Tito’nun radyosu ve şiş cevap!

Sırbistan’ın başkenti Belgrad, meşum Osmanlı mirasçısı ve NATO mağduru olarak, Balkanlarda mürdüm eriği boğma rakısı, dev çınar ağaçları ve Tuna nehri ile ayakta duruyor.

Bir toplantı vesilesiyle, bu hafta başı 3-4 gün Belgrad’da geçirdim.

Havaalanına inerken kocaman bir pano: Nikola Tesla Havalimanı. Bilim insanının adını vermişler başkentin havaalanına. Geçenlerde uçakla Kandiye’de aktarma yaparken de sevinmiştim: Nikos Kazancakis! Bir de yıllar önce yine uçakla Belfast’a inerken doksana çakılan bir gol: George Best Havaalanı! Böyle önemli alanlara, parklara, binalara bilim insanları, sanat ve spor şahsiyetlerinin adını vermek lazım. Bizde mesela ne güzel olur: Nazım Hikmet Havaalanı, Yaşar Kemal Havalimanı, Metin Oktay hatta Lefter Küçükantonyadis Havaalanı…

Geniş bir şehir, yeşil bir şehir. Bir ova üzerinde… Ve Tuna nehri (biçmiyor!) yarıyor kenti Belgrad’da.

Sokakta insanlar, bizdekine kıyasla daha rahat, daha yumuşak sanki. Ama Belgrad gazi bir şehir. Kent merkezindeki Genel Kurmay Başkanlığının ana karargahı 1999’daki Nato saldırısı sırasında bombalanmış. Yarısı yıkılmış binayı öyle muhafaza etmişler. Meclis’in bulunduğu Cumhuriyet Meydanında kocaman afiş ve pankartlar var. ’’ Nato, Türk, İngiliz, Fransız, Amerikan, Arnavutluk ve UÇK bayrakları lanetle anılıyor: 2500 masum Sırbın katilleri… Öldürülenlerin bazılarının vesikalık fotoğrafları da var. Unutmayacağız!’’.

Turist grubuyla kent içinde ve çevresinde şehir turuna çıktık. "Dört Yol’’ mahallesine geldiğimizde, Tuna kıyısında kalenin orada, rehber, "2. Mehmet kaleyi almaya çalıştı. Olmadı ama sonra Kanuni intikam aldı!’’ dedi. Osmanlı torunu Türk olunca, bazı deplasman memleketlerinde sürekli gol yiyorsun. Söylenecek pek bir şey yok, itiraz gerekçen de yok. Yalnız tabi, bunca eski nefretin bugün Batı’da Erdoğansevmezliğe hizmet ettiği de bir gerçek. Yine de Türkiye’den geldiğimizi kime söylesek Belgrad’da hiçbir olumsuz tepkiyle karşılaşmadık. Zaten, uygarlık gereği, çok az insan sordu nereli olduğumuzu. Çünkü bazen bir soru bile incitici ya da ayrıştırıcı olabiliyor.

Çok sayıda Türk’e rastgeldik yollarda. Turist. Sırbistan hem ucuz hem de vizesiz seyahat edebildiğin bir yer.

Sırp dostlarla sohbetten birkaç alıntı:

- Geçen gün çalışma odamı toplarken küçücük eski transistörlü radyomu buldum. Benim 15 yaşındaki oğlum "Aaa baba bu ne?’’ dedi. Onların kuşağı bilgisayardan başka bir şey görmedi.

- Tito’nun mirası kaldı mı buralarda?

- Komünist Parti Merkez Komitesinin binasının yerine kocaman bir AVM diktiler…

- O mu miras?

- Tito, mesela benim 16 yaşındaki kızım açısından sizin oğlanın radyosu gibi!

Sonra Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması ile eski Yugoslavya’nın parçalanması arasındaki benzerliklere geldi konu. Biri üç kıtaya yayılmış kocaman bir imparatorluk, öteki Doğu Bloku içinde Moskova’ya biraz direnebilen, bugün hala önemini koruyan özyönetim sistemi sayesinde ilginç ve değerli ama küçük bir ülke… Sırp milliyetçiliği ile neo-osmanlıcılık arasında ortaklıkları keşfettik konuşurken. Léo Ferré bir konserinde "La merde, c’est vraiement internationale" der. Efendi dille Türkçesi,"Hıyarlık gerçekten evrenseldir’’.

Belgrad ya da Sırpça nasıl olmuşsa biraz Adana! Neden mi? Eski Yogoslavya dilinde, "Kebap" nasıl deniyormuş biliyor musunuz? Cevap!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi