İnci Hekimoğlu
Türkiye çatırdıyor
Birçok şeyi söylemekten kaçınabiliriz. Dillendirince daha korkutucu gelir çünkü.
Seslendirmek duymamızı sağlar. Yükselen kelimeler o kadar somutlaştırır ki gerçeği, adeta ayna tutar. Yüzleşmek zorunda kalırız.
Yüzleşmek bu topluma uygun bir erdem olmadı hiç.
Hele milli eğitimimiz, çocuklarımıza tek erdemin Türk olmak olduğunu öğretirken yanına bir de dindarlığı eklediğinden beri.
Daha yeni Maraş katliamını andık. Yüzleşmemiz gereken tek katliam olsaydı keşke.
Ermeni, Alevi, Kürt katliamlarının hepsinden sadece devleti sorumlu tutarak yüzleşmekten kurtulmaya çalışsak da ait olduğumuz bu toplumun önemli çoğunluğu cellatlığa her daim hazır oldu.
Sünni, Türk ve dinci ve hatta kendini ‘solda’ gören önemli bir kesim için ‘devletin beka’sı, ifade ve düşünce özgürlüğünden, yaşam hakkından, eşitlik ve özgürlük gibi evrensel değerlerden daha önemli oldu hep.
Aksi olsaydı bugünkü rejim asla kurulamaz, yeni rejimin kurucuları azınlık iktidarına dayanarak çoğunluğa savaş açamazdı.
"Halklar arasında problem yok ki", "benim gelinim Kürt", "arkadaşlarım var benim Kürt", "ama terörist…" ezberini tekrarlarken de ırkçılık ve ayrımcılık yaptığının farkına varmayan aymaz çoğunluğa kanaat önderliği yapan bir kısım solcu, iktidarın fayda sağladığı en büyük güç olduklarını çoktan anlamış olurdu.
Bu ülkede devlet evrensel demokratik değerlere hiç sahip olmadı, bu ülke halkının zihniyeti evrensel insan haklarını hiç özümsemedi ama hiçbir dönemde de, yönetim biçimi olarak demokrasi çöp muamelesi görmedi.
12 Eylül paşaları bile darbenin hemen ardından "seçim ve demokrasiye dönüş" sözü vermek zorunda hissetmişlerdi.
Ezelden beri Alevi-Sünni, Kürt-Türk, solcu-sağcı gibi önemli fay hatları hep diri tutuldu. İhtiyaç halinde tetiklenip, ısıtıldı.
Ama şimdi bambaşka bir eşik aşıldı.
Tek tek, birbirinden bağımsız yaşanıyormuş gibi duran, münferit gibi gösterilmeye çalışılan halkalar bir zincir haline gelerek ülkeyi kuşatmış durumda.
Şimdilik zincire değil halkaların sarsıcılığına odaklanmış haldeyiz.
Haksız da değiliz…
Gezi, HDP, Suruç, Lice derken işçiler, kentsel dönüşüm mağdurları, köylü ve çiftçiler, öğrenciler, öğretmenler, barış akademisyenleri, gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, hatta devletin kurucusu CHP…
Liste uzadıkça uzuyor. Liste uzadıkça eski fay hatları derinleşiyor, bunlara yeni fay hatları ekleniyor.
Başta cumhurbaşkanı olmak üzere iktidar mensubu siyasetçiler 7/24 toplumun büyük çoğunluğunu düşman ilan ediyor.
Ordu, emniyet, istihbarat yetmiyor bir de milis yetiştiriyorlar.
Mahalle mahalle örgütledikleri tarikatlar aracılığı ile toplumun kılcal damarlarına kadar nefret ve şiddet yayıyorlar.
Devletin din adamları kadınlara, çocuklara, Alevilere, Kürtlere, azınlıklara şiddeti provoke ediyor. Bir kesimi adeta suça teşvik ediyor.
Çünkü yargının tek adamın dişleri arasında durduğu, milletin temsil edildiği Meclis'in temsil işlevini yitirdiği yeni rejimde "dokunulmazlık" artık milletin vekillerine değil sadece bu kesime ait bir ayrıcalık.
O nedenle, muhtemelen o güne dek adını bile bilmedikleri bir şairi, Ahmet Telli’yi linç etmek için organize olabiliyorlar.
O nedenle Sakarya’da bir adam rahatça baba ve oğlunu vurabiliyor. Sadece Kürt oldukları için!
Baba Kadir Sakçı oğlunu korumak isterken ölüyor, 16 yaşındaki Burhan Sakçı ağır yaralanıyor.
Hikmet Usta adlı ırkçı saldırgan sarhoş olduğunu söylüyor ama yakalandığında gazetecileri bile vurmakla tehdit edebiliyor. Resmî açıklamalara göre pek çok sabıkası da var.
Bu dönemin bir özelliği de bu.
Siyasetçilere, gazetecilere kurşun sıkanlar, yumruk atanlar, kadınları toplu taşımada giysileri nedeniyle tehdit edenler ya meczup ya sabıkalı.
Belki en ucuz, en kolay kullanılabilenler sınıfından oldukları içindir.
Sonuçta sadece Kürtleri sevmediği için cana kıyabilenlerin ülkesiyiz.
İşte devletin, işte ülkenin yazıcısının verdiği son çıktı budur!
Azınlığın çoğunluğu düşman ilan ettiği, "milli" suçun ve "milli" suçluların koruma altında olduğu hiçbir ülke uzun süre varlığını sürdüremez.
Nehirleri kurumuş, bitki örtüsü değişmiş, en değerli doğal bölgeleri yapılaşmaya açılmış, ormanları yok olmuş, en büyük kentinin imar politikaları nedeniyle iklimi değişmiş, ‘milli’ fabrikaları, yolları, barajları, köprüleri, iletişim hatları, limanları satılmış, bir zamanlar dünyanın tahıl deposuyken saman ithal eder hale gelmiş, ekonomisi çökmüş bir ülkeyken hele…
Üstüne bir de iç barışı bozulmuş bir ülkeyken hele…
En fazla yüzde 35’in desteğine kalmış bir iktidarın "dış güçler" ve "bölünme" nakaratı belki de ‘sathı vatan’ı saran çatırdama sesini bastırmak içindir.