İnci Hekimoğlu

İnci Hekimoğlu

Tesettür…

Bugünün gerçeği;  tesettüre uygun giyinmeyen kadınların üstüne korku salınarak,  yol verilen sabıkalı, meczup ya da ‘normal’ saldırganlarla sosyal baskı yaratılmaya çalışılmasıdır.

Tartışılması, eleştirilmesi, sorgulanması yasaklı konu…

Ne zamandır dinle ilişkilendirilmiş her unsur, her olgu, her söz  dinsel bir kutsiyet atfedilerek dokunulmaz kılınıyor. 

‘Dokunulmazlar’ listesi o kadar uzadı ki bir kesim için yolsuzluk"devlet değil şirketler kaybediyor" argümanıyla, hırsızlık"ama hayır işlerinde kullanıyorlar" savunmasıyla meşrulaştırılır hale geldi.  Ahlaki erozyon, dalga dalga yayılarak  hiç bir çıkarı olmayan alt kesimleri de yozlaştırmaya başladı.

Dokunulmazlığa dini bir kılıf bulunamazsa , ikinci dereceden kutsallık atfedilen devletin dokunulmazlığı en önemli silah olarak kınından çıkıveriyor. Askeri  vesayet dönemiyle tek fark da bu.

Muhalif her sözü, her yazıyı, her demokratik protesto aracını etkisiz kılmak,  kapamak, örtmek, saklamak uymazsa cezalandırmak üzere "tesettür"e sokmaya çalışıyorlar.

 Bugünlerde yandaşların da gündemi olan dindar-dinci tartışması sınırlı bir çerçevede tutularak riskli alanlara uzamıyor olsa da rahatsızlığın toplumun  "yandaş"  kesimine sıçradığını göstermesi bakımından önemli.

Şirazeden çıkmış iktidar güçlerinin, yargısıyla, medyasıyla, milisiyle, polisiyle toplumun geniş kesimlerine yönelik zulme varan uygulamalarına karşı, vicdanını henüz tümüyle yitirmemiş, inancını, aklını, iradesini kayıtsız şartsız teslim etmemiş sesler tek tük de olsa yükselmeye başladı.

Belki  iktidar sahiplerinin destekçilerinden ve dostlarından gelen uyarılara bile tahammül edemeyecek kadar  aşırı doz güç zehirlenmesinin kendilerini bile tehdit edecek boyuta geldiğini  görmelerindendir.

"Tesettür"ü yaşamın tüm alanlarına yaymak üzere, İmam Hatip Okullarının orta ve alt sosyo-ekonomik sınıftaki aileler için tek seçenek haline getirilmesi, yüksek okul ve üniversitelerin rektör ve dekanlardan başlayarak neredeyse tüm akademisyenlerin aynı ideolojinin temsilcilerinden  seçilmesi boşuna değil.

Başörtü nedeniyle üniversiteye giremeyen gençlerin mağduriyetini kaldıraç olarak kullanıp, öncelikle kadınları ve kız çocuklarını kendi zihniyetlerine göre şekillendirmeye giriştiler.

Erdoğan, 2013 yılında Dolmabahçe’deki çalışma ofisinden gördüğü genç kadınların giysilerine yönelik tahammülsüzlüğünü dillendirirken, aslında zihninin gerisini de ifade ediyordu.

Nitekim 4 yıl sonra bugün yalnız ilkokullardaki çocuklar değil anaokulundaki bebekler bile tesettüre sokulmaya başlandı.

Hiç kimse heveslenmesin. Kimsenin kıyafetleri nedeniyle mağdur edilmesine iktidar tetikçileri gibi çanak tutuyor, alttan alta yargıyla, milislerle, meczuplarla ‘münferit’ gibi gösterip üstlerinde sosyal baskı kurulmasının propagandasını yapıyor değilim.  Zaten istesem de bunu yapacak güce sahip değilim.

Bugünün gerçeği;  tesettüre uygun giyinmeyen kadınların üstüne korku salınarak,  yol verilen sabıkalı, meczup saldırganlarla sosyal baskı yaratılmaya çalışılmasıdır.

Daha vahimi, kadınların giysileri nedeniyle saldırıya uğradığı otobüs ya da dolmuşlarda kimse müdahale etmemesi hatta iki ayrı olayda saldırının parçası olan kadınların varlığıdır.

Bu çok önemli olgu adeta gözden kaçırıldı. Oysa saldırıya uğrayanlardan biri,  minibüsten inememesi için bir kadının kolundan tutarak  saldırganın işini kolaylaştırdığını anlattı. 

Çok üzücü ki bazı kadınlar için bile tesettür "iffetli -iffetsiz kadın" ayrımının temel ölçüsü olmaya başladı. 

Tesettürün yaygınlaşmasıyla toplum gözünün açıkları yadırgamasına, zihinlerinin ve namus algısının  adım adım dönüştürülerek,  bilinçlere tesettüre uymayan, oruç tutmayan, namaz kılmayanların ahlaksız olduğu kazınmaya çalışılıyor.

Yapılmaya çalışılan tam bu. Böylece "Biz kimsenin kılığına kıyafetine karışmadık" demeye devam edebilirler.

Yasayla yapamadıklarını bildik AKP siyasetiyle, fiilen uygulamaya koyuyorlar.

AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda eklemlenmiş akademisyenlerin "başörtüsü takanların sayısı artmadı" sonuçlu çakma araştırmalarının artık hiç gündeme gelmemesi de iktidarın herhangi bir referansa ya da takiyeye ihtiyacı kalmamasından.

Toplum mühendisliği yapanlar şimdi de orta öğrenimde din ve ahlak derslerinin hem içeriğini hem de ders saatlerini değiştirmeye hazırlanıyor.  Küçücük beyinler, fen, mantık, biyoloji, edebiyat, matematik değil şerait literatürü, şeriat hukuku, şerii yaşam biçimi öğretilerek köreltilecek,  analiz-sentez yetenekleri sıfırlanarak iktidarın hazır kıtalarına dönüştürülecek.

 Artık iktidarın tornasından geçmiş bu beyinler, tıpkı Müslüman Kardeşler’in Mısır’ında olduğu gibi çarşaf ve peçeyle de yetinmez, "Çarşafı yeterince bol değil. Tacizi hak ediyorlar" diyerek ava çıkarlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, kadınların giysileri üzerine ettiği laflardan sonra, ikinci önemli haberi bir iftar yemeğinde verdi. "Her konuda başarılı olduk ama kendi  kültürümüzü yaratamadık" diye yakınan Erdoğan bu sözleri öylesine söylemedi. Belli ki sıra edebiyat ve  sanata geldi.

Evrensel değerlerle üretilen, evrensel değerlerle ölçülen edebiyat ve sanatın tüm dalları tesettür tehdidi altında; tek tip, dışa kapalı ve itaatkar.

Bilen bilir de yine de belirteyim; bir kadın olarak erkeklerin, eril devletin açık ya da kapalı kadınların giysisine, yaşam biçimine, inancına, inançsızlığına müdahale etmesine hep karşı oldum.

Başörtü  yasaklarına karşı çıkarken, başörtülü meslektaşlarımın "mesele başın kapalı olması değil beyinlerin kapalı olması"  argümanına sonuna kadar destek verdim.

Bakıyorum da, o günün ‘özgürlükçü liberal’ başörtülülerinin artık beyinleri de kapanmış ki tek bir itiraz yükselmiyor.

Ne kadınların uğradığı saldırılar, ne saldırganlar hakkında verilen yargı kararları, ne açıkça destekleyen erkek meslektaşları,  ne kadınlar ve kız çocukları üzerine verilen fetvalar, ne LGBTİ yürüyüşünün yasaklanması için tek söz ediyorlar.

Polis panzerinin altında can veren çocuklar,  ezilip öylece bırakıldıktan sonra  80 yaşındaki kız kardeşine parçaları toplatılan Kürt kadınlarının maruz bırakıldığı dehşet bile onların kılını kıpırdatmıyor.

Demek siyasal İslam yalnız bedeni değil yüreği, aklı, ilkeyi de bir örtüyle buharlaştırabiliyor.

Bütün bu deneyimlerin  güçlü bir turnusol işlevi görerek, samimi Müslümanlarla siyasal İslamcıları ayırması, kuşkusuz ileride hakkıyla değerlendirilmek üzere arşivlerde yerini alıyor.

Şu da bir başka gerçek ki, askeri vesayet  siyasal İslamcıların yetişmesini, hatta iktidara gelmesini nasıl engelleyemediyse, bu iktidarın toplum mühendisliği de başarılı olamayacak tersine karşıtını büyütecektir. 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
İnci Hekimoğlu Arşivi