Virüs Global, Mücadele Alaturka

Zıt uygulama metodları benimseyen İsveç ile Vietnam, nispeten başarılı. Alaturka yöntemler uygulayan Erdoğan, kendini muzaffer göstermek istiyor ama…

Dünya beş aydır COVID-19’la mücadele ediyor. Salgına karşı alınan önlemlerin önce sağlık sonra siyasi, ekonomik, toplumsal, kültürel, hatta psikolojik boyutları var. Wuhan’daki virüs ile Sao Paulo’daki virüs aynı. Yani global bir pasaportu/kimliği var. Girdiği her ülkede, her bölgede hatta belki de her kentte bulaşma zamanı, hızı, öldürücü gücü, dolayısıyla da tedavisi farklılıklar gösterebiliyor. Çünkü bulaştığı insanların bünyesi birebir aynı değil. En somut iki örnek, İsveç ve Vietnam.

Stockholm yönetimi, Sürü Bağışıklığı tabir edilen mücadele yöntemini benimsedi. Hochiminhville yönetimi ise olağanüstü sıkı karantina uyguladı. Şu ana kadar varılan sonuçlara baktığımızda iki ülkenin de nispeten başarılı olduğunu söylemek mümkün. Vietnam’ın resmi açıklamasına göre virüsten ölüm sayısı 0, evet sıfır, vaka sayısı da 400 kadar. İsveç’de vaka ve ölüm sayısı nüfusa göre çok yüksek değil ama normal yaşam orada büyük ölçüde eskisi gibi devam etti/ediyor. 

Bu iki örnek, COVID-19’a karşı alınacak önlemlerin, ülkelerin birçok özelliği hesaba katılarak kararlaştırılması gerektiğini gösteriyor. Vietnam’da tek parti yönetimi olduğu için, yani demokrasi olmadığı için, siyasi iktidar herhangi bir Batı ülkesinin alamayacağı ve uygulayamayacağı sert karantina önlemleri alarak kamu sağlığını korumayı becerdi. Vietnam, savaş geçirmiş kuşağın halen hayatta olduğu bir ülke. Yüzölçümü itibarıyla kilometrekareye düşen yurttaş sayısı ortalama olarak çok büyük değil. Ayrıca Çin’in komşusu olduğu için oradaki gelişmeleri yakından takip edip zamanında önlem alarak yıkıcı dalgayı önlemiş görünüyor. Vietnam’da bireysel temel hak ve özgürlükler alanında uzun ve derin bir tecrübe olmaması ayrıca toplumun yönetime biatı da önemli bir boyut olsa gerek. Vietnam ekonomisi büyük bir ihtimalle virüs sonrası dönemde, salgın döneminde meydana gelen açığı kitlesel bir seferberlikle kapatabilir. Zayıflayan ekonomi düzelebilir, ölen insanlar ise diriltilemiyor. Vietnam’ın genç nüfusu da salgın aleyhine işleyen bir unsur.

İsveç ise güçlü ekonomisi, bireysel ve kolektif özgürlüklere bağlılığı nedeniyle, hayat pahasına bile olsa, sıkı hatta normal karantina koşullarını kolay kolay kabul edip uygulayabilecek bir ülke değil. Bırakın İsveç’i, ABD’de bile halkın bir kesimi kısıtlamalara karşı ayaklanmanın eşiğine geldi. İsveç yaşlı nüfusuna rağmen, iyinin üstünde bir sağlık altyapısı sayesinde böyle bir lükse katlanabiliyor. Kuşkusuz Sürü Bağışıklığının da bir bedeli var. Toplumun en az yüzde 60’ı bağışıklık kazanana kadar riskli nüfustaki insanlar pat pat ölüyor. Robert Koch Enstitüsünün yöneticisi bu yönteme karşı: "Kim Sürü Bağışıklığı propagandası yapıyorsa, kaç insanı kurban etmeye hazır olduğunu da söylemesi gerekir."

Yunanistan, bir başka olumlu örnek. Atina, komşu İtalya’nın olağanüstü olumsuz durumunu gözleyip acil önlem alarak başarılı bir sınav verdi. Yüzölçümü küçük, nüfus yoğunluğu az, Akdeniz yaşam tarzına rağmen, onlar da savaş geçirmiş bir toplum olarak karantina sayesinde felaketi çok büyük kayıp vermeden atlatıyor. Üstelik Yunanistan’ın ekonomisi de sağlık altyapısı da pek iyi değil. 

Aslında bütün dünya salgına hazırlıksız yakalandı. ABD, İtalya, İspanya ve Fransa ise hem altyapı hem de siyasi yönetimlerin yetersizliği ve beceriksizliği nedeniyle COVID-19’undan çok mağdur oldu. Başka örneklerden anladık ki, kriz yönetiminin kilit noktası, siyasi yönetim.

Türkiye ise dünyada salgına karşı mücadele konusunda bilhassa krizin siyasi yönetimi konusunda başarısız bir ülke olarak temayüz ediyor. Sağlık Bakanlığının doğruluğu son derece tartışmalı istatistikleri kabul edilse bile vaka ve ölü sayısında ilk 10’a girerek başarısızlığını tescil ettirmiş durumda. Nedenlerini kurcalayacak olursak, iktidarın şeffaf olmaması, insan hayatı ile ekonomi arasında ekonomiyi tercih etmesi ilk iki unsur. Gerçi koronavirus patlak vermeseydi de zaten çökmekte olan ekonomiyi bugünkü olumsuz koşullarda çalıştırmaya devam etmek, yüzlerce işçinin ölümüne neden oluyor ama bir maske dağıtmaktan bile aciz olan iktidar beceriksizliğini gizlemek için bir yandan Suriye ve Libya’da askeri operasyonlarını sürdürürken, bir yandan da resmi açıklamaya göre 34 yabancı ülkeye sağlık malzemesi gönderdi. Kendi doktoruna, kendi hemşiresine, kendi yurttaşına maske ulaştıramayan bir iktidar, aklınca gösteriş peşinde. Bu iktidarın iyi niyetli olmadığını, insancıl duygulardan tamamen azade olduğunu yakın geçmişte zaten birçok deneyimle yaşamış ve öğrenmiştik. "Virüsü abartmayın Türkiye’de zaten her gün 20 kişi trafik kazalarından ölüyor" diyen bir ortağı var bu yönetimin. İlk başlarda dut pekmezi, sarımsak, kelle paça çorbası, kolonya, sabır ve dua öneren resmi yetkililer ve uzmanlar ekranlardaydı. Müslüman’a bir şey olmaz, diyenlerin sesi de bir süre sonra kesildi. Virüsü bahane edip cezaevlerindeki hakiki suçluları salıverip, henüz hüküm bile giymemiş meslektaşlarımızı, muhalif aydınları, siyasetçileri, masum kadın, çocuk ve gençleri içerde tutmak da en hafif deyimle sahtekârlık değil mi?

Fransız Cumhurbaşkanı Macron, karantina sayesinde 60 bin kişinin ölümden kurtulduğunu söyledi. Türkiye’de de doğru dürüst önlemler alınsaydı hasta ve ölü sayısı düşecekti. Bu nedenle siyasilerin sorumluluğu herhalde unutulmaz ve zamanı geldiğinde bunun ciddi bir şekilde hesabı sorulmazsa, cezasızlık kök salmış demektir.

Bilim insanlarının öngörüleri uyarınca, COVID-19’un bulaşma ve öldürme gücü bir süre sonra zayıflayacak. Ne zaman, belli değil? Ülkeden ülkeye değişiyor. O zamana kadar ilaç da bulunursa, 2020 yılı, tarihe 1918 İspanyol gribi gibi geçecek. Ve insanlık, bu salgın deneyiminden doğru dürüst ders çıkarmazsa, kapitalizm virüs sonrası da insanları öldürmeye ya da süründürmeye devam edecek. 

Son nokta: Ankara’da yönetim, tahrifatlı istatistikler ve pembe demeçlerle virüsü denetim altına aldığını iddia ediyor. Bu iddiayı kanıtlayacak somut veri yok. Çünkü mücadelenin kilit noktası olan test sayısı artırılmadıkça, kısa ya da orta vadeli geleceği görmek olanaksız. Sağlık Bakanlığı hafta sonundan bu yana test sayısını düşürdü. Neden ki? 

Test sayısı düşerse, hasta ve ölü sayısı da otomatik olarak düşer tabi. Halen Türkiye dahil bir çok ülkede virüs kapmış olmasına rağmen belirti göstermeyen belki binlerce insan var. Bu kişiler taşıyıcı. Bu insanların bir kısmı hastalığı nispeten fazla sıkıntı çekmeden atlatabilecek bazıları ise maalesef hayatlarını kaybedecek. Türkiye’de bakanlık, COVID-19’dan ölen bir doktoru bile koronavirus olarak kaydetmedi. O binlerce insandan bazıları da herhalde gripten filan ölmüş görünecek. TÜİK ve mezarlıklar ölü sayılarını açıklamıyor bir süredir. Hayat Eve Sığar diyorlardı peki, Ölüler Yalana Sığar mı?

Dünya Sağlık Örgütü, "Temkinli olalım, en kötü dönem henüz geçmedi" uyarısını yaparken, ikinci dalgaya dikkat çekiyor.

Batı basını, herhalde boş yere Trump, Bolsonaro, Xi Ping ile birlikte Erdoğan’ın adını salgını en kötü yöneten liderler olarak saymıyor. Batı bizi kıskansa da Erdoğan’ın hakkını veriyor.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi