İnci Hekimoğlu
Tezer Özlü 43 yıl sonra da haklı
Biz koronavirüs ile uğraşmıyoruz. Biz koronavirüs ile uğraşabilmek için ölümcül bir sistemin yarattığı engelleri bertaraf etmekle uğraşıyoruz.
Uğraşıyor muyuz, o da ayrı.
Koronavirüs dünyaya musallat olduğundan beri cezaevindekilerin tahliyesi dillendirilip durdu muhalefet tarafından değil mi?
İyi Parti HDP ile bir araya gelmemek için, CHP, HDP ile bir arada görünmemek için, HDP öncülük edemediği için dayatılan bu infaz tasarısı ile boğuşuyoruz şimdi.
Muhalefet bir araya gelip bir tasarı hazırlayıp kamuoyu oluşturamadığından engelleyemeyecekleri açık olan bir tasarı için ter döküyorlar. Meclis çoğunluğu saray rejiminin elinde madem, konu Meclis’e gelene kadar yapacakları hiçbir şey yok muydu?
Olmalı değil mi?
Türkiye’nin bütün dönüm noktalarında geç kalan ya da ‘milli birlik’ sanrısının peşine takılan muhalefetin "seçimlerde halk size ders verecek" lafları, siyasi süreçlerdeki pasifliklerinin itirafı gibi geliyor bana hep. Saray seçim yapmıyorum dese ne yapacaklar, merak ediyorum. Gelinen noktaya bakılınca seçim olup olmayacağı bile "şahsım"ın takdirine kalmış gibi.
Hukuksuzluk, adaletsizlik, kötücüllük falan ‘edebi’ birer kavram olarak kenara bırakılmalı. Hepsi şu mağduru ve tanığı olduğumuz günleri anlatmak için fazla şık kalıyor. Halen yürürlükte olana ancak takiye hukuku denebilir. Açmak gerekirse niyet hasıl olana kadar inkâra, örtmeye, gizlemeye devam.
Anayasa’da belediyelerin yetki ve sorumluluğu tanımlanmış olmasına, bağış alma ve yardım dağıtmaları yasayla düzenlenmiş olmasına rağmen yasaların üstüne çıkan tek bir kişinin kararnamesiyle bu hak kısıtlanabiliyor.
Muhalefet parti belediye başkanlarının banka hesaplarına el konuyor, aşevleri kapatılıyor, ekmek dağıtmaları engelleniyor.
Oysa 1990’lı yıllarda bile Tayyip Erdoğan RP İstanbul İl Başkanı iken başlattığı ve Belediye Başkanlığı boyunca sürdürdüğü yardım faaliyetlerini kimse engellemedi. O dönemin iktidarlarının aklına "devlet içinde devlet olmaz" demek gelmemişti.
Bir daha oy alamayacaklarını bildiklerinden çıkardıkları engellerin vatandaşta yaratacağı sonuçlar da umurlarında değil. "Açız" diyen yurttaşa "geber" demek, kaybettiğini görmenin ve anti demokratik yollara sapmanın işareti.
Nitekim infaz yasası görüşülürken CHP Milletvekili Özgür Özel’in yasadan yararlanamayacaklar arasında saydığı HDP’li İdris Baluken hakkında AKP’li milletvekilleri "ölsün" diye bağırırken infaz yasasından beklentilerini de itiraf ediyorlardı.
İdris Baluken, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak, Ayla Akat Ata, Gülser Yıldırım ve binlerce HDP’li siyaset yaptıkları için, mitinglerde konuştukları için cezaevindeler.
Ahmet Altan, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Murat Ağırel, Hülya Kılınç, Nedim Türfent, Yeni Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik ve Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser gibi adları bilinen ve adları sayılmayan Kürt gazeteciler haber yaptıkları için, avukatlar savunma hakkını kullandıkları için cezaevindeler.
FETÖ’nün bankasını kuran, milyonlarca para karşılığında tahliye oldukları AKP’lilerce dile getirilen işadamları devlet katında ağırlanırken askeri okul öğrencileri gibi emir kulları başta olmak üzere pek çok sıradan insan da cezaevinde.
Saymakla bitmez.
Onlar içerde koronaya terk edilecek, dahası yeni düzenleme yasalaşırsa çok daha ağır baskı ve sınırlamayla eziyet görecekler ama kadına ve çocuğa şiddet uygulamış, cinsel dokunulmazlık suçu işlemiş, uyuşturucu imal etmiş, uyuşturucu ticareti yapmış, soyguncu, dolandırıcı, çete reisleri, çete elemanları aramızda dolaşacak.
Tam üç yıl sonra evladının kemiklerini kargoyla yollayan ve 43 lira kargo parasını da anneden isteyen bir zihniyetin yapabileceklerini düşünmek bile istemiyorum. Ama muhalefet partileri düşünmeli.
Siyasetin Meclis’te konuşularak yapıldığı dönem çoktan geçti. Halk vekillerini kendi düşünemediklerini düşünsünler, yapamadıklarını yapsınlar diye seçiyor.
Bu ölümcül rejimde muhalefetin standart üslup, jest ve mimiklerle, klişe cümlelerle yapılan siyaseti terk edememesi; yaratıcı, insana dokunan, geleceğe ilişkin projeksiyon sunan bir siyasete geçememesi hepimizin sağlığına, hayatına mâl oluyor.
Son ölümcül örnek, bilim insanlarının, uğruna canından olan hekim ve sağlık çalışanlarının bütün emeklerinin iki günlük sokağa çıkma yasağı ile berheva edilmesi.
İçişleri Bakanı bütün eleştirileri kabul edip üstlenmiş. "Emri Seray verdi" diyecek hali yoktu tabii, "şahsım" da istifa etmeyeceğine göre… En kısa sürede uygun bir görev bulunacaktır kendisine ama "öngöremedik" lafının altını çizmek isterim.
Bir salgınla mücadelede "öngörmek" ve o öngörüye uygun önlemler almak içişleri bakanın işi değil, olamaz da.
Kariyerine Menkul Kıymetler Borsası’nda başlamış, siyasete atılana kadar ticaret yapmış biri yüzyılın en büyük salgınıyla mücadelede "öngörü"de mi bulunacaktı?
Yalnız içişleri bakanının değil hiçbir siyasinin küresel bir salgınla mücadelede öngörüde bulunma hakkı olamaz, olamamalı. O hak yalnızca bilim insanlarında olmalı. Tercihleri insandan yana olan yönetimlerde!
Ankara kulislerinden haber alabilen gazeteciler Bilim Kurulu’nun hatta Sağlık Bakanı’nın bile haberi olmadığını yazıyor, hafta sonu karantinasından.
Bilim insanları en az 15 günlük sokağa çıkma yasağı uygulanmazsa salgınla mücadelede başarısız kalınacağını söylüyor. Durum bu kadar hayati. Ama maden ocakları faaliyette, bütün fabrikalardan korona vakaları bildiriliyor, çalışma koşullarına itiraz eden işçiler dövülüyor, işten atılıyor ve korona hızla yayılmaya devam ediyor. Aynı anda ihalelere, makam arabalarına, yeni saraylara para akmaya da.
İktidarın bütün uygulamalarından çıkan tek sonuç var. İşçiler, yoksullar, muhalif siyasiler, gazeteciler, yazarlar, sivil toplum üyeleri, kadınlar, hatta AKP’li de olsa yoksullar ölebilir.
Velhasıl Tezer Özlü’nün dediği gibi "Burası bizim değil bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi." 43 yıl sonra da böyle.