Koray Düzgören

Koray Düzgören

Türk devleti klasiği: Susmayana suikast!

Karanlık odaklar iktidarla işbirliği yaparak Avrupa’daki muhalif aydınlara, gazetecilere, Alevilere ve Kürt siyasi hareketine yönelik sinsi planlar peşinde. Devlet, aynı katliamcı devlet...

HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan, Avrupa’da yaşayan Alevi ve Ermeni toplumların temsilcilerine, AKP iktidarının baskısıyla ülkesini terk etmek zorunda kalan Türkiyeli gazeteci, yazar, akademisyen ve kanaat önderlerine suikast hazırlığı yapıldığını söyledi.

Bu önemli açıklama, aslında AKP iktidarının son uygulamaları doğrultusunda Türk devletini yakından tanıyanlar için sürpriz olmadı.

Türkiye’de olup biten vahşet uygulamalarına, özgürlüklerin her gün daha da kısıtlanmasına ve ülkenin ağır bir faşizme doğru hızla ilerliyor olmasına tepki gösterenlere, direnenlere karşı nasıl bir devlet ve yargı şiddeti uygulandığını görüyoruz.

Bütün baskı ve devlet şiddetine rağmen ülke içindeki direniş devam ederken ülkeyi terk etmek zorunda kalan yazar, gazeteci, bilim insanı ve sivil toplum temsilcileri can güvenliklerini sağlamak için sığındıkları Avrupa ülkelerinde mücadelelerini sürdürüyor. Türkiye’de işlenen insanlık suçlarını, işkence uygulamalarını, yargı cinayetlerini ve devletin, iktidarın hukuk dışı uygulamalarını Türkiye, Avrupa ve dünya kamuoyuna duyurmaya çalışıyor.

Hepimiz bunun için çalışıyoruz. Ülkemizin baskı rejiminden kurtulması, insanlık dışı uygulamaların sona ermesi ve demokratik bir hukuk devletinin kurulabilmesi için girişilen çabaların bir ucundan tutmayı görev sayıyoruz.

Bunu yaparken bir şeyi de çok iyi biliyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti tarihi, -hiç kimse alınmasın- aynı zamanda cinayetler, katliamlar, faili meçhuller ve suikastler tarihidir.

Osmanlı’dan devralınan bu gelenek, daha Cumhuriyet ilan edilmeden 1921’de,  Türkiye Komünist Partisi lideri Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Rusya’dan Ankara’ya dönerken Trabzon’da vahşi bir şekilde katledilmeleri ile başlamıştır.

28 Ocak 2018, bu 15 komünistin katledilmesinin 96’ıncı yıldönümüdür.

Bu olayın tetikçileri belli, faili resmen belirsizdir ama bu konudaki son araştırmalar katliam emrinin Ankara’dan verildiğini göstermektedir.

Resmi kayıtlar ya da tarih kitapları Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının katledilip Karadeniz’e atılmaları olayından hiç söz etmez.

Bu konuda ilk yayın Moskova'da 1923 yılında Kızıl Şark Matbaası'nda basılmış olan "28-29 Kanunusani 1921" adlı kitaptır. Bu kitap Latin harfleriyle ilk kez iki bölüm halinde Doğan Özgüden’in yönettiği Info-Türk'ün yayınları arasında 1974-75 yıllarında Brüksel'de yayınlandı. Türkiye'de ise 1977 yılında, yani ilk yayınından tam 54 yıl sonra Güncel Yayınlar tarafından yayımlanabildi.

CİNAYETLER; KATLİAMLAR TAKVİMİ

Türkiye’nin normal takvime paralel cinayetler, katliamlar, soykırımlar ve vahşet uygulamalarını gösteren ayrı bir takvimi vardır. Bu takvimin neredeyse her günü doludur.

Sadece Aralık ayına bir göz atmak yeter de artar.

19 Aralık 2000’de Cezaevlerine yönelik ‘hayata dönüş’ operasyonları. Ölüm orucundaki mahkûmları kurtarıyoruz diyerek cezaevlerinde 34 hükümlü ve tutuklu katledildi.

28 Aralık 2011’de Roboski’de çoğu çocuk 34 köylü, devletin savaş uçaklarının bombalarıyla yaşamını yitirdi. Devlet ve hükümet bu planlı katliamı, "Biz onları PKK’lı sanmıştık" diyerek kapatmaya çalıştı, hala da aynı yalanı sürdürüyor ve hiç kimse hakkında herhangi bir soruşturmaya başlanmış değil.

19-25 Aralık 1979 tarihleri arasında bir devlet organizasyonu olan Maraş Katliamı gerçekleştirildi. Yaklaşık 150 Alevi vatandaş çocuk, kadın, yaşlı denmeden vahşice öldürüldü. Devletin legal güçleri bu katliam olurken uzaktan seyretti. Asla müdahale etmedi. Zaman içinde çok sayıda kişi hakkında davalar açıldı ve idam dahil değişik ağır cezalar verildi ama kısa bir zaman sonra değiştirilen yasalarla bütün ceza alanlar bir anlamda af edildi. Gerçek failler ortaya bile çıkarılamadan dosya kapatılmış oldu.

Devlet, Cumhuriyet’in kuruluşundan başlayarak hep benzer şekilde hareket etti.

Tekçi varlığına tehdit olarak gördüğü her türlü farklılığı, hareketi, düşünceyi engellemek ve gerekirse ortadan kaldırmak amacıyla her türlü illegal yola başvurmaktan çekinmedi.

Durdurmak, susturmak, bastırmak istediklerini ya da varlığını sakıncalı gördüklerini duruma göre korkutarak, tehdit ederek, çeşitli baskılar uygulayarak, zindana atarak, gerekirse işkence ederek, olmadı sürgüne göndererek, bunlar da işe yaramazsa katlederek yoluna devam etti.

Devletin bu amaçla legal - illegal yapılanmaları her zaman vardır. Ya da legal yapılarla istediği zaman illegal faaliyetlere girmekten çekinmez. Genel Kurmay’ın bir zamanlar Seferberlik Tetkik Dairesi, Özel Harp Dairesi ya da şimdiki adıyla Özel Kuvvetler Komutanlığı, Milli, İstihbarat Teşkilatı, Emniyetin Jandarmanın istihbarat birimleri ve de AKP döneminde oluşturulan legal yarı legal, hatta SADAT gibi özel başka yapılar hep bu amaçlar için çalışmıştır ve çalışmaktadır.

Bu yapılar, devletin bekası -Şimdi Erdoğan’ın bekası da buna eklendi- gerekçesiyle her türlü illegal faaliyeti gerçekleştirebilir. Düşman olarak belirlediklerini kim vurduya getirir, trafik kazası düzenletir, kiralık katil tutar, ölüm timleri oluşturur ya da başka yollarla amacına ulaşır.

Çünkü bu faaliyetler hiçbir zaman gerçek anlamda soruşturulamaz ve işlenen cinayetlerin, katliamların failleri ortaya çıkarılamaz.

SUSURLUK’TAN ERGENEKON DAVASINA

Geçmişte bu konularda bazı girişimler yapıldı ama hiçbir zaman sonuç alınamadı. Bu yapılarla ciddi anlamda mücadele edebilecek demokratik hukuk devleti oluşturulamadı.

Susurluk soruşturmaları bir noktaya kadar geldi ama neticeye ulaşamadı. Derin yapılar ortaya çıkarılamadı. Devletin illegal çürümüş yapısı değişime uğratılamadı.

Daha sonra AKP döneminde cemaatçi yargı mensuplarınca Erdoğan’ın izni ve desteği ile başlatılan Ergenekon davası, yine ortalıkta dolaşan üçüncü dördüncü derecede bazı sorumluların tasfiye edilmesinden başka bir işe yaramadı. Hatta sonuçta AKP iktidarının bu yapılarla bir koalisyona gittiğini gördük.

Çünkü AKP yönetimi ve Erdoğan, iktidarını devam ettirebilmek amacıyla engel olarak gördükleri bütün çevre ve gruplara karşı MİT gibi legal ya da yine MİT gibi legal yapıların kontrolündeki illegal yapılanmalardan yararlanma yolunu tercih etti.

Avrupa’ya tayin edilen imam, öğretmen vb. devlet görevlileri aynı zamanda MİT’in de elemanı olarak Avrupa’daki demokratik kurumlara, demokrasi mücadelesi sürdüren aydınlara, Alevilere, sol örgütlere ve Kürt siyasi hareketine yönelik çalışmalar yapmaya başladılar. Hatta zaman zaman Kürt siyasi hareketinin Avrupa yöneticilerine ve bazı sol liderlere, muhalif gazetecilere ve bilim insanlarına karşı eylem planları ele geçirildi, MİT’in, devlet içindeki illegal yapıların tetikçilerinden oluşan grupların varlıklarına ilişkin haberler yapıldı. Bazı ülkelerde bu konuda sonuçsuz kalan soruşturmalar yapıldı.

Geçenlerde Almanya’nın Baden Württemberg Eyaleti Emniyet Müdürü Klaus Ziwey, "Almanyalı Osmanlılar" adlı suç örgütünün, Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD) ile bağlantılarının olduğunu iddia etmişti.
Hür Demokrat Parti'nin (FDP) Baden Würrtemberg eyalet meclisi grup başkanı Hans-UlrichRülke de, Stuttgarter Nachrichten gazetesine yaptığı açıklamada, "Benin izlenimim, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi hedeflerine ulaşmak için Almanya'da paramiliter bir destek birliği kurduğu yönünde" olduğunu" demişti.

Bu iddialara karşı henüz bir açıklama yapılmış ve soruşturma başlatılmış değil.

PARİS CİNAYETİNDE MİT PARMAĞI

Kuşkusuz bu konuda en çarpıcı örnek Paris’te 9 Ocak 2013’de üç Kürt kadın devrimcinin katledilmesiyle ilgili olaydır.

PKK’nin kurucularından Sakine Cansız, Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) üyesi Kürt diplomat Fidan Doğan ve Kürt Gençlik Hareketi üyesi Leyla Şaylamaz Paris’in en merkezi bölgesinde bulunan Kürdistan Enformasyon Merkezi’nde suikast sonucu katledildiler.

Bu cinayetten kısa bir süre önce Öcalan’ın girişimiyle bir diyalog süreci başlamıştı ve Öcalan’ın 21 Mart’ta Diyarbakır’daki Newroz töreninde önemli bir mesaj vermesi beklenmekteydi.

Katliamın ardından Ömer Güney adlı tetikçi polis tarafından yakalandı. Çok geçmeden tetikçinin Kürt toplumunun içine sızan milliyetçi görüşlere sahip bir MİT ajanı olduğu iddiaları ortaya atıldı. Bu iddiaları destekleyen ve Güney ile MİT mensupları arasında geçtiği öne sürülen bir ses kaydı katliamdan üç gün sonra internet ortamına sızdırıldı.

Almanya merkezli bir blog sayfasında ve You-Tube’da Güney’in arkadaşı olduğunu ileri süren bir ses, asıl hedefin Sakine Cansız olduğunu ve tetikçinin de öldürme talimatını MİT’ten aldığını iddia ettiği bir kayıt yayımlandı. Konuşmalarda suikast hedefleri arasında pek çok Kürt siyasetçinin adları da geçmekteydi.

İki gün sonra da tetikçiye MİT’in resmi yazısıyla katliam talimatının verildiği resmi belge, medyaya sızdırıldı.

Cansız’ın Paris’e gidişi ile ilgili ‘Lejyoner’ kod adlı MİT ajanının verdiği bilgi notları ve paylaşılan belgenin altında da MİT yöneticilerinin imzaları bulunuyordu.

Alman Der Spiegel dergisinin konuyla ilgili yazısında, belgede adı geçen bir görevlinin Alman gizli servisi görevlileri tarafından da tanınan bir ajan olduğu belirtilmişti.

KCK Eş Başkanı Cemil Bayık ise konuyla ilgili kendilerine yansıyan bazı duyumları aktararak şunları söylemişti:

"MİT’in bu cinayetin kendi kurumları tarafından yapıldığını kabul ettiğini vurguladılar. Fakat MİT içinde bazı kanatlar olduğunu ve cinayetin onlar tarafından işlendiğini söylediler. Hakan Fidan da öyle söyledi. Ama bize göre MİT, bir bütün olarak o cinayetlerden haberdardır."

Bilindiği gibi tetikçi Ömer Güney’in bir beyin hastalığı nedeniyle duruşmaların başlamasına yakın bir tarihte, 17 Aralık 2017’de ölmesi üzerine tetikçiye ilişkin dosya şimdilik kapandı.

Ancak cinayetin arkasındaki güçlerle ilgili yeni bir dava açılması için çalışmalar sürüyor.

Bu katliamım geri planına baktığımızda Garo Paylan’ın endişelerinin ne kadar haklı olduğunu anlıyoruz.

Devlet içindeki karanlık odakların iktidarla işbirliği yaparak Avrupa’daki muhalefet güçlerine, muhalif aydınlara, gazetecilere, Alevilere ve Kürt siyasi hareketine yönelik sinsi planlar peşinde olduğu ortada.

Devlet, aynı devlet, AKP iktidarı da aynı kafada bir iktidar.

Tek tipçiliğe, biat anlayışına ve her türlü antidemokratik baskıya karşı çıkan, konuşan, tepki koyan herkese düşman bir devlet ve iktidar anlayışında milim değişiklik yok.

Baskı, tehdit, katliam şimdiye kadar sökmedi, bundan sonra da sökmeyecek.

Muhalifleri susturamayacaklar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi