Eser Karakaş
Yeni bir kamu bankacılığı skandalı
Eser KARAKAŞ / EKONOMİ POLİTİK
Doğan Holding’in medya grubunun Demirören’e satılması (!) ya da devrinde de yeni bir kamu bankacılığı skandalı izliyoruz.
Bir milyar dolara yaklaşan bedel telaffuz edildiği zaman önce Demirören’in gizli bir katarlı ortağının olduğu (bu da mümkün) ifade edilmiş idi ama sonra bu katarlının kamu bankacılığı olduğu ortaya çıktı.
Merkezinde Ziraat Bankasının olduğu bir bankalar konsorsiyumu, içinde özel bankacılık da az miktarda mevcut, satış bedelinin yaklaşık tümüne eşit bir krediyi Demirören grubuna açıyorlar ve böylece bu satış (!) yani devir gerçekleşiyor.
Kredi on yıl vadeli ve iki sene ödemesiz imiş (basında çıkan haberlerin yalancısıyım).
Bu koşullarda, kamu bankacılığının itimadına (!) mazharsanız, bunun da nasıl gerçekleştiği belli, galiba herkes Doğan Holding’in medya ayağını satın alabilirdi ve muhtemelen çok sayıda arkadaş da daha iyi gazetecilik, televizyonculuk yapabilirler idi.
Kamu bankacılığının işin içine girdiği her yerde pis kokular vardır gibime geliyor.
Ziraat Bankası, ismi üzerinde, tarıma (ziraat) destek için kurulmuş ve bu yolda ilerlemiş bir banka.
Ben, bırakın gazete, televizyon alımlarına siyasi itme ile destek vermeyi, bir bankanın görev zararı üreterek ya da üretmeyerek tarıma, küçük işletmelere, esnafa destek vermesine de hiç sıcak bakamadım.
Demokratik otoriteler (TBMM ve yürütme organı) şayet tarıma, esnafa, küçük işletmelere destek vermek istiyorlarsa, mümkündür, bu desteğin bir kamu hizmeti olduğunu düşünüyorlarsa bu desteğin verileceği yer hiç ama hiç kuşkusuz parlamenter onay alan bütçedir.
Söz konusu desteklerin kamu bankacılığı üzerinden verilmesi hem teorik olarak yanlıştır (görev zararları) hem de bu süreç az oranda bireysel yolsuzluğa ama çok büyük oranda kamusal-siyasal yolsuzluğa açık bir süreçtir ve maalesef de hep böyle olagelmiştir.
Sabah gazetesinin el değiştirip AKP’ye çok yakın bir gruba devredilmesi sürecini de bir hatırlayalım ama haksızlık da etmeyelim, bu mesele AKP ile başlamış bir mesele değildir, Cumhuriyet tarihi kısmen kamu bankacılığı kamusal-siyasal yolsuzluklar tarihidir de aynı zamanda.
Konu Halk Bankası (Zarrab meselesi), Vakıflar Bankası için de çok farklı değildir.
Zamanında Horzum skandalları neden Emlak Bankasından çıkmış idi acaba?
Bu kamu bankalarının yaptıkları her işin çok daha saydam ve demokratik bir biçimde merkezi bütçeli kuruluşlar ve ödenekler ile yapılamaması mümkün değildir.
Belirsizliklerden kaynaklanacak ödenek ihtiyacına ilişkin de bütçe sistemi içinde sayısız çözümler mevcuttur.
Buram buram siyaset kokan büyük kamu ihalelerinin, devirlerinin (mesela Doğan grubu-Demirören grubu, Sabah gazetesi) arka planında daima kamu bankacılığının olması birilerinin gözüne, mesela CHP, gerçekleri hala sokamadı ise, hala kamu bankacılığı savunulabiliyor ise, gerçekten diyebilecek bir şey yoktur.
Son senelerde kamu ihalelerinde büyük rakamlar telaffuz ediliyor, dünyanın en büyük havalimanı inşaatı gerçekleşiyor ama bu süreçlerde neden daima kamu bankaları kreditör durumunda anlamak kolay değil.
Son yasal değişiklikler ve biraz da fiili uygulamalar sonucu bu alanda Sayıştay’ın da elinin kolunun budandığını biliyoruz ve bu durum meseleyi daha da vahim hale getiriyor.
Tapeler günlerinde bir bakanın (AKP) "Sayıştay raporları TBMM’ye gelirse mahvoluruz" dediği hala kulaklarımızda ve bu tape de hiç inkar edilemedi bildiğim kadarıyla.
Bu meselede kendine sosyal demokrat diyen grupların da sorumluluğu çok büyük zira bu arkadaşlar yolsuzluğun bizim gibi ülkelerde bir ahlak meselesinden ziyade bir kurumsal mesele olduğunu görmek istemiyorlar ve bu nedenden de gerekli kurumsal adımların atılması için çaba göstermiyorlar.
Birisi çıkıp 1950 sonrası kamu bankacılığı uygulamalarının yol açtığı yolsuzluk ve etkinsizliği araştırsa karşımıza nasıl bir tablo çıkar, inanamazsınız.
1950 sonrası diyorum, daha önceki durum da kurumsal olarak farklı değil ama rakamlar çok daha mütevazi (!), ahlaki düzey de galiba çok daha iyi ama söylediğim gibi yolsuzluk meseleleri ahlaka emanet edilemezler, kurumsal çözüm gereklidir .
Bu son süreçlerde iki kamu kurumuna büyük rol düşüyor: Sayıştay ve Rekabet Kurulu.
Gereğinde bu kurumlar hukuksal-yargısal aktivizme de giderek Türkiye için çok önemli işler başarabilirler ama doğrusu hiç ama hiç umutlu değilim.
Bakalım kim, ne zaman kamu bankacılığı meselesine ve ürettiği sorunlara neşter atabilecek bu ülkede?
Tekraren hatırlatıyorum, kamu bankalarının kamu hizmeti adına yaptığı ya da yaptığını iddia ettiği işler arasında doğrudan bütçe üzerinden üretilemeyecek hiçbir kamu hizmeti yoktur.
Zaten, büyük yanlış bir bankadan kamu hizmeti beklemektir, bütçeler ise kamu hizmeti üretmek için vardırlar.
Kamu bankacılığının yaptığı her işin bütçeye devri şarttır.
Ama geriye bir-iki eksik kalır, o da yolsuzluklardır, kayırmacılıktır, israflardır.
Bütün mesele de, sağcısı, solcusu, ulusalcısı, milliyetçisi, siyasi islamcısı için bu eksik kalacaklardan vazgeçememe kararlı iradesidir.
En aptalca laf "ben gelirsem aynı kötü kurumsal yapıyı daha iyi idare ederim" lafıdır.