Umut, hüsran, sessizlik ve mücadele

Seçim sonrası muhalif kesimler olarak yorulduk ve üzüldük. Fakat yıllarca süren bir düzeni değiştirmenin kolay olmayacağı açık bir gerçek. Bu nedenle kısa zamanda ayağa kalkmak ve mücadeleye devam etmek zorundayız.

‘’Düşünmek, gerçekten de acı vericidir. Çünkü farkındalık yaratır ve şüpheye yol açar. Düşünmek insana bir yük gibi görünür. Bu yüzden; insanların çok büyük bir bölümü düşünmekten kaçmak için, kendilerini bir ideoloji veya inançla hipnotize ederler.’’
Jiddu Krishnamurti

Seçim sonrası, sanırım büyük bir çoğunluğumuzun ağzını bıçak açmıyor. Kendim adıma yıllardır verdiğim mücadelenin aslında hiçbir karşılığı olmadığı hissine kapılmış durumdayım. Kelle koltukta siyaset yapma, muhalif bir dille yazı yazma, sürekli kriminalize edilmeye çalışan bir partinin yöneticiliğini yapma ve bir de buna Sol ruhlu Ermeni olma durumunu ekleyince işin vahametini çoğunuz anlamışsınızdır. Bu kadar zor ortamda, güzel bir değişimi görmeyi insan arzuluyor. Fakat sonuçlara bakıldığında çok fazla yol alınamadığı da ortada.

Kendime dair bir espriyle ruh halimi özetlemeye çalışayım. Aslında bir Fenerbahçeli olarak son dakikada kaybedilen şampiyonluklardan, yenen basketlerden, atılan gollerden dolayı şerbetli olmam lazım, ama sanırım o şerbet düzeyine siyasette henüz ulaşamamışım.

Acaba bu sene “o sene mi?” derken, bu senenin de o sene olmadığını gördük. Muhtemelen hepimiz seçimlerdeki başarısızlık için bir günah keçisi arıyoruz. Düşündüğümüzde birçok günah keçisi de bulabiliriz. Fakat suçlamaları kendimize yöneltmezsek, yani takkeyi önümüze alıp düşünmezsek asla yol alamayacağımızı düşünüyorum. Seçim öncesinde var olan durumlara ne kadar müdahil olduk? Desteklediğimiz yapılarla ne kadar eleştirel bir şekilde mücadele verdik? Kaçımız seçim çalışmalarında sosyal medya dışında yüz yüze birini ikna etti. Neyse, uzatmadan esas konumuza dönelim.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Sayın Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun ikinci tura kalması bile aralarındaki oy farkından dolayı çoğumuzda umutsuzluk yaratıyor. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen insanların yüksek oranda Erdoğan’ı desteklemesi zaten kaygı verici. Bir de ikinci turda tabii ki milliyetçiliği ile ünlü Sinan Oğan’ının seçmen kitlesine ihtiyaç duyulması, ayrıca kaygı verici.

Esasında bu haftaki yazım, muhaliflerin Meclis çoğunluğuna ulaşamaması üzerine olacak. Bu sonucun bugün çokça yapıldığı gibi sadece seçim stratejileri üzerinden değerlendirilmesini doğru bulmuyorum. Seçim stratejilerinin ve vekil tercihlerinin başarısızlıkta büyük etkisi olduğunu düşünmekle beraber, bu durumu biraz daha geniş bir perspektiften değerlendirmek gerektiğine inanıyorum.

EZBERE MİLLİYETÇİLİK VE SİYASİ DİNCİLİK

Bu seçim, en başta 1980 darbesinin toplum üzerindeki etkisinin hala en ağır şekilde sürdüğünün kanıtıdır. Darbeden sonra, özellikle milliyetçilik ve sonrasında geri kalmış toplumları etkileyen siyasi dincilik gibi en büyük silahlar, seçmen üzerindeki etkisini yine gösterdi. Bu duruma sadece siyasi İslam demenin doğru tabir olduğunu düşünmüyorum.

Ne yazık ki, biz az bırakılan halklar da kendi din insanlarıyla benzer durumu yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Memlekette yaşananların yansıması biz Hristiyanlar için de farklı değil. Ülkenin bu durumuna “siyasi dincilik” demek, sanırım en doğru tabir olacaktır. Etkisini hayatın her alanında gördüğümüz kuru milliyetçilik ve siyasi dincilik karşısında ne yaparsanız yapın, toplumun kodlarına işlemiş ve bunu açıkça sömüren partilerin rüzgârı arkasına almasına karşı mücadele etmek oldukça zor. Tüm bunlar, dış etkenlerle birleştiğinde seçimlerde alınan sonucun kök nedenine iniyorsunuz. Yani sorunun özü, seçimi kaybetmekten çok daha vahim.

PUTİN KAZANDI

Diğer yandan, seçimi sadece ülke içindeki iktidar mücadelesi olarak değil, coğrafi konumumuz nedeniyle Rusya- Amerika ve AB arasındaki soğuk savaşının bir parçası olarak da değerlendirmek gerekir. Rusya’nın doğal gaz borç öteleme politikası ve sonrasında iktidarın 1 ay bedava doğal gaz vaatleri, ardından Kemal Bey’in Rusya’ya karşı seçim öncesindeki yüksek perdeden çıkışı, bu soğuk savaşın kanıtı niteliğinde.

ABD’ye dair seçim öncesi Erdoğan’ın açıklaması hafızalarınızdadır. ABD Başkanı Biden için söylediği ’Erdoğan'ı devirin emri verdi sözleri unutulmamalı, yani uluslararası dengelerin seçime etkisi çok oldu. Bunun nasıl ve neden olduğu üzerine ahkam kesmek de çok doğru değil. Fakat bu tür yüksek perdeden açıklamalar gelecekteki ülkenin durumu açısından endişe verici. Gün gelir ’’Dün yediğin hurmalar, bugün seni tırmalar.’’

Bu dengelerle seçime girildiği bilincinde olmamız gerekiyor.

Biraz da muhalif yapıların neleri yanlış yaptığı hakkında konuşalım.

HATALI İTTİFAKLAR

Öncelikle, bu seçimde en büyük hata, kurulan ittifaklarla yapıldı. Bu ittifaklar, sağ ve sol seçmenler için belirsizlik yarattı.

Altılı Masa’nın ilk ortaya çıkışı, ilk başta herkese “tüm muhalifler birleşiyor” ruh haliyle iyi gibi geldi. Fakat seçim öncesi konular tartışıldığında farklılıklar ortaya çıktı. Seçim dönemi yaklaştıkça, gayet doğal bir şekilde gelişen iç çekişmelerin seçmene yansıması kaçınılmaz oldu. Bunlardan en büyüğü İYİ Parti Başkanı Meral Akşener’in masadan çekilip tekrar masaya dönmesiydi. Bu durum özellikle sağ seçmende kırılmaya neden oldu ve oy dağılımlarında net bir şekilde görülmekte.

Geçmiş yazılarımda, muhalif sağ partilerin İyi Parti ile bir ittifak kurarak bir blok oluşturması gerektiğini belirtmiştim. Aynı şekilde, CHP’nin de kendi dışındaki “TÜRK SOLU’’ diye tabir ettiğimiz partilerle bir blok oluşturması gerekiyordu. HDP/YSP ise benzer şekilde ‘’TÜRKİYE SOLU’’ ile ittifak kurmalı ve hepsi de kendine uygun bir Cumhurbaşkanı adayı çıkarmalıydı. Bu durumda, seçmen için oy vermek çok daha kolay olurdu. CHP listelerinden giren sağ kanattan vekillere oy vermenin veya sağ seçmenin sol bir siyasi yapının içinde olan sağ tandanslı vekillere inanıp oy vermesinin ne kadar zor olduğu fark edilemedi.

Bunun neticesinde, Altılı Masa içinde bulunan sağ partilerin neredeyse hiçbir oy getirisi olmadı. Oy getirmemelerinin yanı sıra, gerçekten CHP içinde vekil olmayı hak eden kişilerin de önünü tıkamış oldular. Bu tarz kırgınlıkların da seçim sürecine etkisi olduğunu unutmamalıyız.

Benzer bir durum Emek Özgürlük İttifakı’nın bileşeni YSP/TİP için de geçerliydi. Bu hatalı kurgulanmış ittifaklar, gelecekte olası durumlar için de partilerine gönül veren seçmenler arasında kopukluğa yol açtı. Parti içinde dinamik çalışan bireylerin, halk ve inanç temsilcilerinin gerektiği kadar yer alamaması da bir sorun oldu.

Parti üst yönetimlerinin, bu ittifakların sadece seçimlere yönelik olmadığı açıklamasına rağmen, tabanda bu ittifakın bir karşılığı olmadığı özellikle Batı’daki kentlerde net bir şekilde görüldü. Bu partilere oy veren seçmen kitleleri birbirlerine öfkeli.

İkinci tur seçimleri sonrasında halen kelam edebilecek imkânda olursak, bu tespitlerime daha detaylı bir şekilde yazmayı planlıyorum.

BU SEÇİMDE ERMENİLER NE YAPTI=

Bu başlığı, seçim sonrasında sürekli olarak yöneltilen sorular sebebiyle yazma ihtiyacı hissettim. Daha önceki yazılarımda, vekil adayları belirlendiğinde az bırakılan halkların ve inançların tüm partilerdeki adaylarını tanıtmaya çalışmıştım. Seçimde, Ermeni halkının iki adayı vardı. Biri AK Parti’li Sevan Sıvacıoğlu, diğeri ise İstanbul 2. Bölge’de TİP’den sembolik aday olarak giren ve sol tarihin önemli isimlerinden Masis Kürkçügil’di. Sevan Sıvacıoğlu, özellikle dini ve vakıf temsilcilerimiz üzerinden seçim çalışması yürüttü. Seçilebilecek bir sıradan aday olması sebebiyle Meclis’te yerini alacak. Genel olarak, iktidarın kendi Ermenileri dışında oy almadığı görülüyor. Bu, toplumumuzun yaşadığı yerleşim yerlerindeki sandıklardan ve sohbetlerden anlaşılıyor.

İstanbul 1. Bölge’de Ermeniler, ağırlıklı olarak YSP’ye oy vermişler. Bunun dışında TİP ve CHP’ye de oy vermişler. Kemal Bey’e verilen oy oranı oldukça yüksek.

İstanbul 2. Bölge’de Masis Kürkçügil ve Ermeni toplumunun sevdiği isimlerden olan Ahmet Şık’ın etkisi görülüyor. Bu bölgede ağırlıklı olarak TİP ve YSP’ye ve CHP’ye oy verildiğini görüyoruz. Yine Kemal Bey’e oy verilmiş.

3. Bölge’de ise ikinci bölgede olduğu gibi bir benzerlik yaşandı. Ağırlıklı olarak TİP ve yine YSP ile CHP’ye oy verilmiş.

Antakya Samandağ’da ise TİP, CHP, YSP ve Kemal Bey’e toplum olarak oy kullanılmış.

Geçmişe bakıldığında, Türkiye’deki Ermenilerin en yüksek oy oranını HDP’ye verdikleri görülmüştü. Bu durum, özellikle Ermeni toplumu için katılımcı bir siyasi alanın yaratılması açısından önemli bir rol oynuyordu. Daha fazla yönetici ve vekil adayına yer veriliyordu. Ancak, net bir şekilde ifade etmek gerekirse, Yeşil Sol Parti’nin bu tercihin nedeni, tüm kesimlere anlatılamadığı gibi Ermeni toplumuna da yeterince anlatılamadı.

Uzun lafın kısası, seçim sonrası muhalif kesimler olarak yorulduk ve üzüldük. Fakat yıllarca süren bir düzeni değiştirmenin kolay olmayacağı açık bir gerçek. Değişimden korkacak kadar geri bırakılmış seçmenin bir hafızası var. Önümüzdeki sürecin geçmişten çok daha zor olacağının da farkındayız. Başta demokrasi güçleri ve muhalif yapıyı destekleyen bölge halkları için sıkıntılı bir süreç olacağı muhtemel. Bu nedenle kısa zamanda ayağa kalkmak ve mücadeleye devam etmek zorundayız. Bu mücadeleyi borçlu olduğumuz birçok değerimiz olduğunu unutmamalıyız. Hiçbir şey ilelebet değildir.

Mutlaka kazanacağız!


Murad Mıhçı: Ermeni yazar, siyasetçi, aktivist. 1975’te İstanbul'da doğdu. 2010’da Eşitlik ve Demokrasi Partisi Parti Meclis üyesi oldu. 2014’te İstanbul Halkların Demokratik Partisi İl yönetiminde görev alıp basın sözcüsü görevini yürüttü. 2015 yılında yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde HDP İstanbul 1. Bölge Vekil adayı oldu. 2016 ve 2017 'de Halkların Demokratik Partisi 2 Kongresi’nde Parti Meclis ve Merkez Yürütme Kurul üyesi görevlerini üstlendi. Halklar İnançlar ve Genişleme Komisyonlarında çalışma yürüttü. Turnusol, Agos Gazetesi (misafir yazar), Demokrat Haber'de yazarlık yaptı. ''Yeniden İnşa Et '' kitap yazarlarından.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murad Mıhçı Arşivi