Türkiyeli Kürtler, Türkiyeli Lozan azınlıkları küçük bir hata mı yapıyorlar?

Türkiyeli Kürtler ve Türkiyeli Lozan azınlıkları, hukuka uğradıkları büyük haksızlıklar üzerinden yaklaşıyorlar. Kanımca yöntemsel olarak doğru olan Kürtlerin Kürt meselesine, azınlıkların da haksızlıklara hukukun temel ilkeleri üzerinden yaklaşmaları

Hatanın en büyüğünü hiç kuşkusuz devletimiz ve devletlü kesim yapıyor, bizdeki devletlü kesim aslında sandığımızdan da geniş bir devletlü kesim, CHP’nin sözde demokratlarını, İYİP’in yaklaşık tümünü, devletten çok çektiklerinden müşteki sözde muhafazakâr kesimi, epey bir sözde solcuyu da kapsıyor.

Bu sözde lafını hep yerli yersiz her yerde devletlüler mi kullanacak, biraz da ben keyfini çıkarayım izninizle.

Başlıktaki soru formundaki ifadem bazı Kürt arkadaşlara, Lozan azınlıklarına biraz provokatif gelirse şimdiden özür dilerim, meramımı anlatmaya gayret edeceğim ancak bazı çok acılı konularda meram anlatmanın da kolay olmayabileceğini takdir edebilecek yaştayım ama yine de yanlış anlaşılma riskini de üstlenerek derdimi anlatmaya çalışacağım.

Geçerken*, neden ısrarla azınlıklar değil de Lozan azınlıkları dediğimi de belirteyim çünkü bizim devletlü kesim azınlık tabirini nedense sadece Lozan 1923’de tanımlandığı gibi kullanmak derdinde oysa evrensel hukukta azınlık çok daha geniş bir kavram, biz de bu evrensel tanıma ucundan bile yaklaşsak, Kürtlere, ana dilleri Türkçeden farklı olanlara, cinsel tercihleri ortanca-medyan-tercihten sapanlara, hele bizde kadınlara, gelirleri belirli bir eşiğin altında olanlara azınlık statüsünde pozitif ayrımcılıklar uygulanabilir ama tutturmuşuz, illaki azınlık deyince aklımıza sadece kendileri de evrensel hukuk anlamında da azınlık olan Lozan azınlıkları geliyor.

Yurtdışında yaşadığım için sadece internetten basını izliyorum yani daha seçici olabiliyorum, kendimin de yazı gönderdiği Artı Gerçek ilk göz attığım internet gazetesi, her gün gibi Kürtler ve Lozan azınlıkları ile ilgili inanılması güç, Türkiye için utanç verici haberler okuyorum.

Trabzon-Sümela manastırında yapılacak geleneksel bir Ortodoks ayini için beyaz çoraplı milliyetçilerin, yeniden beyaz çoraplarını giymeye hazırlanan sözde kentli nevzuhur iyi milliyetçilerin kopardıkları tantana çok utanç verici ve öğretici.

Öğretici çünkü bu kara cahiller bu manastırda ibadete gelenlerin büyük bölümünün, başta Patrik olmak üzere, Ortodoks inançlı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olduğunu bile kafacıklarına yerleştirememişler yani laik devlet ilkesinin abc’sini anlamamışlar.

Patriğin ayinde Cumhurbaşkanına, İçişleri Bakanına, Valiye, yerel yöneticilere teşekkür etmesi de yine Türkiye için çok can sıkıcı.

Türkiye’de, dünyanın başka ülkelerinde böyle bir milliyetçi profili var mıdır bilemiyorum, bizim sözde milliyetçilerimiz Türkiye vatandaşı Rum, Ermeni kelimelerini duyunca hemen tepki veriyorlar ama çaktırmadan da çok korkuyorlar galiba.

Bizim milliyetçi profili Rumlardan, Ermenilerden korkan ilginç bir milliyetçi profili, ne yapalım, korkuyorlar derim çünkü korkmasalar yasaklama talep etmezler, her yasak bir korkunun sonucudur, aynen konser yasakları gibi, onlar da hayattan korkuyorlar.

Peki, Türkiye’nin bu çok utanç verici ortamında neden başlıkta “Türkiyeli Kürtler, Türkiyeli Lozan azınlıkları küçük bir hata mı yapıyorlar? ifadesini kullandım?

Kullandım çünkü meramımı belki de en kolay onlara anlatabileceğim inancımı hiç yitirmedim de ondan.

YÖNTEME İLİŞKİN BİR SORU

Sadece bu yazıyı yazdığım Cuma günü (18 Ağustos) Artı Gerçek’te Diyarbakır Belediye eşbaşkanı Selçuk Mızraklı ile köşe yazarı Murad Mıhçı’nın sırasıyla Kürt meselesi ve azınlıklar meselesine ilişkin yazıları gözümü çarptı.

Bu yazıların içeriklerine adeta tümüyle katılıyorum ama yönteme ilişkin bir soru aklıma da takılıyor. Bu soru da, başlıkta belirttiğim gibi, yönteme ilişkin bir hata yaptıklarına ilişkin.

Türkiyeli Kürtler hukuka, hukukun evrensel temel ilkelerine Kürt meselesi üzerinden yaklaşıyorlar büyük ölçüde.

Türkiyeli Lozan azınlıkları da hukuka, hukukun evrensel prensiplerine bu azınlıkların uğradığı büyük haksızlıklar üzerinden yaklaşıyorlar.

Oysa, kanımca, bu kanımca ifadesinin altını kalın çizmek isterim, yöntemsel olarak doğru olan Kürtlerin Kürt meselesine hukuk, hukukun temel ilkeleri üzerinden yaklaşmaları.

Azınlıkların da azınlıkların maruz kaldığı hukuksuzluklara yine hukukun temel ilkeleri üzerinden yaklaşmaları en doğrusu kanımca.

Ancak, galiba tam tersini yapıyorlar, genele özel üzerinden yaklaşıyorlar, oysa daha doğrusu muhtemelen özele genel üzerinden yaklaşmak.

Büyük usta Alfred Hitchcock’u tanımayan yoktur muhtemelen, Hitchcock çektiği her filminde, bir sahnede, çok anlık olarak mutlaka kendisi de gözükür, bilemiyorum, bunun istisnası bir filmi var mıdır.

Basınımızda okuduğumuz Kürtler, azınlıklar da bana biraz Hitchcock’u hatırlatıyorlar, çünkü her yazılarında, bir biçimde, konu Kürt meselesine, azınlık meselesine bağlanıyor.

Haksızlar mı, asla değiller ama özele genel üzerinden yaklaşsalar, Kürt meselesine, azınlık meselesine Türkiye’nin hukuk devletsizliği üzerinden gelseler, iktisatçı tabiriyle sanki daha etkin sonuçlar alınabilir gibime geliyor.

Sürç-i lisan ettiysek affola.

*”Geçerken-en passant” az kullanılabilen bir satranç deyimi, ne anlama geldiğini anlatmayayım ama kanımca kullandığım alana epey uyuyor, bu yüzden tercih ediyorum.


Eser Karakaş: Kadıköy Saint Joseph lisesi muzunu. 1978’de Boğaziçi Üniversitesi İİBF’den mezun oldu. Doktorasını 1985 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde yaptı. 1996’dan itibaren İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nde profesör olarak ders verdi. Bahçeşehir Üniversitesi İİBF’de Dekanlık yaptı. 2016 yılında 675 sayılı KHK ile ihraç edildi. 2008 yılından itibaren Strasbourg Üniversitesi Science Po’da misafir öğretim görevlisi olarak bulunuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi