Ergun Babahan
Türkiye’nin Kürtçe isim yasağı Almanya’ya kadar gelmiş
Türkiye’nin tekçi dayatması isimler üzerinden de sürüyor. Yıllar önce Ayvalık’a gittiğimde ismi "Alibey" olarak değiştirilen Cunda Adası’nda gördüğüm isim değiştirme çılgınlığı beni şaşkına çevirmişti. Adanın adı Yunanca olduğu düşünülerek Alibey yapılmıştı.
Oysa Yelken Dünyası Dergisi’nin 2008’de yayınladığı makaleye göre, adanın ismi Yunanca değil. Yunancadaki adı, "kokulu ada" anlamına gelen Moshonisi. Ada, Piri Reis haritasında Tund Adaları olarak geçiyor. Yund adının zamanla yelkenli gemilerin yatay sereni olarak kullanılan Cunda ile değişiyor çünkü adanın kuş bakışı görünüşü gemi cundasına benzetiliyor.
Bölgedeki Rumlar sürülüp bölgedeki yerleşim merkezlerinin ismi tıpkı Ermeni ve Kürt isimleri gibi hızla değiştirilmiş. Bu coğrafyanın tarihini silmenin bir sonucu olarak gerçekleştirilmiş elbette. Genç kuşakların, "Bin yıllık Türk yurdu" denilen Anadolu’da bir zamanlar Rumların, Ermenilerin, Kürtlerin, Arapların, Ezidilerin daha çok sayıda halkın birarada yaşadığı gerçeğini öğrenmesi istenilmemiş.
Adadaki bütün köylerin adı değiştirilmiş ama hızlı bir değişim istenildiğinden dönemin yöneticileri bir yerde tıkanmış ve birbirine yakın iki köye Birinci Köy ve İkinci Köy adını vermek zorunda kalmışlar. Zeytinlikler içinde yıkılmış taş yapılardan oluşan bu köyler öksüz ve yalnız kalmışlar.
İsim baskısı sadece yerleşim yerleriyle sınırlı değil. Bugün Türkiye’de insanlar çocuklarına kültür ve geleneklerini yansıtan ismi koyamıyorlar. İçişleri Bakanlığı’nın Nüfus Müdürlükleri’ne gönderdiği bir uygun isim dosyası var. Çocuğunuza koymak istediğiniz isim bu listede yoksa şansınız sıfır.
Bu yasak günümüz itibariyle daha çok Kürtlere yönelik. Şaşırtıcı olan bu yasağın Türkiye sınırları ile sınırlı kalmayıp Almanya’ya kadar uzanmış olması. Geçen hafta Dortmund yakınlarında yaşayan Türkiyeli bir Kürt olan Erdal Macit isimli genç bir arkadaşla tanıştım. Erdal, Türkiye’de öğretmenlik eğitimi almış, evlenerek Almanya’ya göç etmiş. Dokuz ay gibi kısa bir süre zarfında Almanca dil eğitimini tamamlayarak Almanya’da öğretmenlik yapmaya başlamış.
Bir süre sonra paylaşacağım müthiş bir öyküsü var. Yaşadığı kasabanın dayanışma ve yardımlaşma aktivisti olmuş. Eşiyle birlikte büyük bir organizasyon yaparak yaşadıkları bölgeye yerleştirilen 1500 insana kıyafet yardımı toplayıp kendi ceplerinden kiraladıkları bir binada bedava Almanca kursu vermişler.
Bu çabaları onları popüler kılmış elbette. Bir çok ödül aldıkları gibi, Erdal yaşadığı kasabanın belediye meclis üyeliğine seçilmiş. Erdal, Almanya yasaları gereği Alman vatandaşlığı alırken Türkiye vatandaşlığından çıkmak zorunda kalmış…
Birbirinden güzel üç çocuk sahibi olan Erdal, çocuğuna kaydettirmek için gittiği Alman Nüfus Dairesi’nde "Kürtçe isim yasağı" ile karşılaşmış. Türkiye, konsoloslukları aracılığıyla "makbul isim" listesini Almanya’ya ve muhtemelen diğer Avrupa ülkelerine de göndermiş. Çocuğunuza koymak istediğiniz isim bu listede değilse, Türkiye ile sorun yaşamak istemeyen Alman bürokratları da ikna etmeniz gerekiyor yani…
Bu gerçek herşeyden önce iki devletin ne kadar içli-dışlı olduğunu gösteriyor. İkinci olarak da Avrupa Birliği üyesi, özgürlükler ülkesi olduğunu iddia eden bir devletin Türkiye ile sorun yaşamamak adına Ankara’nın her yasağına evet dediği gerçeğini ortaya çıkıyor.
Bu tablo, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’deki insan hakları ihlalleri konusunda neden çekimser kaldığını da açıklıyor. Mülteci krizi yaşanmadan çok önce Ankara ile Kürtçe isim yasağında anlaşmış bir yönetim, bu krizin ardından Ankara’yı küstürüp kızdırmamak için her türlü adımı elbette atacaktır.
Bu işin uluslararası boyutu… Türkiye açısından ise yasak ve baskının artık Kürt meselesinde geçerli olamayacağı, bu gerçekliği kabul etmekten başka çaresi olmadığını görmesi gerektiği…
Kürt halkı bugün dünyanın dört bir yanına yayılmış, medyası, dernekleri ve faaliyetleriyle diline, kültürüne sahip çıkan bir halk. Hem Türkiye sınırları içinde, hem de dışında varlığının bilincinde. İsim yasakları, baskı ve zulümle bu gerçeği silmek mümkün değil.
Yapılması gereken Kürt Realitesi’ni tanımak, bu halkla barışıp demokratik bir cumhuriyette yoluna devam etmek. İnkar ve baskı politikası Türkiye’nin huzurunu bozup enerjisini boşa harcatmaktan başka sonuç vermeyecektir. Bu gerçek görülmeden demokratik, laik bir hukuk devleti olunamayacağı gibi, yoksulluk derinleşerek decam edecektir.