İnci Hekimoğlu
Yargıya şey etmenin şeyi
Rahip Brunson’ın tahliyesinde iki ‘gizli’ kahraman en önemli rolü oynadı.
Brunson’un iki yıl cezaevinde yatmasına, hakkında FETÖ’cülükten CIA ajanlığına hatta gelecekteki CIA başkanlığına kadar çeşitli senaryoların yazılmasına neden olan bu ‘kahramanlardı’.
Gün oldu dolar döndü durdu, Başkan Erdoğan Rahip’le ilgili olarak ABD’ye meydan okurken dediği gibi "yargıya şey etmediğinden", iki gizli tanığın ifade değiştirmesi yetti ve Brunson özgürlüğüne kavuştu.
Bağımsız yargı tahliye kararı verirken öyle ince eleyip sık dokudu ki, Brunson’un yattığı süre verilen cezaya milimi milimine denk düştü.
Meğer gizli tanıkların ifadelerini doğrulayacak bir kanıtları olmadığı gibi, başka kanıtlar da bulunamamış Rahip’le ilgili.
"Meğer" dediğime bakmayın, ne gizli tanıklar, ne ihbarcılar ne itirafçılar gördük. Onlar bu dönemin kahramanları adeta. Öyle ‘komple’ yargı aparatları ki ağızlarından çıkan tek cümle yetiyor. Başka ne kanıta ne tanığa ihtiyaç kalıyor.
Mesela 2012’de, bugünkü gibi Kürt siyasetçilere kitlesel tutuklamalar yapılmış ve KCK davaları açılmıştı.
Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Ağrı KCK davasında onlarca kişi bir gizli tanığın ifadesiyle yargılanıyordu.
Yargılama sırasında sanık avukatları, Ağrı Dağı kod adlı bu tanığın ifadesini istemişti. Mahkemenin bu yöndeki kararına emniyet müdürlüğünden beklenmedik bir yanıt gelmişti.
"Böyle bir tanık yok"
Bu yargılama kepazeliği son mu oldu, elbette hayır.
Ergenekon ve Balyoz davalarından bugüne, iktidarın siyasi stratejisine göre dönemin muhalifi olan kesimlerin cezaevine atılması için gizli tanık bir yana, hayali tanıklar bile yeterli oldu.
Ergenekon davalarından yargılananlar, siyasi yönelim değişince ‘sanık’tan ‘mağdur’a dönüşebildi ama Kürt ve sol muhalifler için yargının işleyişi hiç değişmedi.
Daha bir yıl önce iktidarın yaptığı "FETÖ’cü hakimlerin kararları yok hükmündedir. Yarattıkları mağduriyetler giderilecektir" açıklamaları ortada dururken, FETÖ’cü polis, savcı, hakimlerin açtığı davalar nedeniyle yüzlerce Kürt siyasetçi hâlâ tutuklu olduğu gibi, o dosyalardan en ağır cezalar verilmeye devam ediyor.
Gizli tanıklık ise başka hiçbir delile, soruşturmaya, ihbarları kanıtlamaya ihtiyaç duymayacağı kadar doğudan karara götüren işlevselliği ile en etkili ‘sopa’ olarak adalet mekanizmasındaki yerini daha da güçlendirdi.
Avukatlardan gazetecilere, akademisyenlerden doktorlara ‘gizli tanık’ sopası tüm hızıyla çalışıyor.
Bütün yasadışılığına, hukuk dışılığına, Türkiye’nin de altına imza attığı uluslararası hukuk sözleşmelerine rağmen…
2008 yılında 5726 Sayılı Tanık Koruma Kanun’uyla yargıya dahil edilen gizli tanıklık kurumu kendi yasasına göre bile uygulanmıyor.
Birincisi; tanığın kimliğinin gizlenebilmesi için ağır tehlike altında olduğunun kanıtlanması gerekir. Sözle değil, mahkemeye sunulan yeterli kanıtlarla.
İkincisi; savunma avukatlarının soru sormasının önünde bir engel yok. Yani gizli tanık olması, hayali olmasını mümkün kılmıyor.
Üçüncüsü; ifadesinin somut gerçeklere dayanması ve çelişkilerin ortaya çıkarılmasına olanak verecek çapraz sorguya alınması gerekiyor.
Ama çoğunlukla gizli tanıklar ya mahkemeye getirilmiyor ya da yargıçların uyarısını dinleyerek "Bu soruya cevap vermek istemiyorum" deme hakkını kullanıyor.
Mesela Avukat Ercan Kanar, Duvar’a yaptığı bir açıklamada şunları söylüyor:
"Gizli tanıklık, ceza yargılaması hukukunda deliller içerisinde en zayıfıdır. Husumet, akıl sağlığı, beş duyu organıyla olaya ne kadar vakıf olup olmadığı gibi nedenlerden dolayı normal tanıklık bile kuşkuluyken, gizli tanık yargılamalarda tamamen bir sis bombasıdır. Ceza yargılamasında gizli tanık pusudur, bir tuzaktır. Öyle bir sis yaratır ki hakim de yolunu şaşırır, savcı da."
Kanar örneklerle de, adalet mekanizmasının nasıl bir misyonla hareket ettiğini gözler önüne seriyor:
"Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) dosyasında da adı geçen Deniz Gülhan adlı gizli tanığı, bütün siyasi dosyalarda görebilirsiniz. Aynı şekilde ‘Burhan’ isimli gizli tanığa en az 10 dosyada rastlayabilirsiniz."
Nitekim 2015 yılındaki bir başvuru üzerine AİHM, AİHS’nin 6/3-d maddesine atıf yaparak, sanıkların savunma hakkının engellenmesi dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdi ve Türkiye’yi tazminata mahkum etti.
Çünkü AİHS’nin 6. maddesine göre, bir ihbar ya da ifadeyle sanık sandalyesine oturtulan herkes, bu tanıkları sorguya çekmek, savunmanın tanıklarıyla aynı koşullar altında dinlenmelerini isteme hakkına sahip.
Hadi AİHM ve AİHS’i geçelim.
Tanık Koruma Yasası’nın kendi düzenlemesinde bile "gizli tanık beyanı tek başına hükme esas alınamaz" ve "yalnızca gizli tanık beyanına dayanılarak mahkumiyet kararı kurulamaz" diyor.
Kaldı ki, Anayasa’nın 36/1. Maddesi’nde ‘herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanma suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak, iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu’ belirtilir.
Anayasa mı kaldı diyebilirsiniz.
Hele ki Başkanının "yargıya şey ettiği" ülkede, gizli tanığın da "yargıya şey etmenin şeyi" olmasından doğal ne olabilir?