Melis Alphan
Yerel yönetimler iklim felaketinin boyutunu kavrayamıyor
Bugün dünya nüfusunun yarısından fazlası kentlerde yaşıyor. 2050 yılında kentlerde yaşayanların oranı yüzde 68’e çıkacak. Dünyadaki iklim krizine yol açan karbon salımının yüzde 75’i kent kaynaklı. Yani, yüksek nüfusla beraber, sanayi, inşaat, ulaşım, ticaret gibi faaliyetleri de içeren kentler, iklim krizinin başlıca sorumlusu.
Kentlerin iklim krizinin müsebbibi olması bir yana, krizin etkileri yine en çok kentlerde hissediliyor. Sıcak hava dalgaları, seller, şiddetli fırtınalar ve kuraklıklar, dünyanın dört bir yanında şimdiden kentlerde yaşayan insanların canını alıyor. Bilim bize, iklim krizinin faili konumunda olan kentlerin, aynı zamanda iklim krizinden giderek artan bir ölçüde etkileneceğini söylüyor.
Küresel İklim Değişikliği Araştırma Ağı’na (UCCRN) göre, kentlerdeki yıllık ortalama sıcaklıklar 2020’lerde 1.5 dereceye, 2050’lerde 3 dereceye, 2080’lerde ise 4.9 dereceye kadar artabilecek. İncelenen 52 sahil kentinde, deniz seviyesindeki yükselmenin 2020’lerde 4 ila 9 cm, 2050’lerde 15 ila 60 cm, 2080’lerde ise 22 ila 124 cm olacağı tahmin ediliyor. Sıcak veya soğuk gün sayılarındaki radikal artış, kentleri bekleyen iklim krizi nedenli risklerin başlıcası. Bunun, kentlerde yapı, ulaşım ve turizm gibi farklı sektörlerde etki yaratması bekleniyor. IPCC’nin yayımladığı 1,5 Derece Özel Raporu’na göre kentler, iklim değişikliği kaynaklı aşırı sıcak hava olayları, yağış miktarındaki oynaklık ve deniz seviyesindeki artışlar nedeniyle yüksek risk altında.
İşte bu yüzden, artık iklim krizi tüm dünyada yerel yönetimlerin öncelikli konusu. Hem iklim kriziyle mücadelede hem de iklimdeki değişikliğe uyum sağlamada her yerde olduğu gibi, Türkiye’de de kent planlaması ciddi rol oynuyor. Bu anlamda, çok az sayıda istisna dışında, ülkemizdeki yerel yöneticilerin ve yönetimlerin çoğunun bu konuda bilgili, ilgili veya bilinçli olduğu pek söylenemez. Kentlerimizin gelecek vizyonlarında iklim krizine karşı dirençlilik kazandırmak yer almıyor. İklim krizi konusunda yeterince güçlü bir kavrayış yok. Değişik yönetim seviyeleri ve paydaşlar arasında koordinasyon eksikliği var. Yetersiz mali kapasiteler ve uzman eksikliği de cabası. Oysa yerel yöneticiler ve yönetimler, iklim krizinin etkileri arttıkça, hazırlıksız ve plansız kentlerimizde yaşanacak afetlerden, yıkımlardan ve can kayıplarından kendilerinin sorumlu tutulacağını bilmeliler. Sözler vermeyi bırakıp artık bu konuda somut çalışmalara imza atmak zorundalar.
Azaltım ve uyum politikaları gerekli
2018/19 Mercator-IPM araştırmacıları Dr. Ender Peker ve Dr. Cem İskender Aydın tarafından hazırlanan ‘Değişen İklimde Kentler: Yerel Yönetimler için Azaltım ve Uyum Politikaları’ adlı politika notunda, yerel yönetimlere plan hazırlama süreçleri konusunda öneriler sunuluyor.
Düşük karbonlu kentler için emisyon azaltım alanları arasında kent formu ve yapı düzeni önemli bir yer tutuyor. Örneğin, soğuk ve rüzgârlı iklim bölgelerinde bitişik ve ayrık nizam yapılaşma koşullarında binalarda ısınma için tüketilecek enerji miktarı birbirinden farklı olacağı için, kentte hâkim iklim koşullarının iyi analiz edilmesi ve yerele uygun yapı düzeninin belirlenmesi önem taşıyor. İmar planlarının tarif edeceği yapı düzeni ve formu, iklim kriziyle mücadelede önemli bir yere sahip. Motorlu taşıt odaklı kent ulaşım sistemleri, kentleşme kaynaklı karbon salımının en temel nedenlerinden biri. Özellikle büyük kentlerde, dolmuş gibi karbon salım oranı yüksek toplu taşıma çözümlerinin etaplar halinde düşük karbonlu sistemlere dönüştürülmesi gerektiği vurgulanıyor. Yeşil alanların kentlerin karbon salımına karşı etkin bir azaltım stratejisi olarak kullanılmasının ise peyzajla doğrudan ilişkili olduğu belirtiliyor: "Karbon yutan bitki türleri, yerel iklim koşullarına uygun bitkilendirme, hektar bazında kentsel yoğunluk-yeşil alan oranı gibi detaylar yeşil stratejilerin etkin bir şekilde eyleme geçebilmesinde önem taşıyor."
Kentlerde bir yandan karbon salımını azaltırken, bir yandan da kentleri iklim değişikliğine uyumlu hale getirmemiz gerekiyor. Çünkü iklim krizi şimdi burada. Bu yolda en önemli konulardan biri su kaynakları yönetimi. Zira iklim krizi su kaynaklarının hem kalitesini hem de miktarını etkiliyor. "Metrekare başına düşen yağış miktarları artan bir iklim kuşağında, çatı, teras ve zemin gibi farklı kademelerde yağmur suyu toplama, depolama, arıtma ve kullanma sistemleriyle su kaynağı yaratmak etkin bir uyum stratejisi olabilir" denilen politika notunda, kentte iklim krizine uyum stratejilerini geliştirmek için mahalle, semt ve cadde düzeyinde küçük ölçekli iklim verisinin de toplanmasına ihtiyaç olduğu da belirtiliyor.
İklim değişikliği ile mücadele ve uyum süreçlerinde diğer bir önemli konu da, bilimsel ve teknolojik kapasitenin geliştirilmesi. Peker ve Aydın, büyükşehirlerde ilçe belediyeleri ve büyükşehir belediyesinin birlikte kullanabileceği akıllı dijital yazılımların, büyük kentlerin iklim eylem planlarının hazırlanması ve uygulanması süreçlerinde etkin olarak kullanılabileceğini vurguluyor.
Tüm bunlar yapılırken, işin en önemli kısmı iklim krizine uyum ve emisyon azaltım çalışmalarını birlikte ele alarak dengeli bir strateji üretmek.
Evet Türkiye’de kentlerin sorunu çok, yapacak iş de çok. Ama iklim krizi ile mücadelenin yerel yönetimlerin yapılacak listelerinde ilk sıralarda olmadığı da sır değil. Oysa dünyada şu anda daha önemli bir meselemiz yok. Bütün dünyada "Artık bir şeyler yapın" diyen milyonlarca çocuğu sokağa döken iklim krizi ile mücadele, istisnasız her yerde yerel yönetimlerin en öncelikli meselesi olmalı.