Koray Düzgören
Yargı intihar etti!
Son dakikaya kadar Türkiye’de bağımsız yargı olduğunu iddia edip durdular.
Ama artık bütün masalları, bütün yalanları çöktü.
Biz de, bir emirle kanıtsız, belgesiz zindanlara tıkılan masum insanlar da bunu biliyorduk ama, bir yandan da belge olsun, tarihe geçsin diye oynanan yargı oyununun gelip nerede tümüyle sonlanacağını da merak ediyorduk.
Önce Selahattin Demirtaş darbeyi vurdu.
Demirtaş, 460 gün sonra ilk defa çıktığı bu sahnede oynanan yargı oyununun nasıl bir şey olduğunu ortaya koyan tarihi savunmasını yaptı.
Kendisini zindanda tutanın kanunlar ve yargı değil başka bir irade olduğunu belgeleriyle kanıtladı. Savunmasıyla karşısında oturanların yargı erkini değil başka bir gücü temsil ettiğini gösterdi.
Sonra dün Deniz Yücel darbesi geldi.
Bir yıldır rehin tutulan gazeteci arkadaşımız Almanya ile yapılan kirli pazarlıklar sonucu salıverildi. Bir yıl boyunca yazılmayan iddianamesi salıverildiği sırada yazıldı ve o sırada kabul edildi. Çünkü Başbakan Binali Yıldırım, Almanya’da Başbakan Merkel’le yaptığı görüşme sırasında bir yandan bağımsız yargıdan söz ederken, bir yandan da Deniz’in salıverileceği beklentisini ima eden cümleler kurmuştu.
Nitekim bu konuşmanın üzerinden 24 saat geçmeden o ‘Bağımsız’ Türk yargısı ‘Bağımsız’ bir karar vererek bu beklentiyi yerine getirdi ve Deniz’in tutsaklığına son verdi. Hem de son dakikada hazırlanan, ‘adet yerini bulsun’ iddianamesiyle hakkında 18 yıla kadar hapis cezası istendiği halde...
Aradan birkaç saat geçmeden bu kez Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak kararı açıklandı.
‘FETÖ’nun medya yapılanması’ adı verilen düzmece davada 6 gazeteci 15 Temmuz darbesinin hazırlayıcıları ve sorumluları oldukları iddiasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edildiler.
BU KADARINI YAPAMAZLAR DİYORDUK
Demek ki idam cezası olsa o ceza verilecekti.
Bunu bekliyorduk ama, "Bu kadarını da yapamazlar artık" diyorduk.
Ama gayet rahat yaptılar.
Hiçbir belge, delil ya da belirti olmadan masum gazetecilere, yazdıkları yazılardan, yaptıkları konuşmalardan dolayı ömür boyu hapis cezası verdiler.
Zaten mahkeme sürecini yakından izleyenler bu düzmece davanın ancak bu şekilde sonuçlanacağını, başka bir ihtimalin olmadığını biliyorlardı.
Çünkü yargı erkinin bağlı olduğu iradenin isteği buydu.
Duruşmalarda savcıların, yargıçların tavırları ve müdahaleleri nasıl bir sonuç çıkacağının habercisi gibiydi.
Buna rağmen kendileri de inanmıyorlardı ama yine de söylemek zorundaydılar.
Yarım ağızla da olsa, "Türkiye bir hukuk devletidir" diyorlardı, yoksa dayandıkları bütün duvarlar yıkılabilir, hatta o duvarların altında kalabilirlerdi.
AKP’nin insan haklarından sorumlu genel başkan yardımcısı Ravza Kavakçı’nın Alman DW (Deutsche Welle) TV kanalının bir programında Deniz Yücel hakkındaki sorular karşısında nasıl zor durumda kaldığını gördük. Partinin insan hakları sorumlusu, "Deniz Yücel niçin bir yıldır hiçbir suçlama olmadan, yargıç önüne çıkarılmadan hapiste?" sorusu karşısında yüzü kızararak ve yutkunarak, sadece "Türkiye hukuk devletidir" diyerek kendisini savunmaya çalışmıştı.
Ravza Kavakçı’nın düştüğü durumu kim görse, "İnanmadan bir şeyi savunmaya çalışan biri" olduğunu anlar.
Hukuk devleti olduğu iddia edilen Türkiye’de özellikle 15 Temmuz darbesinin ardından ilan edilen OHAL’den sonra hukuk cinayetleri işleniyor, yargı iktidarın kontrolünde bir terminatör (yok edici) gibi kullanılıyor.
Kürt siyasi hareketi ve onun destekçisi bütün kurumlar, kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ve bireyler basit bir suçlamayla, yazdıkları yazılar, attıkları tweetler, yaptıkları konuşmalar ya da katıldıkları bir toplantı nedeniyle gözaltına alınıyor ve genellikle tutuklanıyor.
Sonra da aylarca, hatta yıllarca iddianamesinin yazılmasını ve yargıç karşısına çıkarılmayı bekliyor. OHAL bahanesiyle yasalarda yazan savunmaya ilişkin yetersiz de olsa bazı hakların neredeyse hiçbiri kullanılamıyor. Kanıtsız, tanıksız, mesnetsiz iddianameler, gizli tanık ifadeleri ve afaki suçlamalarla davalar açılıyor.
YASA VE HAK İHLALLERİ BELGELENİYOR
Bu konuda çok sayıda örnek olay var. Hangi birini yazmalı.
İnsan hakları kuruluşları zor koşullarda bunları belgelemeye çalışıyor. Çünkü yapılanlar aslında anayasanın, yasaların, uluslararası hukukun ve evrensel insan hakları ilkelerinin çiğnenmesi demek. Bu nedenle hak ihlalleri ve hukuksuz işlemler, davalar belgeleniyor. O gün geldiğinde hesap sorulabilmesi için…
Biz artık "Bu kadar da olmaz" dedirten son üç davayı ele aldık.
Bu konuda Selahattin Demirtaş da Ahmet ve Mehmet Altan da siyasi savunmalar yaparak kendilerini tutuklayan gücün hukuk ve yargı değil, siyasi irade olduğunu vurguladılar.
Bunu yaparken yargıyı uyarmaktan da geri durmadılar.
Demirtaş savunmasının ilk gününde şunları söyledi: "Anayasa değişikliğini yapmak için HDP’yi kriminalize etmeleri gerekiyordu, o nedenle usule uygun olmayan şekilde bizleri tutukladılar. 31 fezlekeden 1 fezleke tarafıma tebliğ edildi. Geri kalan 30 fezlekeden gizlilik kararı sebebiyle haberdar olamadık ama 31 fezlekeden savunmam isteniyor. Soruşturmadan bu yana dosya önünüze siyasi saiklerle geldi. Ancak siz usule aykırılıkları gidermek yerine, heyet olarak emniyet müdürlüklerine yazı yazarak başka deliller elde etmeye çalıştınız. Şu ana kadar adil yargılanacağıma dair en ufak bir izlenim edinmedim. Lehime olan delillere dair tek işlem yapılmadı. Heyet olarak bugüne kadar olan hukuk rezaletine ses çıkarmadınız."
Savunmasının daha sonraki bölümlerinde yargıya ilişkin başka eleştirileri de dile getirdi. Bir sonuç çıkmayacağını bildiği halde…
Nitekim mahkeme heyeti bu konudaki bütün talepleri reddetti.
Ahmet Altan da esasa ilişkin son açıklamasında yüzlerce kez yargılandığını ifade ederek, ilk defa böyle bir yargıyla karşılaştığını dile getirdi.
Altan, "Askeri vesayet, 28 Şubat davalarında ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) denilen ucubelerde yargılandım. İlk defa Anayasa suçu işleyen mahkeme ile karşı karşıyayım. Bildiğim kadarıyla ne Osmanlı, ne Cumhuriyet tarihinde bunun bir benzeri yok. Bir devlet, iki siyasetçi ve iki yargıcın kararı ile bütün sistemin yıkılmasına izin vermez, vermeyecektir. Bu hukuk dışı, yasa dışı, Anayasa dışı eylemlerden, yolculuktan vazgeçmek herkes için daha hayırlı olacaktır" dedi.
Dedi ama, mahkeme yine de iddianame doğrultusunda karar verdi. Üstelik de adeta yapılan sert siyasi savunmaları ayrıca cezalandırırcasına herhangi bir indirime bile gitmedi.
Ahmet Altan’ın dediği gibi, "Bu hukuk dışı, yasa dışı, Anayasa dışı eylemden, yolculuktan vazgeçmek" yerine "Yola devam" dedi.
Devam edilen yol, aslında yargının kendisini inkar ettiği yolun adıdır.
Bir yargı kurumu ancak intihar etmek isterse bu yolu seçer.
Seçer ama, bu yol çıkmaz bir yoldur.
Adaleti arayanlar nasılsa birgün doğru yolu bulurlar.
Ve o gün, yargı kurumunun intiharına sebep olanları kimse hatırlamaz.
Hatırlayacaklarımız buna karşı direnen, karşı çıkan ve acı çekenler olacaktır.