Virüsten ‘lütuf’ çıkar mı?

Risk grubundakilerin sosyal güvenlik kurumlarına en büyük yükü getiren kesimler olduğu düşünülürse.

Kabul edelim, önümüzdeki en az bir yıl boyunca korona belasıyla mücadele edeceğiz. Ve ‘Reis’imizin açıklamalarından anladık ki bu mücadele öncelikle hekimlerin fedakârlıkları, toplumsal dayanışma ve bireysel korunma önlemleriyle yürütülecek.

Siyasi iktidar, hatta topyekûn Meclis’teki muhalefet partilerinden beklenen ‘sürpriz’ önderlik ruhu yine ortaya çıkmadı.

Virüsle mücadele eden ülkelerdeki liderlerin tutumları, korona ile ilgili açıklamalarının içeriği, kullandıkları sözcükler, vücut dili, salgına karşı aldıkları önlemler o ülkelerdeki rejime de ayna tuttu. Aynı zamanda toplumsal yapının niteliğine de.

Alışılmadık biçimde günlerce ortada görülmeyince haliyle merakla konuşması beklenen ‘Reis’imiz ulusa değil sermayeye seslendi. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ile şakalaştı, müteahhitleri ve sermaye sahiplerini kurtaracaklarını anlattı.

DSÖ’nün (Dünya Sağlık Örgütü) ısrarla tekrarladığı test sayısının artırılmasına, hayati risk taşımasına rağmen çalışmak zorunda olanlara, çalışmayınca aç kalacaklara, hekim ve sağlık personelinin ihtiyaçlarına ilişkin tek kelime etmediği gibi, gayet keyifli bir korona konuşması yaptı.

Toplumun yaşadığı can korkusu ve aç kalma korkusu ile en küçük bir duygudaşlık hissetmeyen, on binlerce insanı öldürebilecek bir salgından lokal bir su baskını gibi bahseden bir siyasi irade elbette sabır, dua, bir de kolonya tavsiye etmekle yetinir.

20 bin civarında umrecinin taşıyıcı ve bulaştırıcı olarak Türkiye’ye salınması, camilerin kapatılmaması, korona testlerinin yeterli yaygınlıkta ve sıklıkta yapılamaması, korona hastalarının ve kayıp sayısının gizlenmesinden sinsi bir "sürü bağışıklığı" politikasının izlendiğinden başka anlam çıkmıyor.

Aralık ayında dünyada yayılan, mart başında Suudi Arabistan’ın da korona haritasına dahil olduğu duyurulmasına rağmen umrecilerin gidişine izin verenler, geldiklerinde karantinaya almak, test uygulamak yerine evlerine gönderenlerin niyetinden şüphelenmemek mümkün değil. Hem de salgına karşı hazırlık için aylarla ifade edilecek zaman avantajı varken.

Hele risk grubundakilerin 60 yaş üstü ve kronik rahatsızlığı olanlardan oluşması, yani sosyal güvenlik kurumlarına en büyük yükü getiren kesimler olduğu düşünülürse.

Konda’nın araştırmasına göre toplumun yarısından çoğu siyasi otoritelerin açıklamalarına güven duymuyor. Ki, şu sıralar bu oran çok daha yükselmiştir.

Araştırmadan bu yana halk, bizzat iktidar mensuplarının karantina konusunda bile ayrıcalıklı olduklarına ilişkin pek çok olaya tanık oldu. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıkladığı hasta ve kayıp sayısının gerçeği yansıtmadığını gördü.

Örneğin emniyet güçleri KKTC Sivil Havacılık Dairesi Müdürü Mustafa Sofi’nin Paris'ten gelen kızı Güzide Sofi’yi karantina otobüsünden indirmek için seferber edildi.

Karantinaya direnerek kaçan, yasaları çiğneyen umrecilere polisin, yasal haklarını kullanan göstericilere davrandığı gibi davranmadığını gördü.

Örneğin Bakan Koca’nın, 17 Mart gecesi ve 18 Mart gecesi yaptığı iki açıklamada da yer almayan bir üçüncü ölümün olduğunu Sözcü gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk’ten öğrendi Türkiye.

Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman'ın koronavirüsü nedeniyle öldüğü bir gün sonra mecburen doğrulandı. Ve eşiyle kız kardeşinin testlerinin de pozitif çıktığı, karantinaya alındıkları açıklandı.

Yetkililerin açıklamadığı daha önemli bir bilgiyi de sosyal medyaya sızan bir video kaydından öğrendik.

Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesi’nde görevli Uzman Doktor Güle Çınar’ın eğitim sırasında çekilmiş video kaydında "Önce kendimizi koruyacağız. Kendimizi nasıl güvenli hissedecekseniz öyle davranın ama malzemeyi de çok dikkatli kullanmamız lazım. Çünkü görünüşe göre kötü başladık nasıl gideceğini bilmiyoruz. İtalya olmamayı umuyoruz. Aslında baya kontrollü gidiliyordu ama Umre işi mahvetti. Şu an artık binlerle konuşabiliriz vaka sayısı olarak. Söylendiği gibi 100’lerde değiliz artık. Ve İstanbul çok fena, Ankara da fena başladı. Doğu’da da Var, Kayseri’de var 3’ü de Umre’den gelme" sözlerinin duyulması üzerine ortalık ayağa kalktı.

Duyduklarımıza göre binlerle ifade edilecek sayıda korona hastası varmış ve bu binler aramızda dolaşıp duruyormuş. Tahmin ediyorduk, doğrulandı.

Zamanında önlem almayanların, halktan bilgi saklayanların, halka yalan söyleyenlerin özür dileyerek istifa etmesi gerekirken, bütün güçleriyle virüs savaşına hazırlanan hekimleri susturmaya çalışıyorlar.

Bu arada Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Alpay Azap ise twitter mesajında aslında Doktor Güle Çınar’ı doğrulayarak "Türkiye, kritik olgu eşiği olan 100’e ulaştı. Az test yaptığımızı, hastaların yüzde 20’sinin hastaneye gelip tanı aldığını düşünürsek kritik eşiğe günler öncesinden ulaşmış olmamız da olası. Hong Kong, Singapur olma şansımızı kaybettik. Bundan sonra tüm enerjimizi İtalya olmamaya harcamalıyız" diyor.

Prof. Alpay Azap’ın az test yapıldığını, kritik sayıya günler önce ulaşmış olabileceğimizi söylediği de dikkatinizi çekmiştir.

Gerçekten anlaşılmaz; Bilim Kurulu Üyeleri mi Sağlık Bakanı’nı ikna edemiyor, yoksa Sağlık Bakanı ‘Reis’ini mi?

Başka önemli sorular da var.

Acaba İtalya gibi ölüm sayısı katlanarak artar ve salgın sağlık sistemini felç etme noktasına gelirse, işsizlik ve yoksulluk bugünü bile aratır, iktidara duyulan güvensizlik hızla yükselirse sonuçları ne olur?

Virüsten de ‘lütuf’ çıkarabilirler mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi