişkiler bu örgüt ve yapılara ister istemez meşruiyet kazandırıyor.

Türkiye ne yaparsa yapsın bu ilişkilerin ve meşruiyetin sınırları genişliyor.

Bunun nedeni sadece Türkiye’nin Suriye Kürtlerine karşı yürüttüğü ayrımcı, ırkçı  politika, haksız talepler ve kirli savaş değil kuşkusuz.

Hatta Kürtlerin örgütlenme yetenekleri ve canları pahasına kazandıkları başarılar da değil.

Bu faktörler tabii ki çok önemli ama bu gidişatın başka önemli bir nedeni daha var.

TÜRKİYE TERÖR ÖRGÜTLERİYLE YAN YANA, İÇ İÇE

Ülkeyi hayalci ihtirasları uğruna yanlış kararlarla Suriye bataklığına sokanlar, savaşın başından bu yana çeşit çeşit cihatçı terör örgütleriyle yan yana, içiçe karanlık ve kirli bir savaşı yürütüyorlar.

Türkiye 8 yıldır zaten kıt olan kaynaklarının  önemli bir bölümünü Suriye’deki savaşa akıtıyor. Yaşadığımız ekonomik krizin nedenleri arasında Suriye savaşının da önemli bir payı var.

İktidar buna rağmen muhalif adı altında cihatçı terör örgütlerine her türlü desteği veriyor.

Savaşın başında Suriye’ye CIA ile işbirliği yapılarak  Libya’dan cihatçı ve silah taşıyan Türkiye, daha sonra ABD’nin çekilmesine rağmen başta IŞİD olmak üzere bu cihatçı örgütlerle ilişkisini ve hatta bu örgütlerin bir kısmını yönetmeyi sürdürdü.

Türkiye’nin bu örgütlere para ve silah olmak üzere her türlü desteği verdiğini cümle alem biliyor. Hatta Rusya, savaş uçağının düşürüldüğü sırada Türkiye’nin IŞİD’in illegal petrol ticaretindeki rolüne ilişkin belge ve bilgileri toparlayarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne sunmuştu.

Tabii Türkiye’nin özür dileyerek biat etmesi üzerine bu dosyaların şimdilik rafa kaldırıldığını biliyoruz.

Lafı uzatmaya niyetim yok.

Bu konuda arşivlerde ve sosyal medyada inanılmayacak kadar çok bilgi, belge, iddia, görsel malzeme, açıklama, itiraf vb. mevcut.

Hatta devlet yetkililerinin bu örgütlerle nasıl bir ilişki içine olunduğuna dair açıklamaları var.

"Putin rica etti, El Kaide’ye söyledik, Halep’i terkedecekler" diyen bizzat Erdoğan değil mi?

İktidar sözcülerinin ve yazarlarının açıklamalarından Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) dedikleri cihatçı çetelerin maaşa bağlanıp Silahlı Kuvvetler kadrosuna alındıkları ve bu güçlerin Azez’de, Cerabulus’ta, Afrin’de ve İdlib’te kullanıldıklarıni oğreniyoruz.

Bu konuda son dönemdeki en ciddi iddia, bir IŞİD yöneticisinin MİT’le, devlet yetkilileriyle giriştiği görüşmeler, pazarlıklar ve alışverişler hakkında yaptığı açıklamalar oldu.

Bu konuda 20 Mart 2019 tarihli yazıma bakabilirsiniz.

Gelinen noktada İdlib’teki gelişmeler çok öğretici oluyor. Türkiye’yi yönetenlerin İdlib’e hâkim olan cihatçı örgütlerle ilişkilerini bizzat Rus yetkililer dile getirmekten çekinmiyor.

Daha geçenlerde Putin, "Türkiye İdlib’teki terörist çetelere hâkim olmak yükümlülüğünü yerine getirmeli" demedi mi?

Bunlar da yetmediyse Libya’da süren iç savaştaki son gelişmelerde Türkiye’nin rolüne bakmalı.

İktidarın şimdi de İdlib’den çıkardığı cihatçı teröristleri silahlarıyla birlikte Libya’ya naklettiğine ilişkin iddialar batı medyasında dolaşmaya başladı. Putin de bu konuyu dile getirip dolaylı yoldan Ankara’yı uyardı.

Üstelik Türkiye’nin Trabulus’taki, adı Milli Mutabakat Hükümeti olan cihatçı koalisyonunu desteklediği ve bu yapıya silah ve insansız hava araçları (SİHA) gönderdiği de gelen haberler artasında.

SİHA meselesini yetkililer de doğruladı. İktidar, Suriye’den sonra Libya’daki kirli savaşa bulaşmanın peşinde, tehlikeli bir maceranın eşiğinde.    

Bunlar sadece bizim öğrendiğimiz bilgiler, haberler değil.

Tüm dünya izliyor bu gelişmeleri.

Bu durumda şimdi kim, Türkiye’nin cihatçı terör örgütleri ve teröristlerle bu kadar içli dışlı, hatta iç içe oluşuna bakıp da iktidarın terörizmden yakınmasını samimi bulur?

Kim ciddiye alır Ankara’nın BM’yi ve İsviçre’yi kınamasını ve terör destekçiliği ile suçlamasını?

AKP-MHP-Devlet koalisyonu her önüne geleni terörle, terörizmle suçlamadan önce kendisine bakmalı.     

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi