Ragıp Zarakolu
TİYATRO yakmanın keyfi
Birinci Devr-i Süleyman’da tanık olduğumuz iki yangın vardı. Birincisi zaten adı üstünde, Devr-i Süleyman oyununun sergilendiği Aksaray’daki tiyatronun yakılması.
Aydın Engin’in bu oyunu 1968’e damgasını vuran sanat yapıtlarından biriydi. Zaten tiyatro bu dönemde şahlanmıştı sanki.
Ama Devr-i Süleyman gişe rekorları kırmıştı. Herhalde tiyatrocu milletine turnede en fazla para kazandıran oyunlardan biri olmuştu. Aydın’ın kız kardeşi Ayten, İktisat’ta sınıf arkadaşımdı da oradan biliyorum.
Millet kırılıyordu gülmekten Çoban Sülü’ye.
Ama çobanın intikamı acı oldu. Aksaray Küçük Opera Tiyatrosu 1969 yılı 28 Ocağında yanıverdi. Oyun da repertuvardan kalkıverdi. 1969 Ağustosunda ise Tunceli’de Erol Toy’un "Pir Sultan" oyununu sergileyen Halk Oyuncularına ve seyircilere tekbirlerle saldırılıp oyun yasaklandı. 1970 Nisanında ise Osmanlıdan kalma tarih mirası, Muhsin Ertuğrulların çalışma yeri olan, tek opera merkezi konumundaki Tepebaşı Tiyatrosu yanıverdi. (AKP İstanbul Belediye yönetimi, buranın yeniden inşa edilme projelerine hiçbir zaman sıcak bakmadı).
Elbette, failler bugüne kadar bulunmadı.
Tıpkı, Devr-i Özal’daki Şan Sineması yangını gibi. 1987 Şubatı.
Orada da Ferhan Şensoy’un Muzır Müzikali hedef olmuştu.
Bizim merkez sağ diye tanımlanan partiler, DP’den yana sözde liberaldir. Ama bu liberallik sadece ekonomik alanı kapsar. İş düşünce, yazma, yayınlama, ifade etme, okuma, seyretme özgürlüğüne gelince sahnede hemen "DUR" işaret ile zaptiye beliriverir.
Zaptiye ve adliye epey meşguldür, bu "liberal" dönemlerde. Onların eksik bıraktığı, sonlandıramadığını ise askeriye tamamlar, darbe dönemlerinde.
Allah’a bin şükür, artık darbeye, askeriyeye, olağanüstü hale gerek kalmadı!
Artık "sivil" yönetim oldu bir OHAL yönetimi.
General Evren’in, Özal’ın, Demirel’in hayata geçiremediği rüya bir gerçek oldu.
Özal hükümetinin "muhafazakar" çevrelere armağanı, bir muzır neşriyat kurulu kurularak, edebiyat ve sanat ürünlerine "pornografi" gerekçesi ile kısıtlama getirmek oldu.
Ferhan Şensoy’un oyunu bunu gırgıra alıyordu.
Ama "muhafazakar" çevreler ne anlar mizahtan, gırgırdan. Bırak anlamayı ters anlar. Gıcık olurlar, öfkelenirler. Ve valla yakıverirler.
Aslında bu yangın yaklaşan 12 Mart darbesinin habercisiydi
Hatta, "radikal" çocukları, daha beterini yaparlar Charlie Hebdo’da olduğu gibi. Basıverirler alimallah dergiyi ve götürüverirler toptan yayın kurulunu.
Şan Sineması, tam bir kültür merkezi idi. Mülkiyeti Ermeni Katolik Kilisesinin Vakfında idi. Al sana bir neden daha yakıvermek için.
AKM açılmadan önce İstanbul Senfoni Orkestrasının Pazar konserlerine orada giderdik.
Sonra AKM’ye gitmeye başladık. DP iktidarı AKM’nin inşaatını askıya almıştı, Devr-i İnönü’de başladı diye. Garibim İsmet Paşa, Gezi Parkının Taksim Alanına bakan cephesine bir heykelini koyduracaktı. 50 seçimlerini kazansaydı, öyle kutlayacaktı zaferini. Kısmet olmadı ve heykel 10 yıl bir depoda mahsur kaldı. Konmuş olan kaide ise 10 yıl mahzun mahzun baktı meydana. Şimdi heykel, Maçka parkına bakan evinin yanındaki küçük parkta.
AKM inşaatı ancak 60’lı yıllarda tamamlandı.
Şanssız bina AKM. On küsür yıl askıda kalan inşaat bitti sonunda, hatta Dünya Kızılhaç Konferansına ev sahipliği yaptı. Yanıverdi. Ama bu sabotaj değil, geri zekalılıktan. Bizimkiler ne anlar modern kültür binalarının yönetiminden. Tam da, Arthur Miller’in, Amerikada’ki Maccartty anti komünizmini sembolik olarak anlattığı, "Cadı Kazanı" adlı oyunu sergilenirken. Perde tutuşuverdi, sembolik ateş yerine, gerçek ateş kullanılınca. (Oyunu tercüme eden ise, Sebahattin Eyüboğlu ve Vedat Günyol. Üstelik oyun ilk kez, hem de DP döneminde MEB tarafından yayınlanan "Tercüme" Dergisinde çıkmıştı 1959 yılında.)
Yangın başlayınca, yangın tehlikesine karşı kullanılacak olan su deposunun boş olduğu anlaşılacaktı.
Düşün Yayınevi, Öncü Yayınevi, Şan Tiyatrosu, Aksaray Tiyatrosu yangınlarının faillerini bulmakta aciz olan devlet, 12 Mart Cuntası döneminde, Goebelsvari propaganda anlayışı ile, Ziverbey İşkence Merkezinde sözde failler yarattı AKM yangını için.
Ha, sahi eklemeyi unuttum, "Cadı Kazanı"nı tercüme eden Selahattin ve Vedat Beyler ise, komünist örgüt mensubu olmak suçlaması ile tutuklandılar Sıkı Yönetim tarafından 1971 yılında. Şalcı Nihat başbakandı.
27 Mayıs darbecileri Selahattin Eyüboğlu’nu Üniversiteden attı 147’lerle. 1963 yılında Babeuf’ü tercüme ettiler diye yargılandılar. Meğer Talat Aydemir asılmadan önce Babeuf okuyormuş! (*)
Derin Devlet unutmaz, sadece not alır! Zamanı gelince de…
(*) Belge Yayınları, Fransız devriminin 200. Yılı vesilesiyle, Babeuf’ün yargılanan kitabını, devrimin diğer önderlerinin yazılarıyla birlikte yayınladı. Robespierre, Saint-Just, Marat, Dalton, Babeuf, Devrim Yazıları, Türkçesi: Vedat Günyol, Belge Yayınları 1989.