Yalanlar arşivi

Hayat, bir açıdan bakınca aslında yalanla hakikatin kavgası. İktidar sahipleri ellerindeki olanaklarla işine gelmeyen gerçekleri kapkara bir örtü ile kapatıyor. Ama…

Medyatik faaliyet, yani habercilik/gazetecilik bizde, Batı’ya kıyasla iki asır gecikme ile kamu hayatına girebilmiş. Çünkü Avrupa’da ilk gazete (Nieuwe Tydinghen) 1605 yılında (O zaman bizde Padişah 1. Ahmet dönemi) Anvers kentinde yayınlanmaya başladı. Bizde ise Istanbul’da 1831’de.

Fransa’da ilk gazeteyi (Gazette) Théophraste Renaudot 1631’de Paris’te çıkardı. 

Gazete, Fransızca ve Türkçeye İtalyancadan (Gazzetta) geçen bir sözcük. Kelime anlamı ‘’Bozuk para’’ demek. O zamanlar gazete, bozuk para fiyatına olduğu için bu isim tercih edilmiş. Uygun değil mi? Çünkü gazete hem bozuk bir şey hem de işin içinde para var.

Bundan tam 388 yıl önce Fransız matbuatının kurucu babası Renaudot, gazeteyi şöyle tarif etmiş: Kamunun bilgisine sunmak üzere haberleri toplamak, doğrulamak ve yorumlamak. 

Kentler ve tarihler kuşkusuz önemli. Ama en az bu iki unsur kadar önemli olan bir başka boyut da ilk gazeteleri kimlerin çıkardığı. Bizdeki ilk gazete patronunu tanıyoruz: Sultan 2. Mahmut. Batı’da ise daha çok yeni palazlanmakta olan ticaret burjuvazisinin temsilcileri gazetecilik işine girmiş. Mesela ben Londra’da iken, 1985 yılında, ünlü London Times gazetesi 200. yılını kutlarken, okurlarına armağan olarak ilk sayının fac similé’sini vermişti. Tek sütunlardan oluşan birinci sayfada esas olarak Londra limanına giren-çıkan gemilerin tarihleri, güzergahları ve kargoları haber olarak veriliyordu. Ticaret burjuvazisi için gerekli olan bilgiler/haberler bunlardı.

Medya mülkiyeti bu açıdan tayin edici. Parayı verenin düdüğü çaldığı gibi, gazeteyi çıkaran da kendi çıkarlarını manşete çekiyor haliyle. Gazeteyi kamu çıkarını dert edinmiş kişiler ya da kesimler çıkarırsa, o gazete de okura, kamuya hizmet eder.

Bir süredir gündemde olan ‘’Fake News’’ (Yalan Haber) meselesi aslında Adem ile Havva’dan beri mevcut. 1605 ya da 1831’den bu yana da kâğıda da basılıyor yalan haberler.

Artık bilgisayarlarımızın, cep telefonlarımızın ekranlarında. 

Matbuat/Basın/Medya konusunda yüzyıllardır çeşitli teoriler üretildi. 19. yüzyılın liberal ideologları, ‘’Dördüncü Kuvvet’’ dedi, ‘’Siyasetin en önemli silahı’’ diyen oldu. Kimi sosyologlar ‘’Beyin Yıkama Makinesi’’ kimileri de ‘’İkna Üreticisi’’ sıfatını verdi. ‘’Kamuoyu oluşturucusu’’ diyen de çok. Bütün bu nitelemeler doğru ya da yanlış, ama en önemlisi eksik. Dördüncü Kuvvet ise kimin hizmetinde bir kuvvet? Siyasetin silahı ise hangi siyasetin? Beyin yıkama aygıtı ise kimin ne amaçla kullandığı aygıt? İkna ise amacı ne yönde bir ikna? Kamuoyunu oluşturacaksa, nasıl ve ne yönde oluşturacak? 

Bütün bu sorular medya mülkiyetini gündemin tepesine oturtuyor. 

Türkiye’de Saray, 2002’den bu yana bir yandan, eskiden az çok merkezde konumlanan ya da bağımsız olmaya çalışan medya organlarını korkutarak, baskı yaparak, polis ya da mahkeme marifetiyle bazen de ekonomik yaptırımlarla ya da satın alarak susturmaya çalıştı. Aynı zaman diliminde yandaş iş insanları aracılığıyla kendi emrinde bir medya nebulası kurmaya önem verdi. Bu arada kamu kanallarını da tamamen denetim altına aldı. Ne var ki tüm bu yasadışı ve gayrı meşru çabalar, bugün artık açıkça iflas bayrağını çekmiş durumda. Mesleki olarak, siyasi olarak yandaş medyanın içinde bulunduğu durum, iktidar açısından içler acısı, trajik hatta felaket bir manzara arzediyor. İktidarın gazeteleri tiraj çukurunda, televizyon ve radyo ile İnternet siteleri güvenirlik ve inandırıcılık konusunda yerlerde sürünüyor. Komik duruma düştüler. Bir tek Istanbul Büyükşehir Belediyesini muhalefete kaptırmak bile çok sayıda yandaş medyayı çökertir gibi oldu. Global medyada Türkiye konusunda manşet olan haberler yandaş medyada hiç yer almıyor. Susarak sansür, görmeyerek sansür. İyi de nereye kadar?

İktidar, gerçeğin dolaşımını yaygınlaşmasını, fikirlerin serbestçe gezinmesini önlemek için yüzbir önlem aldı. Ama mesela Anayasa Mahkemesi bile zaman zaman düşünce, ifade ve basın özgürlüğü konusunda olumlu kararlar verebiliyor. 

İktidar açısından bakacak olursak, inşaat şirketlerinin şüpheli kârlarından oluşan bonuslarla, sermayesi ve para akışı sağlanan medya organlarının, ki milyarlarca lira gitti bu mecralara, artık bir işe yaramadığı, bütün bu yatırımların etkisiz olduğu ortaya çıkıyor. Istanbul yerel seçimlerinde 800 bin fark yediler. Oh!

Zaten, iktidar bir süredir olumlu/yapıcı bir faaliyet gerçekleştirme yeteneğini tamamen yitirdiği için, artık tüm mesaisini karşıtlarını bölmek, parçalamak, zayıflatmaya ayırmak zorunda kaldı. 

Şu son ‘’Saray’a giden CHP’li’’ skandalında bile, aslında bir bakıma nispeten ince kurulmuş kumpasta, esas olarak CHP’ye yakın çok satan bir gazetenin ve en az 50 yıl kıdemli bir yazarını bile ketenpereye getirmek, başrol oyuncusu ve figüranların da desteğiyle ortalığı karıştırmak, Kılıçdaroğlu ve İnce’nin de katkısıyla gerçekleşmedi mi? Ketenpere dedim ama belki de başka bir pazarlık söz konusu. 

Çok uzak olmayan bir gelecekte, sadece siyasi olarak değil medyatik olarak da yakın geçmişle ciddi, sıkı, ayrıntılı bir yüzleşme/hesaplaşma şart. Kim hangi yalan haberi nasıl, kimin teşvikiyle yayınladı? Bu haberden kim ne çıkar sağladı? Okur nasıl yanıltıldı? 

Yalanlar arşivi artık istiab haddini aştı. Ayrıca artık zaten zaman da doluyor. 

Şenlikli, rahatlatıcı, şöyle müzikli, danslı, fıçılarla içkili bir elvedaya ve yeni hayata hazırlansak mı diyorum? 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi