Türkiye’ye Ortadoğu’da yeni rol mü verildi?

Türkiye Cerablus’a girdikten sonra ilk günler hızlı ilerledi. İlk 15 gün neredeyse ele geçirmek istediği alanın yarısından fazlasını kontrol altına aldı.

TSK, Bab kapısına dayandığından bu yana istediği ilerlemeyi bir türlü sağlayamıyordu. 170 günü dolan Fırat Kalkanı harekatının neredeyse son 2 ayını Bab kapısında geçiren Türkiye, bu alanda ancak Rusya’da düzenlenen Astana toplantılarından sonra ilerlemeye başladı.

Astana toplantılarından sonra dikkat çeken nokta bir tek Türkiye’nin Bab kapısında beklerken sağladığı ilerleme değil. Bu toplantılar sonrasında Türkiye ile eş zamanlı olarak Suriye ordusu da Bab’ın güneyinden askeri operasyon başlattı. Halep’i Türkiye ile işbirliği içinde teslim alan Suriye, adeta bu işbirliğinin diyetini ödercesine Türkiye’nin Bab harekatına görünmez destek vermeye başladı. Bir diğer dikkat çeken nokta Rus ordusuna ait uçakların Türkiye’nin Bab’ın kuzeyinden başlattığı harekatın yanı sıra Suriye’nin Bab’ın güneyinden başlattığı harekata da destek vermesiydi. ABD’nin başını çektiği Uluslararası Koalisyon güçlerine ait uçaklar da sessiz kalmadı. Onlar da Bab bölgesindeki IŞİD mevzilerini bombaladılar.

Bu dönem konuşulan iddialardan biri de MİT Müşteşarı Hakan Fidan’ın Ortadoğu’daki girişimleriydi. Fidan’ın Bab kapısındaki bekleyişi, daha doğrusu ortaya çıkması kuvvetle muhtemel hezimeti aşmak için İran ve Suriye’deki mevkidaşları ve Dışişleri yetkilileriyle peşpeşe bir araya geldiği, yazıldı-çizildi. Bab’da yaşanan askeri trafiği görünce Hakan Fidan’ın Ortadoğu trafiğine dönük iddiaların altının boş olduğunu söylemek pek olası değil.

Tüm bu hengamede yaşananları görmezden gelen Türkiye’nin ‘ana akım’ medyasında konuşulan ise şu: Türkiye’nin Rusya ile birlikte geliştirdiği ‘aksiyonlar’, AKP iktidarının Batı ve ABD’ye karşı kullandığı kozmuş.

Peki, gerçekten öyle mi?

Tüm bu ilişkiler içinde Türkiye iddia edildiği gibi yüzünü Batı cephesinden Doğu’ya mı dönmüş durumda?

Sahadaki yansımalara bakınca, konuşulan ile yaşanan arasında çelişki olduğunu görmek mümkün. İlk çelişki, Türkiye’nin Bab kapısındaki sıkışıklığını aşmak için neredeyse Suriye’deki her aktörün verdiği destektir. Rusya, ABD, İran ve Suriye Türkiye’nin bölgedeki her adımına sessiz kalmayı yeğledi. Kısmen Suriye tepki gösterdi ki onun tepkisi de ‘dostlar alışverişte görsün’ü aşmadı. Elbet bu sessizlik zımni destektir. Rusya ve ABD ise açıktan destek verdi. Doğrusu, Türkiye ancak bu destekler sonrasında Bab’da ilerleyebilmeye başladı.

Astana toplantılarının devreye girmesine ABD, hem sahadaki güçler arasında bir ayrışma yaşanmasına, hem de masada olması gerekenlerle olmaması gerekenleri ayırt etmede işe yarayacağına inandığı için karşı çıkmadı, dikkatle izledi. Hatta ABD’nin Rusya ile gizli diplomasi yürüterek bu süreci kontrol ettiğini bile söyleyebiliriz. Bu işbirliğini, Rusya Dışişlerinin açıklamasından da anlamak mümkün. Rusya Astana’yı, Cenevre’ye alternatif değil Cenevre’nin bir ön hazırlığı olarak değerlendiriyor. Deyim yerindeyse Astana, Cenevre öncesinde hem muhaliflerin ayrışmasına, hem de Rusya ve Batı’ya tepkili olanların, bu ülkelere karşı çıkanların gazının alınmasına hizmet edeceği için destek gördü.

Bu ilişki ağında Türkiye’ye biçilen rol açıktır ki sahadaki radikal cidadçıları "makul", "kabul edilebilir" noktaya çekmektir. Bir diğer anlatımla Türkiye’ye, bölgede mayın temizleme görevi verilmiş, denilebilir. Bu görev nedeniyle olacak ki Türkiye hala hem ABD’den, hem Batı’dan, hem de Rusya’dan destek alabiliyor.

Bu noktalarda yaşanacak sıkıntının Rojava Özerk Yönetimi’ne bakıştaki farklılıklar olduğu açık. Rusya da, ABD de bu noktada Türkiye’den farklı düşünüyor. Türkiye ise ‘mayın temizleme görevi’ karşılığında Kürtlerin devre dışı bırakılmasını istiyor.

Doğrusu, uzun dönemdir Suriye’yi yakından takip eden biri olarak Türkiye’nin Kürtlere karşı geliştirmek istediği dışlama politikasının bir işe yaramayacağını söyleyebilirim. Türkiye, aslında Suriye’yi bu noktaya taşımadaki sorumluluğunu affettirmek için bugün bölgesel aktör olmaktan bölgedeki aktörlerin emir erine dönmeyi kabul etmiş durumda. Bunu yapmadığında nasıl bir bedel ödeyeceğini kimse bilmese bile en azından Ortadoğu’da o ülke senin, bu ülke benim dolaşan Hakan Fidan biliyor.

Peki, Rojava yönetimine dönük somut durumu ne zaman daha net değerlendirebiliriz. Onun için, Cenevre katılımcılarının kimler olacağını bekleyeceğiz. Hem Batı, hem de Rusya Türkiye’nin istediği gibi davrandığında Cenevre’den bir sonuç alamayacağını biliyor. Bunu aşmak için yapacağı ise net; Suriye yönetimi ile aynı masaya oturmayı kabul eden Türkiye’ye Rojava yönetimi ile aynı masaya oturmayı da kabul ettirmek.

***

Bu, Artı Gerçek’teki ilk yazım. Yeni bir mecrada yalnız yazar olarak değil, mutfağında sorumluluk alarak da yer aldım. Konuyla ilgili Genel Yayın Yönetmenimiz Celal Başlangıç Artı Gerçek’teki yaklaşımımızı uzun uzadıya yazdı. Benzer şeyleri yazmayacağım. Yalnız çok sayıda arkadaşın sosyal medyada sorduğu bir soruya yanıt vermem gerekiyor. Türkiye’de iki günlük gazeteye de yazıyorum. Rojeva Medya’daki yazılarım Kürtçe, Evrensel’dekiler ise Türkçe yayınlanıyor. Bu mecralarda yazmayı sürdüreceğim. Hem Evrensel’le, hem Rojeva Medya ile dayanışmayı bir sorumluluk olarak görüyorum. Umarım haftada 4 yazı yazmayı yeni mecramızdaki sorumluluklarımla birlikte sürdürebilirim. Bunu sürdürmenin bir yolu da elbet hiç eksiltmediğiniz destekler olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fehim Işık Arşivi