Koray Düzgören
‘Vesayeti kaldıracağız’ diye geldiler devlete biat ederek gidiyorlar!
‘Sözde reform’ şenlikleri, neredeyse 24 saat sürdü.
Hiç inanmadıkları halde, zaman kazanmak amacıyla, dostlar alışverişte görsün diyerek ilan ettikleri reformun ömrü, iktidarın kayyımı olduğunu bu kez çok açık bir şekilde beyan eden MHP liderinin çaldığı düdükle nihayete erdi.
Hani liderleri Türkeş’in bir zamanlar, "Ne mozaiği ulan" deyişi gibi, "Ne reformu yav" dercesine…
Kısaca hatırlatalım:
1995 yılında TÜSİAD’ın hazırladığı "Doğu Raporu" sonrası ortaya çıkan "Türkiye mozaiktir" söylemine Türkeş, "Ne mozaiği ulan!" diyerek karşı çıkmıştı.
"Türkiye’de Türk yaşıyor. Burası 1071’den beri Türk memleketidir. Sen önce Türk gerçeğini tanı. Kürtler bizim bin yıllık kardeşimizdir" diyerek tarihe geçmişti.
Şimdi geldiğimiz nokta, 19 yıldır çeşitli koalisyonlarla ülkeyi yönetmeye çalışan ama bir türlü yönetemeyen AKP için tam bir hayal kırıklığı anlamını taşıyor.
Tabii bu hayal kırıklığı, aslında Türkiye için, 83 milyon için bir karabasana dönüşmüş durumda. Ülkenin geldiği noktayı, bizzat bunun sorumlusu olan AKP’nin lideri Erdoğan kaç gündür dile getiriyor.
Ekonomi ve hukuk alanında ülkenin şiddetle reforma ihtiyacı olduğunu söylüyor.
Ekonomi için gerekirse ‘acı reçete’ uygulamaktan kaçınmayacaklarını dile getiriyor.
Ekonomistlere göre bu ‘acı reçete’ lafı pek hayra alamet değil.
Türkiye için ‘acı reçete’ yüksek faiz, ilave vergi ve kemer sıkma demek... Durgunluk, işsizlik, gelirlerin düşmesi, gelir eşitsizliğinin daha da büyümesi, hayat pahalılığı ve yoksulluğun, fakirleşmenin artması demek.
HAK HUKUK ADALET AMA O KADAR DA FAZLA DEĞİL
‘Acı reçete’ ancak batmanın eşiğine gelmiş/getirilmiş ekonomiler için genellikle IMF’nin dayattığı bir yöntem…
Hukuk reformu derken de hak hukuk, adaletten söz ediyorlar.
Ülkenin Adalet Bakanı, yargı ve yargıç bağımsızlığı, tutuklamaların adil olması gerektiği gibi güzellemeleri dile getirdi.
Bu vesile ile Saray’daki kurullardan birisinin de üyesi olan Bülent Arınç, Cumhurbaşkanı’nın zımni onayı ile işi daha ileri boyutlara götürdü. İktidar tarafından rehin tutulan Demirtaş ve Kavala’nın serbest bırakılması gerektiğini dahi söyledi.
Reform derken, 19 yıldır yolunda gitmeyen işler, çözülmemiş sorunlar nedeniyle adeta enkaza dönüşmüş bir ülkeyi devralmış gibiydiler.
Sanki yeni iş başına gelmiş bir iktidar gibi konuştular.
Oysa bütün bunların sorumlusu, 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana devletin uzantısı bir parti ile kurdukları ortaklıkla birlikte, bizzat kendileriydi.
7 Haziran seçimlerinde Kürtlerle birlikte ülkenin demokrasi güçleri yüzde 13’ün üzerinde oy alarak 80 milletvekilliği kazanınca devlet içindeki güçlerin alarma geçip bu ‘tehlikeli’ gidişi durdurmak amacıyla harekete geçtiğini biliyoruz.
Sonrası malum... Devletin uzantısı olan MHP bir yerlerde alınan karar gereği saf ve ağız değiştirerek Erdoğan’ı desteklemeye ve AKP ile fiilen koalisyon ortağı olmaya karar verdi.
Erdoğan, ortadan kaldırmayı vaat ettiği vesayet rejimine, iktidarını sürdürmek için tam anlamıyla teslim oldu.
Bu teslimiyetin içinde, kuşkusuz o sırada zor da olsa yürüyen ‘Çözüm Süreci’ne, bir hatta birden çok bahane uydurularak son verilip Kürt meselesinde ‘Savaşla çözüm’ konseptine geçmek de vardı.
Üstelik de Suriyeli Kürtler kanlı iç savaşın devam ettiği Suriye’nin kuzey ve kuzey doğusunda IŞİD’i yenilgiye uğratmaya ve kendilerini yönetecek bir örgütlenme ile kazanımlar elde etmeye başlamışlardı. Tehlike büyüktü!
Sonraki gelişmeleri biliyoruz. İçerde ve dışarda Kürtlerle savaş devam ederken Erdoğan kendisini destekleyen Kürtlerin de desteğini yitirmeye başladı. Bu desteği yitirdikçe, oyları yüzde 10 civarında oynayan, kendisi küçük ama devletin uzantısı olduğu için etkisi büyük ortağına sıkı sıkıya sarıldı.
BAHÇELİ’NİN İSTEYİP DE ALAMADIĞI BİR ŞEY VAR MI?
Son yıllarda ise kötü yönetim, büyük ölçeklerde yolsuzluklar, israf ve savaş ekonomisine şimdi de Covid-19 salgını eklendi. Krizin yol açtığı tahribatlar, kamuoyu desteğini de giderek geriletti.
Desteği azaldıkça ortağına daha da muhtaç hale geldi Erdoğan. 2015’ten beri MHP’ye bağımlı idi ama son zamanlarda koalisyon, neredeyse tümüyle Bahçeli’nin kontrolüne geçti.
Geriye doğru baktığımızda, Bahçeli’nin iktidardan isteyip de alamadığı herhangi bir şeyin olmadığını söyleyebiliriz.
"Dava arkadaşım" dediği ülkücü mafya şefi Alaattin Çakıcı için Bahçeli istedi diye özel bir af çıkartıldığını burada hatırlatalım.
O Çakıcı’nın, geçtiğimiz günlerde ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’na ağır hakaretler eşliğinde tehditler savurduğunu ve başta Erdoğan olmak üzere iktidarın ağzını açıp da tek bir kınama lafı dahi edemediğini de belirtelim.
Arkasından, iktidarın hukuk reformu söylemlerine ve özellikle de Bülent Arınç’ın Demirtaş ve Kavala’ya ilişkin özgürlük temennilerine ilişkin olarak MHP’den sert açıklamalar işittik.
Bahçeli bir kayyım tavrı ile Saray’a parmak sallayarak kırmızı çizgilerden söz etti. Demirtaş ve Kavala’nın asla serbest bırakılamayacağı konusunda iktidarı uyardı.
Bu durumda Erdoğan ya Arınç’a ve reform sözlerine sahip çıkacak ya da küçük ortağına biat edecekti.
Sonuç sürpriz değildi. Erdoğan, Bülent Arınç’a arka çıkmadı.
Bunun üzerine Arınç dün istifasını sundu ve tabii Erdoğan tarafından hemen kabul edildi.
Erdoğan, iktidarının ömrünü uzatmak için damadı ve halefi olarak düşündüğü Berat Albayrak’tan vazgeçtikten sonra, eski yol arkadaşı Bülent Arınç’ı da harcamış oldu.
Lafı uzatmadan söylemek gerekirse, bunun bir tek nedeni var:
80 yıldır ülkenin üzerine çökmüş vesayet rejimini kaldırıp vatandaşı özgürleştirmek amacıyla 19 yıl önce yola çıkan AKP, bugün o vesayet gücüne biat etti...
Bir süre sonra AKP’nin tarihini yazacak araştırmacıların son sözü herhalde şu olacak:
"Vesayeti kaldırmak sloganı ile seçmenlerin desteğini alıp iktidara geldiler ama o vesayetle bütünleştiler."
Geleceğe bir not da bizden:
Bu nedenle de iktidarı kaybettiler.