Visca Catalunya Lliure! (*)

Sağcı İspanyol merkezi hükümeti, ülkesi ve kendi geleceği hakkında görüş belirtmek için sandığa giden Katalanlara polis şiddetiyle cevap verebildi. Eeee?

Kürdistan’dan Katalonya, yaklaşık 5 bin kilometre...ve 5 gün ara ile bu iki ülkede bağımsızlık referandumu yapıldı.

Bir çok ortak nokta var, bir çok da farklılık.

Irak Kürdistan’ı Bölgesel Yönetimi, Katalan yetkililerinin daha önce aldığı bağımsızlık referandumu kararını zaten açıkça ve resmen desteklemişti.  Katalonya Özerk Yönetimi Başkanı Carles Puigdemont da, "Katalan ve Kürt ulusları arasında benzerlik var. İki ulusun da kendi kaderini tayin hakkı var. İspanya ve Irak hükümeti, onların haklarına hiç saygı duymuyor. Kürdistan halkının yalnız olmadığını söylemek istiyorum. Direnişi sizden öğreniyoruz. İki ulus için de tek bir gelecek var: O da özgürlük. Bu özgürlük üzerinden kardeşiz" diyen bir açıklama yaptı.

Tepki/yankı olarak Twitter’dan iki alıntı:

  • İşalla dağ vardır sizin orada hoca!
  • 'Keep calm and learn how to zılgıt' (Sakin ol ve zılgıt çekmeyi öğren)

İspanyol merkezi hükümeti Franko faşizminin ölmediğini kanıtlarcasına, Pazar günü, siyah kar maskeli polis ve askerleriyle bazı seçim bürolarını bastı. Seçim sandıklarına el koydu, oy pusulalarını, seçmen listelerini yırttı, imha etti. Seçmen kitlesine plastik mermi sıktı. Yani orantısız şiddet kullandı. Polis demokratik bir ülkede, demokrasinin belki de önemli kurumlarından biri olan seçim mekanlarını basmıştı. Yasadışı, silahlı bir gösteri filan değil…  

Pazar akşamı gelen haberlere göre en az yedi yüz yurttaş ve 11 polis yaralandı. Yüzü gözü kanlar içinde seçmenler gördük ekranda. Oylamayı gözlemci olarak izleyen 14 İngiliz parlamenter, İspanyol merkezi hükümeti hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesine başvuracaklarını açıkladı. 'Madrid daha baştan kaybetti!' sosyal medyada en sık kullanılan cümle oldu.

Pazar akşamı İspanyol Başbakanı, İspanyolca konuşan bir Binali Yıldırım görünümündeydi. Zaten gün boyunca da, polisin şiddetini kınayan Katalanlar 'Burası İspanya, Türkiye değil!' sloganını atmıştı.

Madrid’in referandumu önlemek için şiddete başvurması, Katalonya Özerk Yönetiminin meşruiyetini güçlendirirken, azınlık da olsa hem kararsızları hem de karşı oy vermeyi tasarlayan Katalanları bağımsızlıkçılara yaklaştırdı. 

Katalanlar, daha Cumartesi gecesinden seçim sandıklarını korumak için nöbete başlamışlardı. Gelişmelere şiddetle yaklaşan Madrid polisinin saldırıları nedeniyle, öğlen saatlerinden itibaren, her seçmen sadece kendi seçim sandığında değil, polisçe basılıp kapatılmamış herhangi bir sandıkta oy kullanabildi. 

Artı Gerçek ve Artı TV, Aris Nalcı’nın haberleri sayesinde referandumu Barcelona’dan izledi.

Katalanlar, bugünkü sınırlara göre hem Fransa’da hem de İspanya’da yaşıyor. Fransa’nın Katalan bölgesinde 63 Belediye Başkanı, yayınladıkları ortak bildiride, İspanya’daki Katalan seçmenlerin referandum tercihi konusunda herhangi bir tutum almanın doğru olmadığı çekincesini belirtip, oylamanın barışçı geçmesi ve sonuca herkesin saygı duyması gerektiğini açıkladı. Fransa resmi tutumunu ise, Dışişleri Bakanı değil Avrupa İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı aracılığı ile açıkladı.  Fransız yetkili, İspanyol devlet bütünlüğünden söz ederek yarım ağızla da olsa Madrid’i desteklemiş oldu. Macron, mesela kalkıp 'Nos fermeros dos vanos hola!'(**) demedi!

AB sözcüsü de, Katalonya ayrılırsa, otomatik olarak AB üyeliği düşer mealinde bir açıklama yaptı. Halbuki İskoç heyeti de gelmişti Barcelona’ya. Referandumdan sonra bağımsızlık ilanı ertesinde, Katalonya AB üyesi olarak kalır diye bakıyorlardı. Onlar da Brexit’den sonra AB’de kalmak istiyor ya…

Cumartesi Pazar ben havaya girmek için Katalanların efsane şarkıcısı Lluis LLach’ı dinledim. (L’Estaca/Kazık) Barselona takımı henüz bugünkü kadar ünlü değilken Camp Nou stadyumu için, 'Futbol maçında dolmaz, Lluis Llach konserinde dolar' derlerdi. 70'lerden bu yana Katalan kültürü ve müziğinin önde gelen sanatçısıdır Lluis Llach. Hala sahneye çıkar. Son zamanlarda roman da yazmaya başladı.

Barcelona öyle sıradan bir kent değil. 3-4 kez gitmişliğim var. Akdeniz’in kıyısında, şen şakrak, modern, çok kültürlü bir şehir. Bir keresinde Yaşar Kemal’e Akdeniz Ödülü vermişlerdi. Bir keresinde maça gitmiştik. Katalonya bayrağı da sarı-kırmızı ya, dostane oluyor maçlar. Barcelona futbol klubü, İspanyol Futbol Federasyonu, 'Katalonya bağımsız olursa siz de La Liga’dan çıkarsınız' diye tehdit ettiği halde, resmi açıklamasında bağımsızlık referandumunu açıkça destekledi. Guardiola da bağımsızlıkçıların önde gelen bir sözcüsü…

En son Yiğit Bener’le, Ramblas’daki meyve-sebze pazarının içinde bir esnaf balıkçısı keşfetmiştik. Benim eski favorim 7 Kapı lokantası gözden düştü. Yiğit bir öyküsünde sözünü ediyor bu muhteşem mekanın.

Picasso, Malaga’da doğmuş olsa da Barselona’da Güzel Sanatlar okumuş. Dali de oralı. Miro müzesi de müthiş.

Barcelona, bizim sol kültürde kızıl-kara bir kenttir. İç Savaşta olağanüstü fedakarlık göstermiştir anarşistlerle komünistler. Sonra kapışmış olsalar da. Bir de meşhur Uluslararası Tugaylar,  sınıra en yakın kent olduğu için Barcelona’da üslenmişler Franco’ya karşı.  

Devletin ne olduğunu Lenin’den ve sonra da Bourdieu’den okuyunca, İspanya’nın en zengin bölgesinin bağımsızlık talebinin, haliyle merkezi yönetimi neden çılgına çevirdiğini anlıyor insan. Halbuki bir ailede çocuklar yetişkin olunca, çeker gider evden ve kendi hayatını kurar ya, ana-babadan bağımsız olarak, işte biraz buna benzetiyor kimileri Katalonya’daki durumu. Madrid açısından bakınca işler farklı. En zengin bölgenden oluyorsun, 'milli' dediğin üretimin düşecek, vergi gelirlerin azalacak, egemenliğinde bir yara, bir de dış dünyaya karşı bir bölgene söz geçiremeyen kötü ve beceriksiz baba konumuna düşüyorsun ya, pek fena… Halbuki Katalonya açısından bakınca, o bölge bir çocuk filan değil, Madrid de baba değil.

Zenginin bağımsızlık isteği ile yoksulun bağımsızlığı bir değil. Kaçınılmaz olarak her alanda sınıf meselesi var. Bu da kimi doğmatik solcuların, Katalonya bağımsızlığını 'Burjuvazinin talebi' olarak küçümsemesi, Madrid’e bir göz kırpma değilse nedir?

İskoçya demiştik… Sadece onlar değil, bugün Avrupa’da yükselen bir özerklik/bağımsızlık talebi var. Kuzey İrlanda olsun, Galler olsun, Brexit’ten önce de özerklik/bağımsızlık talep ediyordu. Belçika’da Valonlar ve Flamanlar, İskandinav ülkelerinde Eskimolar, Macaristan’da Romanlar, Baltık bölgesinde bazı etnik gruplar…

Kanada’nın Quebec bölgesinde de yıllardır Fransızca konuşanların özerklik/bağımsızlık isteği var. Quebecli şarkıcı Gilles Vignault, bir evlilik metaforundan yola çıkıp söylediği şarkıda, (Tu peux ravaler ta romance / Yutuver duygusallığını) Quebeclilerin İngilizlerden ayrılmasını savunuyor: 'Hoşgeldiniz diyebilmek için kendi evinizde olmanız gerek!'

Tüm bunlar, bir yandan ulus-devletlerin iflas bayrağını çektiğini kanıtlarken, özerklik/bağımsızlığın da bulaşıcı olduğunu gösteriyor.

Şimdi yalnız İspanya’da işler iyice çatallaştı. Görüş belirtmek, oy kullanmak isteyen yurttaşın üzerine polis gönderirseniz durum zorlaşır. Sağcı hükümet de siyasi olarak iflas ettiğini kanıtlamış oldu.

Toprağı bol olsun, Umberto Eco, Avrupalı bağımsız bir gözlemci olarak, önümüzdeki yüzyıllarda, Antik Yunan’da olduğu gibi, özerklik/bağımsızlık talebinin bölgelerden de çekilip kent boyutuna geleceğini ve şehir-devletlerin (Sparta ya da Venedik gibi) oluşacağını tahmin ediyor. Neo-liberal küreselleşme derken kapitalizmin eşitsiz kalkınma modelleri, mikro-milliyetçilikler, kimlik politikaları sonuç olarak ancak bağımsızlıkla çözüm bulabiliyor demek ki… 

 

(*) Yaşasın Özgür Katalonya!
(**)  Benim Gaasaray Katalancamla ‘’Vanaları kapatırız ha!’’

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi