Yaşam ve sonrası

Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Ana’nın mezarına yapılan saldırılarda gördüğümüz gibi gömülen bedenler rahat bırakılmıyor. Mezarlıklara yapılan saldırılar ölen bedene değil, kalanlara yani yakınlarına ve mensubu oldukları topluma bir mesaj niteliğinde.

Biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var. Var, çünkü kökümüz burada. Ama merak etmeyin bu toprakları alıp gitmek için değil, bu toprakların gidip dibine girmek için.”

Hrant Dink

Geçen gün vefat eden bir yakınımın 40. günü nedeniyle mezarlıktaydım. Babamı kaybettikten sonra aileyi temsilen çok daha fazla mezarlıklara gider oldum. Aynı gün içinde iki anma törenine katılacaktım. Her iki anmamız da Bağlarbaşı Mezarlığı’ndaydı. İkinci anma töreni başlamadan seneyi devriyesi olan ikinci tanıdığımın mezarına gittim. Ruhanimiz mezarlıktaki anma ayinine henüz başlamamıştı. Benim gibi erkenden gelen Arto ve Garbis Ağpariğin (Abi) sohbetine kulak kabarttım. Her ikisi de benden yaşça epeyce büyük abilerimin sohbetini sizlerle de paylaşmak isterim.

- Garbis, oğlum sen her hafta bir mezarlıktasın. Geçen hafta Balıklı Mezarlığı’nda denk geldik, bugün de burada. Bakalım senin mezarına da gelen bu kadar olacak mı?

Garbis Abi’nin bu soruya cevabı çok iç acıtıcıydı.

- Arto, kim gelecek be oğlum? Benim mezarıma gelecek olanlar zaten yaşlı. Benim kız Avrupa’ya gitti, senin oğlan Amerika’da. Kim kaldı ki buralarda? Arto, bu mezarlık işi çocuklara külfet olacak. Ben ölünce bedenim yakılsın. Bizim Malatya’daki mezarlığın bir köşesine, belli olmayan bir yere döksünler istiyorum. Kimseye ağırlık vermiş olmayayım. Yarın bir gün buralara da bir AVM dikerler.

Bu dokunaklı konudan espri yaparak bahseden iki abimin sohbeti beni çok derinden etkiledi. İnanın hissiyatımı kelimelere dökmek sanırım en zor olanı.

Bu hafta ÖLÜYE SAYGI ve ADALET İNSİYATİFİ konferansı vardı. Konferansın ilk gününde bu coğrafyada yüzlerce mezarlığı olan bir toplumun evladı olarak ben de konuşmacıydım. Konuşmamın bir bölümünde bu anekdotu anlattım. Patrikhane sayfamızda 16’sı İstanbul’da ve bir tanesi de bugün Yunanistan toprağında olan Girit’te olmak üzere bu mezarlıklar resmi olarak geçiyor. Anadolu’daki mezarlıklar ise artık ne acıdır ki toplumumuzun dini temsil eden merkezinde dahi kendisine ait mezarlık olarak görülmüyor. Malatya, Konya Ereğli, Sinop Boyabat, Antakya’daki ve başka birkaç mezarlık şimdilik hemşeri dernekleri ve bireylerin çabasıyla ayakta duruyor. Fakat ne yazık ki bu coğrafyada bulunan yüzlerce mezarlık bugün ya ranta teslim olmuş ya da başka amaçlar için kullanılır durumda. Buna örnek olarak Bitlis Merkezde olan üç Ermeni mezarlığının üzerine İmam Hatip Lisesi, Atatürk Stadı ve Halk Eğitim Merkezi yapılmasını gösterebilirim. Aslında Bitlis’teki mezarlıklar bir yanıyla bir amaca hizmet etmiş. Peki ya Van Edremit mezarlığı? Bu mezarlık üzerine WC yapıldı. Ankara Merkezdeki mezarlığımıza ise TOKİ bina yapıyor. Sincan Zir Vadisi’ndeki mezarlıkta kemikler topraktan çıkarılıyor ve definecilerin uğrak yeri olmuş. Hali hazırda toplumumuzun büyüklerinin yattığı bu mezarlıklar için bizlerin yapabileceği bir şey yok. Bu örneklere eminim kendi yaşadığı coğrafyada tanıklıkları olan okur arkadaşlar eklemeler yapacaktır.

Nefret söylemleri, define aramaları ya da işgal gibi sebeplerle her daim az bırakılan halkların mezarlıklarına saldırılar olur. Bazen nefret söylemi yazılar yazılır ya da değerli bir şey bulma umudu ile kazıyarak kabire zarar verilir. Kazıdan çıkarılan taşlar ya evlerin inşaatında kullanılır ya da tıpkı Tokat’ta olduğu gibi bir okulun duvar taşları olarak kullanıldığını görürüz. Bazen de Gezi Parkı’ndaki basamaklarda bu dünyadan göç etmiş insanların ruhları yaşar.

Tabii bir de mezarlık yeri belli olmayan, 1915’teki tehcir sırasında katledilen bedenler var. Bu insanların bedenleri ne yazık ki nerelerde gömülü bilinmiyor. 100 yıldan beri arafta kalan bu ruhların dramı ne acıdır ki coğrafyanın üzerinde karabulut olarak duruyor. Konferansta bu konuşmaları yaparken hemen karşımda Barış annelerini de gördüm. Konferansta söz aldıklarında insanlık adına duymaktan rahatsız olacağımız acılarını paylaştılar. Bir anne çocuğunun bedenin üç kere gömülüp çıkarıldığını anlattı. Diğer bir anne çocuklarının ve eşinin bedenlerinin nereye gömüldüğünü bilmediklerini ifade etti. Diğer annelerde yakınlarının kemiklerini yıllar sonra bir kaldırımın kenarında DNA tespitleriyle bulduklarını ifade etti. Acılar dayanması çok güç.

LGBTİ+Q’ların cenazelerinin ise dramatik bir durum olduğunu o kadar da bilmediğimi fark ettim. Ailelerinin çoğu zaman Trans Kadınların bedenini kabul etmediğinden, ölü bedenlere gömülmeden uygulanan zulümlerden ve anlatırken bile çok zorlanacağımız insanlık dışı davranış ve tutumlardan bahsettiler.

Konferansın 2. gününde başka coğrafyalarla ilgili konuşmalar vardı. Filistin, Bosna Hersek, Lübnan ve Kürdistan’da yaşanan acılar üzerinde çalışmış konuşmacılar konferansta söz aldılar. Yurtdışından gelen konukların sunumunu dinleyince ne kadar benzer acılar yaşandığını fark ettim.

Konferansta kızını bir erkek şiddetiyle kaybeden bir babanın, Avrupa’da ne yazık ki defnedilmek zorunda kalınan ve mezarına saldırılan AHMET KAYA’nın kızının sözlerini, Ezidi’lerden ülkedeki dindar kesimin ve kadınların yaşadıkları acı deneyimleri duymak, böyle bir inisiyatifin başta bu coğrafya ve diğer coğrafyalar için ne kadar önemli bir çalışma olduğunu gösteriyor. Ben de bu çalışmanın başından itibaren katkıda bulunmaya bugüne kadar kendi mecramdan çaba harcadım.

Nadire Mater’in konferansın sonunda söylediği söz aslında çok anlamlıydı. ‘’Evet konferans bitti ama yeni bir başlangıç başladı’’ diyerek ÖLÜME SAYGI ve ADALET İnisiyatifi’nin gelecekte çalışmalarının devam edeceğini ifade etti. Dernekleşmek veya vakıflaşmak İnisiyatifin yol haritası olacak. Bu sayede ihtiyacı olan her kesimle temas kurma istekleri yerine gelecek. Ta ki bu acılar bitene ve yüzleşilene kadar…

Hristiyanların dini geleneklerine göre biri öldüğünde ve toprağa girdiğinde ruhaninin duasıyla mezarlık mühürlenir. Bu mühürleme sanırım diğer din ritüellerine benzer bir ritüeldir.

Ne acıdır ki sevgili Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Ana’nın mezarına yapılan saldırılarda gördüğümüz gibi gömülen bedenler rahat bırakılmıyor. Aslında mezarlıklara yapılan saldırıları hepimizin malumu ölen bedene değil, kalanlara yani yakınlarına ve mensubu oldukları topluma bir mesaj niteliğinde görüyorum. Yakın zamanda Hasköy Yahudi Mezarlığı’na saldıran küçücük çocukların ruh hali aslında ülkenin birinci ve en önemli meselesidir. Konuşmamın sonunda söylediğim gibi toplumumun geçmişte yaşadığı yerleşim yerlerinde yaşayan duyarlı dostlar, yazımın başında paylaştığım Garbis ve Arto’nun konuşmasındaki tedirginliği hissedebildiğinizi biliyorum. Orada gömülü olanların yakınları artık yok. Buradaki mezarlıklar artık sizlere emanet.

Yazımın sonunda IŞİD üyesi iki canlı bombanın, 10 Ekim 2015'te Ankara Tren Garı önünde BARIŞ için yapılacak miting öncesi gerçekleştirdiği terör saldırısında hayatını kaybeden 103 kişiyi saygıyla anıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murad Mıhçı Arşivi