Güldem Atabay
Yaşasın Cumhuriyet: 100. Yıl eşiğinde bir ekonomi-siyaset Türkiye anlatısı
Türkiye Cumhuriyeti’nin 99. kuruluş yılı kutlu olsun. Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının dünya devi emperyalist güçlere karşı askeri zaferinin çoğulcu demokrasiye, laik hukuk devletine, insan haklarına ve özgürlüklerine açılan kapısı Cumhuriyet yakın tarihin kuşkusuz en önemli devrimi.
Osmanlı Devleti’nden savaş yorgunu genç Türkiye Cumhuriyeti’ne ekonomik olarak devrolan, bir yokluklar ülkesi 1923’te. Çöküş sürecindeki imparatorluk 19yy sonlarında başlayan ilk sanayileşme/küreselleşme dalgasını ıskalamış. Sanayi yok, altyapı yok, eğitim geniş kitlelerin hizmetinde değil. Üretilen mal ve hizmetler ülke vatandaşlarına yetersiz, yoksulluk yaygın. Ürettiği buğday bile halkın ihtiyaçlarını karşılamakta eksik, şeker üretimi dahi yapılamıyor. Temel ihtiyaçlar ithal ediliyor. Ciddi bir sermaye birikiminden yoksun, var olan kısmı da savaşlar nedeniyle ülkeyi terk etmiş. Osmanlı’dan büyük bir borç devralınmış.
Atatürk ve ekibinin Cumhuriyet’i yerleştirmesi, savaşla elde edilen kazanımları kalıcı kılması ve aklındaki bağımsız Türkiye’yi gerçekleştirmesi için hızlı ve kapsayıcı bir ekonomik zafere ihtiyacı var. Yol haritası İzmir İktisat Kongresi ile başlıyor, önce liberal politikalar deneniyor, ardından yokluklar ve Küresel Ekonomik Buhran planlı ekonominin uygunluğuna işaret ediyor.
Bu darmadağın ekonomiyi devralan Türkiye Cumhuriyeti 1927-1938 arasında ortalama %8,72 reel büyüme elde etti. 1938 yılına varıldığında dünyaya tarım ve sanayi ürünleri satan bir ülke haline geldi.
1923-2021 arasında yakalanan ortalama büyüme %4,8. II. Dünya Savaşı seriden çıkartıldığında ortalama büyüme %5,5’e çıkmakta. Türkiye 2020 pandemi dönemine kadar gelişmiş 20 denen G20 ekonomileri arasına girdi. Ekonomik krizlerin yarattığı siyasal dalgalanmalar, siyasal krizlerin yarattığı ekonomik dalgalanmalar bu 99 yıl boyunca neredeyse hiç eksik olmadı.
Bir zümrenin yönetiminden halkın egemenliğine geçiş hikayesi olan Türkiye Cumhuriyeti’nde büyüme hikayesinin ivme kaybettiği dönemler demokratikleşme yolculuğunun büyük darbe aldığı askeri yönetim yılları olarak dikkat çekiyor. Tek partili dönem, çok partili dönemler ve koalisyon hükümeti yılları Türkiye ekonomisinin ortalama büyüme hızının %5 civarında tutulması ile sonuçlanırken, demokrasi, kişisel özgürlükler, hukuk ve adalet arayışından, çoğulcu demokrasi çabasından kopulan yıllar hep ekonomik büyümenin geri kaldığı kayıp yıllar olarak tarihe geçiyor.
2023 Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yaş günü. İktidarın da muhalefetin de kendilerine ait vizyonları var yeni başlayacak 100 yılla ilgili. Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüz yılının vizyon hikayesinin içini doldurmak içinse bulunduğumuz yıla ait gerçekliğin resmini çekmek önemli.
Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisinde yeri
Türkiye ekonomisinin dünya içindeki payı 1980-2002 döneminde ortalama %0,77. Tahmin edilebileceği üzere iki dip noktası 1994 ve 2002 ekonomik krizleri. İlginç olan bu 22 yıllık dönem içinde %1’e yaklaştığı yılın 1993 olması, hemen ardından da 1994 büyük kur krizinin patlak vermesi. 1994 kur krizinin temel taşları düşünülünce hemen vurgulanması gereken, Tansu Çiller’in ekonomik kırılganlıklar üzerine yapısal iyileşmelere gitmeden günü kurtarmak, büyümeyi şişirmek için yaptığı piyasa müdahalelerinin hemen ardından kontrolü kaybetmesiyle 1994 krizinin yaşanmış olması.
Ardından grafikten izlenen 2002-2008 döneminde, yani AKP’nin ilk yıllarında, Türkiye’nin dünya ekonomisi içindeki büyüklüğünün %1,2 ile önceki tüm zamanların zirvesine çıkması. Bu dönemin ana karakteri, seçilen liberal ekonomi politikalarının deneysel maceralara girmeden dünya standartlarında uygulanması. İfade özgürlüğü, hukuk ve temel haklar açısından Avrupa Birliği üyelik sürecinin başlamasıyla önemli sıçramalar elde edilmesi. Ekonomik büyüme ile özgürlüklerin beraber hareket etmesi. Dönem içinde yaşanan Ergenekon, Balyoz gibi bugün bile halen tartışma konusu olan önemli dönemeçlerin ülke yönetimini AKP elinde konsolide edişinin ekonomik yansımaları çok daha sonra gerçekleşti.
2008 Küresel Finansal Kriz dönemi ardından Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisine büyüklük olarak oranında gerileme başlamakta fakat gerilemenin detayları sorunun küresel kriz olmaktan ötede gerçekleştiğini anlatıyor. 2008-2016 arasında ortalama oran %1,16. 2013’te ise %1,24 ile zirve noktası. 2013 ardından 2016’ya kadar sürekli düşerken, 2016’da oranın %1,14’e gerilemiş olması. 2008 Küresel Finansal Krizi gelişmiş ekonomilerin finansal krizi ve gelişmekte olan ekonomiler Türkiye dahil ilk şoku hızla atlatabiliyor. 2008 ayrıca 2002’den beri devam eden IMF programının tamamlandığı, AKP hükümetinin kendi becerisi ve vizyonu dahilinde Türkiye ekonomisini yönetmeye soyunduğu yılın başlangıcı.
2013 ise Türkiye tarihinde AKP’nin baskıcı sosyal politikalarına karşı ilk direniş olarak tarihe geçen Gezi İsyanı zamanı. Aynı yıl Türkiye ekonomisini vuransa, Fed’in faiz artırmaya başlamasıyla TL’nin değer kaybı dönemine girmesi. 2016 ise bilindiği üzere AKP iktidarı döneminde Türkiye hemen her pozisyonda karar verici konuma kadar derinleşen Siyasal İslamcı tarikat Fetullah Gülen’ci kadroların darbe denemesi. Türkiye ekonomik büyümesinin de dünya ekonomisi içindeki payının tepetaklak düşerek 1990’la dönüşünün başlangıcı.
2016-2022 dönemi AKP yönetimi altında ve 2018 sonrası başkanlık sistemi içinde Türkiye ekonomisinin dünyanın büyüme temposunu yakalayamadığı, oransal olarak geri düştüğü ve hak ve özgürlüklerin aşındığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin artık bir otokrasi olarak dünya standartlarında tescillendiği dönem. 2016’da Türkiye’nin GSMH’sinin dünyaya göre oranı %1,14 iken 2019’a gelindiğinde aynı oran %0,85. Pandemi ile %0,84’e geriledikten sonra AKP’nin kapasite zorlamasıyla elde ettiği “muhteşem büyüme” 2021 ve 2022 yıllarında pay %0,84’te sabit.
İhracat Çeşitliliği Endeksi
Yukarıdaki grafikse küreselleşme dönemi boyunca Türkiye ekonomisinin neden dönem dönem büyüme için iç talebi enflasyonu yükseltmek ve cari açığı devleştirmek uğruna mecbur kaldığını anlatan “İhracat Çeşitliliği Endeksi”. Grafikten anlaşılması gereken 1960’ların başında Türkiye dünya ülkelerine kıyasla benzer bir seviyeden tempolu bir gerileme içinde. 1980 darbesi sonrası serbest piyasa rejimi de, 2002 ardından izlenen finansal kurallı liberalleşme süreci de Türkiye’de üretilen ve ihracata konu olan malların çeşitlendirilmesinde dünyanın gerisinde kalındığını anlatıyor.
Bu dönem içindeki 2002-2022 AKP dönemi de 20 senelik tek başına iktidar gibi muazzam bir lükse rağmen Türkiye ekonomisini “şahlandırabilmiş” değil.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik büyüklüğünün dünya içindeki payı olarak da, ihracat çeşitliliği endeksi olarak Türkiye ekonomisinde olan bitenin bir yansıması olarak dünyaya kıysal seviyesine bakarak da Türkiye’nin çok daha iyi yönetilmesi halinde önemli bir sıçrama yapabilme potansiyeli olduğunu gösteriyor.
Yaşasın demokratik, çoğulcu Cumhuriyet.
Bugün bu cümleyi yüksek sesle kurmak önemli.
Son 20 yılın perspektifinden bakınca özellikle 2018 başkanlık sistemine geçişle yaşadığımız ekonomik ve toplumsal kriz değişim için geç kalındığını anlatıyor. 2023’te Türkiye Cumhuriyeti olarak ikinci yüzyılımıza ilerlerken, ekonomik refah yolunun otokrasiden geri dönüşle başlayacağını; ancak çoğulcu, laik, demokratik bir hukuk devletinin aklı ve bilgiyi devreye yeniden sokmasıyla mümkün olduğunu kavramamız çok önemli.