Türcülük mü demiştiniz?

Bizim derdimiz egemenlik kurmak ya da ayrıcalık elde etmek değil, iktidar hiç değil: Zaman zaman öldürüyorsak da sebebi ideolojik değil, sadece biyolojik.

Ne oluyoruz?

Nedir? Ne bu korku? Bu panik? Bu hınç, bu garez?

Nasıl da ötekileştirdiniz bizi bir anda! Nefret nesnesi yaptınız… Katli vacip! Verdiniz hemen fetvayı: Soyu kırıla!

Yaşam hakkı veresiniz yok bizlere. Kapansın sıkı sıkı kapılar bacalar, hava, kara ya da deniz yolları, koca koca ülkeler tecrit olsun, ilkel çağlara geri dönsün, hayat dursun, yeter ki asla ve katta ve de sakın ha sızmayalım içeri! Ne oradan ne buradan ne de hatta sanal yoldan ya da telepatiyle, empatiyle, sallapatiyle.

Utanmasanız bizi taşıyan, içeri sokan herkesi kurşun yağmuruna tutacaksınız. Yetmedi asit yağmurlarınız!

Sınırlarınıza yığılmış mültecilerden bile beter muameleye layık görüyorsunuz bizi.

Öyle ya, onları hiç olmazsa toplu olarak katletmiyorsunuz (şimdilik?) ama bizi yok etmek için her yol mubah… Yalan mı?

Elinize geçen her şeyle saldırıyorsunuz. Ne bulduysanız. Vur abalıya!

Bizden kurtulmak için neredeyse din değiştireceksiniz, onca tapındığınız değerli kâğıt ya da metallerinize bile el sürmekten korkar oldunuz.

Sevişmekten, öpüşmekten, türdeşlerinizle her türlü temas ve sosyalleşmeden vazgeçiyorsunuz. Mağara devrinden bile geriye düştünüz bir anda. Kültürü lağvettiniz, okulları kapattınız… Uçtu gitti uygarlık iddialarınız!

Yağmaladınız store’ları, marketleri, hatta bakkalları ve zincir mağazaları. Zincirlerinizden boşanmış gibisiniz maşallah. Çıldırma raddesine geldiniz, itiraf edin.

Ee, ne oldu? Hani "türcülük" kötüydü? Irkçılıkla, cinsiyetçilikle birdi? Hani her canlının hakları eşitti? Başka canlılara eziyet etmek, öldürmek yasaktı, onlara yapılanla insana yapılanla birdi? Ne çabuk vazgeçtiniz?

Biz canlı değil miyiz? Bizim de yaşam hakkımız yok mu?

Bize gelince işin rengi değişti bakıyorum: Bocala tonlarca zehirli çözeltiyi… Püskürt her türlü sıvıyı, hem de mümkünse en yok edicisini… Dök üstüne cambul cumbul ilaçlı likitleri gani gani… Lıkır lıkır iç litrelerce asitli mayii, işkembeyi sirkeyi… Kazı ellerini türlü türlü sabunlu eriyikle, soyuncaya kadar cildini… Yut cins cins antibiyotiği ya da virüsiti… Yeter ki birinden biri yok etsin bizleri!

Türcülüğe karşı çıkarken haklıydınız aslında: Yok bizlerden, diğer canlılardan en ufak üstünlüğünüz. Ne akıl ne akılcılık: Baksanıza şu halinize!

Zaten başka hiçbir canlı bu kadar zarar vermedi gezegene. Biz sizin yanınızda yeni doğmuş bebek kadar masumuz sanki.

Güya öldürüyormuşuz sizi! Demagoji! Abartı, iftira, söylenti…

Tek yaptığımız içinizden azıcık beslenmek, üreme yeri olarak kullanmak bedenlerinizi, biraz da sayenizde dünyayı gezmek, ama ikinci mevkii.

Gerçi tek tük zayiat olmuyor değil. Savaşlarınızdaki kadar değil ama…

Ya da trafik kazalarınızda… İş cinayetlerinizde…

Ya üç kuruş kâr için açlığa mahkûm ettikleriniz? Sağlık hizmetine ulaşacak parası olmayanlar? Kanserojenin her türlüsüne maruz bıraktıklarınız?

Türünüzün erkekleri kadar ölümcül ya da gaddar değiliz biz.

Bizim derdimiz egemenlik kurmak ya da ayrıcalık elde etmek değil, iktidar hiç değil: Zaman zaman öldürüyorsak da sebebi ideolojik değil, sadece biyolojik.

Otoriter siyasileriniz gibi acımasız da değiliz, en azından bizde yalan yok, riya yok, hırsızlık yok.

Kaldı ki kurbanlarımızın çoğu zayıf halkadan. Yaşlısı, hastası: Var onların zaten bir sorunu, vadesi az çok belli bir sonu… Doğanın kanunu!

Hani doğa iyiydi, güzeldi, doğanın düzeni bozulmamalıydı?

Bitti mi şimdi doğaya saygı? Ne çabuk!

Nasıl da vazgeçtiniz hemen o üst perdeden ahlakçı söylemlerinizden!

Canınız da pek tatlıymış! Ucu size dokununca…

Bir insanın ateşi çıkacağına bizden milyarlarcası ölsün yok olsun, kazınalım yer yüzünden, öyle mi?

Sevsinler sizin türcülük karşıtı söyleminizi!

Kuzuya, ineğe, kediye-köpeğe ya da laboratuvar tavşanına-maymununa acımak, onları esirgemek kolay. Ya solucanlar, hamamböcekleri, leş böcekleri, sivrisinekler? Tenya, larva, leşmaniya tropika ya da ebola? Enfluenza? Biz virüsleri ve mikropları cana yakın bulmadınız anlaşılan. Pek evinize alasanız yok bizleri sanırım: Koynunuza sokmak da istemiyorsunuz, elleyip okşamak da… Sadece öldürüp yok edesiniz var. Gözünüzü kan bürümüş, katliama aşeriyorsunuz. Sizinki düpedüz ırk ayrımı!

Ama debelenmeyin boşuna. Kurtuluş yok bizlerden. Koca kentleri karantinaya alsanız da sınır kapılarını sıkı sıkı kapatsanız da tüm toplantılarınızı, gösterilerinizi, görüşme ve öpüşmelerinizi iptal edip eve kapansanız da… Eninde sonunda düşeceksiniz kucağımıza!

Gribin Asyalısından Afrikalısından domuzundan kuşundan sekseniz, daha başkası gelecek, yenisi, yepyenisi. Ya da eski dostlarınız hortlayacak antibiyotiklerinize direnç kazanıp…

Sahi, ne oldu aşı karşıtı ya da antibiyotik karşıtı söylemlerinize? İki aksırık, üç tıksırık, üç beş hapşu derken aşı ya da ilaç duasına mı çıktınız, yoksa arazi mi oldunuz? Hadi sıkıysa söz versenize: "Kullanmayacağım aşısını icat edilse bile" desenize…

Sıkar!

Gel gör ki savuştursanız bile bu dalgayı eninde sonunda, ne aşısı ne de ilacı yetecek uzun vadede sizi kurtarmaya: Çeşidimiz azami, mutasyonumuz gani gani, bulaşma yollarımız hepten sinsi. Azmimizden kurtuluşun yok, ey fani!

Doğanın kanunu bu: Bir zaman, bir yerde, bir şekilde öleceksiniz. Olasılıkla elimizden.

Anlıyorum, belirsizlik strese sokuyor sanırım sizleri: Bilmemek zamanını nasılını nedenini kudurtuyor hepinizi…

İyi de… Madem sevmiyorsunuz belirsizliği, neden onu ta göbeğine taşıdınız yaşam tarzınızın?

Hanginiz yarın ne iş yapacağını biliyor? Ne yiyip ne içeceğini? Nerede barınacağını? Nerede ne zaman ekonomik kriz ya da savaş çıkacağını? Kimin kentinin yıkılacağını hangi düşmanın ya da kendi ordusunun tanklarıyla? Kimin çocuğunun komşu savaşlarda öleceğini? Kimin aç sefil kalacağını bilmem kimin kârları artsın diye?

Daha kendi elinizde olan bunları bilemeden, yaşamın ve ölümün zamanını nasıl bileceksiniz?

Bilemezsiniz. Bilemeyeceksiniz.

Hiçbirimiz bilemeyiz.

Hepimiz aynı kurala tabiyiz. Doğanın yasasına.

Hepimiz anı yaşamaya mahkumuz: Canlıyız… Ama şimdilik! Sadece şimdilik.

Siz de türlerden bir türsünüz sadece. Ne o? Bir iki teknoloji icat edip yerküreye yayıldınız ve fazlasıyla çoğaldınız diye kendinizi evrenin ve doğanın efendisi mi sandınız? Hemen şımardınız, unuttunuz temel kuralları!

Hatırlatmak için varız.

Var olmaya da devam edeceğiz. Hep vardık zaten, hem de milyonlarca yıldır: Yaşamın başlangıcı bizleriz yahu!

Bir gün türünüzün soyu tükense bile -daha önce tükenen niceleri gibi, diğer maymunsu atalarınız gibi- merak etmeyin, dünya dönmeye devam eder…

Gelgelelim, yaşam bizden vazgeçemez: Bizim yok olduğumuz gün yaşam da duracaktır yerkürede.

Özetle, atom bombası da atsanız, asla zafer kazanamazsınız bize karşı.

Alışın buna: Doğanın ta kendisiyiz biz. Kuralları biz koyarız:

Yaşam ve ölüm. Ölümlü yaşam. Diğer canlılar, sizin ölümünüz.

Yetti kibriniz!

Ölmekten mi korkuyorsunuz? Korkmayın, biz sizden daha merhametliyiz.

Siz birbirinizi daha az öldürün hele…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yiğit Bener Arşivi