Eser Karakaş
Yanlışlıklar ülkesinde 24 saat
En azından yirmi senedir normalleşme diye yırtınıyorum ama gördüğüm bir arpa boyu yol alamadığımız. Bu iki olay da, kılıç artığı ve "asker rahatsız" konuları aynı güne sığabildi bizim ülkemizde. Bu kadarı da, bizim ülkemiz için bile biraz fazla muhtemelen.
Eser KARAKAŞ
Yazılarımda kurumsal, anayasal ve hatta bir ölçüde de kuramsal konuları öne çıkarmak isterim ama, günaha çağrı gibi, bazı polemik konuları peşimizi bırakmıyor.
Bu hafta, hatta sadece dün, iki çok önemli polemik konusu yaşanıyor yanlışlıklar ülkemizde.
Ben de bu iki konuyu yine de elimden geldiği ölçüde kurumsal boyutunu öne çıkararak yazmak istiyorum.
Birincisi Devlet Bahçeli’nin Abdülkadir Selvi için kullandığı "kılıç artığı" tabiri ve düşündürdükleri.
İkincisi ise Hürriyet gazetesinin başına düşen askeri vesayet taşı meselesi.
İlk konu yani "kılıç artığı" meselesi, aklıma kaçınılmaz olarak 2008 senesinde dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün CHP milletvekili Canan Arıtman’a kendisine Ermeni dediği için açtığı "hakaret davasını" getirdi.
2007 senesi 27 Nisan muhtırası, 367 komikliği ve 22 Temmuz erken genel seçiminin yaşandığı sene; 2007 öncesi de AKP’nin başarılı performans sergilediği bir dönem, 2008 senesine de parti kapatma davası damgasını vuruyor
Ben de, muhtemelen bu sitenin başka bazı yazarları gibi, o dönemde AKP’ye, karınca kararınca, özellikle AB sürecinde, büyük destek veriyorum.
Tam bu dönemde bir CHP milletvekili, Canan Arıtman, Cumhurbaşkanı Gül’ün anne tarafı için Ermeni iddiasını dile getiriyor, tuhaf hatta çirkin bir muhalefet etme biçimi ama Gül’ün tepkisi çok ama çok daha tuhaf, Canan Arıtman’ı kendisine Ermeni dediği için mahkemeye veriyor.
Çok merak ediyorum, Arıtman Gül’ün anne tarafı için, mesela Çerkez dese idi, Gül yine mahkemeye gider mi idi?
Bir Cumhurbaşkanı, cumhurun bir parçasının etno-kültürel sıfatını hakaret olarak aldı ve dava açtı, AKP ile benim kendi arama eski tabirle bürudet girişi de muhtemelen böyle başladı.
CHP milletvekili Canan Arıtman’ın Ermeni sözünü hakaret amaçlı söylediği düşünülebilir ama bir Cumhurbaşkanı’nın bu kelimeyi hakaret olarak telakki edip dava açması korkunç idi.
Geçtiğimiz Salı (28 Şubat 2017) grup toplantısında bu kez de Devlet Bahçeli, Allah selamet versin, Abdülkadir Selvi’ye kılıç artığı dedi; nereden bakarsanız bakın yine korkunç bir ifade.
Ancak, Sayın Selvi’nin 1 Mart 2017 günü Hürriyet gazetesinde çıkan bu suçlamaya (!!!) cevabi yazısı daha da korkunç oldu ve Selvi dedelerinin cephelerde şehadetini kanıt göstererek, isimlerini vererek, "kılıç artığı olduğunu söylemek nezaketsizliğini gösteren(A.S.)" bu suçlamalara, yani Ermeni olduğu suçlamalarına yanıt yetiştirmek istedi.
Gül’ün yargısal tepkisi, Selvi’nin yine muhtemel yargısal başvurusu ve yazısı ne kadar da özdeş değil mi?
Arıtman’dan (CHP milletvekili), Gül’e (Cumhurbaşkanı), Bahçeli’den (MHP Başkanı) Selvi’ye (Hürriyet köşe yazarı); yanlışlıklar ülkesi tabirini boşuna kullanmamışım muhtemelen.
Tüm bunlara rağmen bu topraklarda yaşama ısrar ve kararlılığını gösteren Ermeni vatandaşlarımıza hemen devlet liyakat ve cesaret nişanı verilmeli diye düşünüyorum.
Gelelim, Genelkurmay Başkanı Sayın Hulusi Akar konusuna.
Bu meselenin çok önemli bir kurumsal boyutu var ve Türkiye burada hala normali yakalayamıyor.
Daha da fecisi iktidarıyla, muhalefetiyle, basınıyla da kimse normali talep etmiyor.
Dünyanın tüm normal ülkelerinde, mesela bizim dışımızdaki tüm NATO üyesi ülkelerde Genelkurmay Başkanları savunma bakanlarına bağlıdırlar ve askeriyeye yönelik tüm eleştirilere bürokratlar yani askerler değil, siyasi kimlik ve siyasi sorumluluk taşıyan milli savunma bakanları cevap verirler.
Bir tek bizde durum farklıdır ve kimse de Genelkurmay Başkanlığı’nın, Milli Savunma Bakanı dururken her konuda açıklama yapmasına ses çıkarmaz, normal (!) karşılar.
Bizim bu güzel ülkemizde milli savunma bakanlarının görev tanımı nedir, ne iş yaparlar belirsizdir; düşünebiliyor musunuz, bürokrasisi kendisine bağlı olmayan bir bakan söz konusu.
Normal ülkelerde, gazetecilerle de, askeri konularda, güvenlik konularında siyasi sorumluluk taşıyan bakanlar konuşurlar, eleştirilere de onlar yanıt verirler, tekraren söylüyorum, demokrasilerde normal olan budur.
Güneydoğu’da ya da Irak ve Suriye’de gerçekleştirilen askeri operasyonlarla da ilgili olarak toplumu bilgilendirme görevi, yine normal ülkelerde, Milli Savunma Bakanına aittir.
Yazılı basında, ekranlarda zırt pırt gördüğümüz ve kanıksadığımız, eleştirmediğimiz "TSK duyurusu", TSK açıklaması" gibi haberlere ses çıkarmadığımız, bu duyuruların, bu açıklamaların MSB’nin işi, görevi olduğunu ifade etmediğimiz müddetçe gün gelir Genelkurmay’ın açıklamasında vesayet talebi, rahatsızlık olduğu konusunu da tartışmaya başlarız.
Eleştirmemiz gereken Genelkurmay Başkanı’nın açıklamasındaki vesayet kokusu ya da rahatsızlık vurgusu değil, bu açıklamaları bir devlet memurunun yapıyor olması olmalı idi.
Komutanlar da, şimdilik ama çok yanlış bir biçimde, MSB’ye bağlanma fikrinin karşısındalar; umarım kısa vadede askeriye için en hayırlısının bu olduğunu görürler.
Bu tür açıklamalar, askeri konulara ilişkin bildirimler tümüyle siyasi sorumluluğu olması gereken bakanın görevidir.
Teknik düzeyi çok yüksek konularda, isterse, Milli Savunma Bakanı basın toplantısına çıkarken yanına memuru olan Genelkurmay Başkanını da alır ve kendi müktesebatını aştığını düşündüğü konularda sözü komutana bırakır ama o kadar.
Bakanın siyasi sorumluluğu vardır, askerin, komutanın yoktur.
Ama, normal ülkelerde.
En azından yirmi senedir normalleşme diye yırtınıyorum ama gördüğüm bir arpa boyu yol alamadığımız.
Bu iki olay da, kılıç artığı ve "asker rahatsız" konuları aynı güne sığabildi bizim ülkemizde.
Bu kadarı da, bizim ülkemiz için bile biraz fazla muhtemelen.