Türbülans

Bu “dönülmez akşamın ufkundan” dönüşün tek çaresi, toparlanan “Hayır” blokunun, dinamizmini kaybetmeden siyasette kendini ifade etmeye başlamasıdır

Sonunda geride kaldı işte...

Referandum da, parlamenter sistem de...

Ve Türkiye, 16 Nisan gününe bir sistemle uyandı ve akşamına başka bir sisteme geçmiş buldu kendisini...

Referandumdan önceki bir yazıda, OHAL dolayısıyla tercihini gizlemesi muhtemel "sandıktaki pusuculardan" bahsetmiştim.

Asıl pusucu, "mühürsüz oylar" ve bu oyların geçerli sayma kararını son anda veriveren YSK çıktı...

Nereden nereye; 2014’te adı "Norşin" ve "Güroymak" olmakla gelip giden yerde, tek bir mühürsüz oy geçerli sayıldığı için seçim yinelenirken, YSK’nın seçim düzenlemelerini anlatan kendi dağıttığı kitapçıkta da kaynak gösterilen 198 numaralı Seçim Kanunu’nun 77, 98 ve 101. Maddelerine aykırı biçimde mühürsüz oyları geçerli saydığı bugünlere geldik.

Bundan sonrasını ve bu değişikliklerin nasıl hayata geçirileceğini öngörebilmek güç. Bundaki süreci, sistem değişikliğini yapanlar ve destekleyenlerin bile net biçimde öngörebildiğini sanmıyorum. Herkes için bilinmezlerle dolu bir süreç başlıyor. "Evet"in meşruiyetini dayandırdığı, kampanya sürecinin taşıyıcı ideolojisi olan, "Hilal ve Haçın" savaşı söylemleri ve sembolizmi, önümüzdeki süreçte de varlığını sürdüreceğe benzer...

Ancak, YSK’nın  son dakika kararı ile toparlanabilmiş gözüken bir "yüzde 51" var karşımızda; toplumun yarısının, başkanlık sistemine geçişin karşısında olduğunu unutturacak en kolay adım da, yeni bir referandum yapılması. Ancak, başkanlık konusunda değil; bu kez idam konusunda...

Şubat ayında yayınlanmış, kamuoyuna kapalı bir ankette, "her türlü koşulda ve kapsamda" idamın geri getirilmesine destek yüzde 38 ve "sadece terörizm gibi suçları kapsayacak biçimde" getirilmesineyse destek, yüzde 26,7. "Hiçbir koşul ve şartta" idamın geri getirilmemesini isteyenlerin oranı ise, yüzde 33,5. İdam cezasının geri gelmesini destekleyenlerin yaklaşık yüzde 86’sı da, bu adımın, Avrupa Birliği ile üyelik müzakeresinin noktalanmasına neden olmasını umursamıyor.

Görüldüğü gibi, idam konusunda pek iç açıcı bir tablo yok ortada...(En az) yüzde 50-50 bölünmesini, farklı bir satha taşıyacak ve tartışmaları çok daha ağır bir milliyetçi propaganda ile bambaşka yerlere çekecek bir yönelim olur bu...Tabii, Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin tamamen biteceği döneme de girmiş oluruz...Türkiye için bir tür "buzul çağı" başlar...

Ancak, herhangi biçimde halkoyuna başvurmanın hep bir "7 Haziran" tehlikesi yaratacağı düşünüldüğünde, sürekli referandumlarla "iri ve diri" tutulan bir popülizm dışında bir dinamosu olabilir mi yeni sistemin?

Yaklaşık 7-8 yıldır popülizm konusunu çalışıyorum...Daha bu konunun adı kimse tarafından anılmazken çalışmaya başladım...Bu "ideoloji" veya daha doğru adlandırma ile siyasi stratejinin, sadece çoğunluğun kulağına hoş gelecek söylemlerle yönlendirildiğini söylemek yanlış olur. Popülizm, toplumda, "Bizler, safkan ve temiz halk" ile "Onlar, yoz ve sinsi düşmanlar" algısının yerleştirilmesine dayanan ve kurgusunu bu algıya dayadıktan sonra, çoğunluğun iradesinin her zaman ve her şekilde doğru olduğunu öne süren bir stratejidir.

YSK’nın kanunen geçersiz sayılan sandık mühürsüz oyları geçerli sayma kararının gerekçesinde de, popülist söylem var; "oy atan seçmenlerin onurlarını zedelememek için"...Yaklaşık 3 milyon kadar oyun, geçersiz sayılması gerekirken sandığa enjekte ediliverdiği bu durum, sonuca yaptığı hangi etkiyle, hangi seçmenin onurunu zedeliyor aslında?

Düşmanın AB’nin sembolize ettiği "Hıristiyanlar" ve içerideki uzantıları olan "Batılılaşmış" (yozlaşmış) kötüler, dinsizler, "iç gavurlar" olduğu algısının sürekli yaymaya çalışmak, tabanları bu algıyla provoke etmenin, elbette toplum üzerinde ağır sonuçları olur...Şimdiden, işsizliğin toplum genelinde yüzde 13 ve gençler arasında yüzde 25’i geçtiği bir ortamda, kaçınılmaz son çok ağır bir ekonomik buhran olur herşeyden önce...Şimdi kurulan sistem de, "kendi kendiniyok eden" bir sisteme dönüşür...

Bu "dönülmez akşamın ufkundan" dönüşün tek çaresi, toparlanan "Hayır" blokunun, dinamizmini kaybetmeden siyasette kendini ifade etmeye başlamasıdır. Yoksa, "bu da gelir bu da geçer" deyip geçmek, üzerinden yürünüp geçilemeyecek bir enkazla başbaşa kalmamıza neden olabilir...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi