'İç savaş bizim sonumuz olur'

Bülent Emrah Parlak sadece sevilen bir oyuncu değil aynı zamanda politik refleksleriyle de tanınan biri. Parlak'la açlık grevinden KHK'lere, türbandan Zarrab davasına ülke gündemini konuştuk

Seran VRESKALA  

ARTI GERÇEK- BKM Mutfak sahnesindeki Tabutçu tiplemesiyle gönülleri kazanan Bülent Emrah Parlak sadece bir oyuncu değil, aynı zamanda bir Twitter fenomeni de…Kızına sırılsıklam aşık bir baba ve onun fotoğraflarını paylaşmaktan başkaları gibi çekinmiyor. Kendisi de hayatı da transparan yani… Ne düşünüyorsa söylüyor, bundan dolayı insanlar onu çok samimi buluyor. Birlikte geçirdiğimiz 2 saat boyunca yapmacık bir hareketini ve mimiğini görmedim, ağzından sahte bir cümle duymadım. Belki de bu yüzden hakkında bir tane bile olumsuz yorum yok Ekşi Sözlük’te. Sıkı bir vatansever olarak gündemi her gün takip ediyor ve düşüncelerini Twitter’daki hesabında korkusuzca paylaşıyor; onun deyimiyle ülkesini ve geleceğini çok umursuyor. En rahatsız olduğu konulardan biri de ötekileştirme, bunun en büyük sorun olduğunu düşünüyor. İç savaş çıkmaması için birbirimize kenetlenmemiz gerektiğini söylüyor. İşinde tam bir profesyonel; fotoğrafımız çekilirken -ben yerimde duramazken- o dakikalar boyunca duruşunu hiç bozmadı mesela. Saçlarına ve giyimine büyük bir özen gösterdiği de çok belli. Konservatuardayken Müşfik Kenter sakalından dolayı ona ‘Hacı Fışfış’ dermiş. Artık kendine ait bir tiyatrosu var ve şimdilerde harıl harıl çıkaracakları ilk oyunun üzerinde çalışıyor. Tek kişilik bir oyun olmasına rağmen, neredeyse ülkedeki bütün komedi ustalarının da birer rolü olacağı için, oyun adeta çok kişilik tek kadro… Tiyatrosunun ismi Bal Porsuğu; nedenini ilk kez Artı Gerçek’te öğreneceksiniz.  

- BKM hayatınıza nasıl girdi?

Konservatuarda 3’üncü sınıftaydım; istikbalini düşünen her konservatuar öğrencisi gibi aklıma gelen her yere özgeçmişimi bırakmaya karar vermiştim. Güzel ve çağdaş işler yapan birkaç tiyatroya CV’mi bırakmıştım. Yaklaşık 1 ay sonra bana bir telefon geldi; BKM Mutfak diye bir yerin kurulacağından, kendi oyuncularını, yazarlarını yetiştireceklerinden ve alt kadro oluşturacağından bahsettiler; beni de ilk derse davet ettiler. Oranın ilk çıraklarındanım. Konservatuar ile BKM okulunu beraber okudum yani.

- Nedense BKM denince, kapıdan içeri girdiğinde sanki bir harikalar diyarına giriliyormuş gibi geliyor bana.

Gerçekten de olağanüstü bir dünya orası. Her ne kadar çok eğlenceli olsa da usta-çırak ilişkisi içinde bir tedrisattan geçtik orada. Fırçası da azarı da disiplini de çoktur oyunculuğun. Ama özellikle ÇGHB (Çok Güzel Hareketler Bunlar) bizi çok eğlendirdi. Yılmaz Ağabey ‘bir gün bu program siz istediğiniz için bitecek ve bittikten uzun yıllar sonra geriye bakıp çok özleyeceksiniz’ demişti. O zamanlar anlamamıştık ama dediği her şey oldu. Biz istediğimiz için program bitti ve geçmişe baktığımda en çok özlediğim dönem ÇGHB dönemidir.

- Usta-çırak disiplini var mı hala?

Var tabii. Olmazsa bu iş yürüyemez zaten. Her yerde yok olabilir ama tiyatroda bu disiplin yok olmaz.

- Peki, ilk kez komedi oynadığınızda, hiç komedi oynamamış biri olarak zorlandınız mı?

Zorlandım, çok zorlandım. Konservatuarda da hep dram oynadım, hiç komedi oynamadım; dolayısıyla komedi benim BKM’deki kırılma noktamdır. Yılmaz Erdoğan bu anlamda hayatımı değiştirmiştir. Hatta Yılmaz Ağabey’i en çok şaşırtan çıraklarından biriyim; ‘senden çok zor olacak’ derdi bana. Gerçekten kemiklerimi kırıp tekrar kaynattı. Bana o zamanlar pek inanmıyordu, daha embriyoydum, sanırım sonradan fikrini değiştirebildim.

- Sakalı size çok yakıştırıyorlar; Ekşi Sözlük’te bile sakalınız hakkında bir sürü yorum var. Maazallah keserseniz hayal kırıklığına uğrayacak çok kadın var.

(Gülüyor) Kestiğimde ben de hayal kırıklığına uğruyorum ayna karşısında. 23-24 yaşıma dönüyorum, beni tanımanız mümkün değil. Annem bir kere sütçü zannetti beni resmen; sakallarımı kesip gittiğimde, camdan bakmış biri geliyor, tencereyle çıktı kapıya. ‘Aa, sütçü zannettim ben seni’ dedi.

- Biri sizin hakkınızda ‘sesini duyduktan sonra sevişmek istediğim tek adam’ diye yazmış mesela; insan ne hisseder böyle bir şeyi okuduğunda?

(Gülüyor) Valla çok tuhaf tabii. Şöhret olmanın getirdiği bir durum bu, kimse yolda karşılaştığı ya da otobüste gördüğü birine gidip de böyle bir şey söylemez tabii. Biraz tanınınca insanlar hakkında değişik şeyler düşünebiliyorlar.   

- Alıştınız mı bu duruma, yani hala şaşırtıcı geliyor mu?

Yani hala biraz tuhaf geliyor ama çok alıştığım durumlar da var; mesela fotoğraf çektirmek. Telefon hayatımızı çok kolaylaştırıyor ama bizim için biraz acımasız. Babam yoğun bakımdayken biri yanıma gelip ‘fotoğraf çektirebilir miyiz’ dedi mesela. O zaman inanamamıştım. O durumda fotoğraf çektirilir mi diyemiyorsun bile. Acı çekiyorsun o anda ve kırmamak için fotoğrafa gülümsemek zorunda kalıyorsun. Benim babam yoğun bakımdayken onun da annesi yoğun bakımdaydı. Zaten o zaman bunun ne olduğunu anladım; adam annesinin acısına rağmen fotoğraf çektirmek istiyorsa, bir daha hiç itiraz etmeyeceğim duruma dedim.

BAL PORSUK TİYATROSU VE DAHA NELER…

- Röportaj öncesi sosyal medyadan insanlara size ne sormak istediklerini sordum. Biri BKM’nin tekelleştiğini söyleyerek bu konu hakkındaki düşüncelerinizi merak etmiş.

Ben de böyle şeyler duyuyorum. Diğer filmlerin önünü kapayıp, engelliyor mu diye bazı yorumlar kulağıma geliyor. Bir sezonda 7-8 film yaparak bütün sinema sektörüne hakim olduğunu kast etmiş sanırım. Bununla ilgili yapılması gereken şey meslek birliklerinin, yapımcıların, kısaca sektöre hakim güçlerin, bu meslekle ilgilenen, emek veren herkesin bir araya gelip, sinemaya karşı sıkıntı yaratan bir durum varsa, onun için mücadele etmesidir. BKM’nin ya da başka bir kurumun tekelleşmesi her sektörde sorunu büyütür ama bu BKM ile ilgili değil; o olmasa başka bir şirket olacak çünkü. Herkese alan açılması gerekiyor.

- Diziler bu kadar popülerken, neden dram gelmiyor size?

Çünkü dizi sektörü hızlı tüketen, çok yıpratıcı bir sektör. Şu kadar vaktimiz var, şu kadar reyting almamız gerekiyor, konu bu, para bu; kısaca sanat devre dışı... Burada başka kriterler giriyor devreye. Yapımcılar risk almıyor. Dram yapan yapımcılar daha önce dram oynamış oyuncularla çalışmayı tercih ediyorlar, ki kanal yöneticisi itiraz etmesin, seyirci kabul edebilsin, herhangi bir sıkıntı yaşanmasın. Yoksa dışarıda dram oynayabilecek harika oyuncular var ama yapımcılar risk almak istemiyor. Vakti yok.

- Tabutçu Recep etiketinin üzerinize yapıştığı söyleniyor.

Ya öyle düşünmemek lazım, Tabutçu’dan çıkalı çok uzun zaman oldu çünkü. ÇGHB’ı bırakalı 7 yıl oldu, ne diyeyim. 

- Şimdi neler yapıyorsunuz?

Tiyatro yapıyorum. Kendi tiyatromu kurdum. İsmi Bal Porsuğu Tiyatrosu. Mekan kiralayarak kendi oyunlarımızı oynuyoruz. 

- Bir nevi gezici tiyatro…

Aynen. Çok yakın arkadaşım Uğraş Güneş bir oyun yazdı şimdi, çok enteresan. Çok kişilik tek kadro. İsmi, Bülent Bey’in Hikayesi. Sahnede Bülent isimli bir adamın beynini oynuyorum. İç organlarla beynin diyaloglarını baz alıyor. İç organları çeşitli oyuncu arkadaşlarım oynayacak.

- İnsanın tiyatro sahibi olması için çok parasının olması gerekmiyor mu?

Hiçbir zaman çok zengin bir insan olmadım ama arkadaşlar açısından çok zenginim. Bir arkadaşım bir tek cümleme oturup oyun yazdı, diğeri kendi isteğiyle oyunumu yönetiyor, videoları çekecek olan çok yakın arkadaşım, müzikleri kardeşim yapıyor, kostümleri Murat’ın kardeşi yapıyor, organları oynayacak arkadaşlarımın hepsi de kıymetli isimler; yani bu ekibi istesen parayla toplayamazsın. Bu yüzden ben çok zenginim.  

- Kimler olacak oyunda?

Müthiş isimler var. Erkin Korkut, Sarp Apak, Şahin Irmak, Erdem Baş, Onur Buldu, Uğur Bilgin gibi çok kıymetli arkadaşlarımız var ama bir bunun kadar daha sürpriz isim var.

- Neye göre seçildi isimler? Yani böbreğe bu isim çok yakışır mı dediniz?

‘Burayı kim daha iyi kotarabilir’den yola çıktık biraz.

- Her organ var mı? Mesela penis de bir organ…

Var tabii. Onu da oynayan var, kalçayı da. Alterego ve östrojen bile var. Onlar bana video ile bağlanacaklar. Çok inanıyoruz bu projeye, hepimiz kalbimizi koyduk. ÇGHB’dan Murat Eken de yönetmenimiz.   

- Tiyatronun ismi neden Bal Porsuğu?

Bunun sebebini arkadaşlarım biliyor ama burada ilk kez anlatacağım; bir belgeselde dünyanın en cesur hayvanını izlemiştim. En cesur dendiğinde aslan, kartal ya da fil gibi bir şey beliyorsunuz ya, hayır, dünyanın en cesur hayvanı Bal Porsuğu imiş. Afrika’da yaşayan minik bir hayvan. Korku hormonu yok. Böyle bir duygusu olmadığı için aslan, kaplan demeden bütün hayvanlara saldırabiliyor. Aslana dalıyor, çitaya dalıyor, leopara dalıyor, bir yerde dur artık değil mi, yok, önüne çıkan herkese dalıyor. Mesela aslan çok şaşırıyor buna…

- Psikopat bir hayvan yani…

Aynen, bayağı atarlı. Genç aslanlar bunu öldürüyor; ölüyor resmen ama aslan yaşlıysa hiç şansı yok, o onu öldürüyor. Köstebek yiyor, kobra falan yiyor, onun zehriyle kafası güzel oluyor falan, ama ona bir şey olmuyor. Acıktığında başka hiçbir hayvanın giremediği vahşi arıların kovanına dalıyor, ballarını yiyor, sonra kovanı tekmeliyor. Sokuyorlar bunu ama bir şey olmuyor çünkü hayvanın derisinde bunu koruyan bir katman var. Dişisiyle sadece çiftleşmek için bir araya geliyor sonra birbirlerinin yüzüne bile bakmıyorlar. Tek tabanca dolaşıyor ikisi de. Türkiye’deki lakabı ‘Kasımpaşalı Porsuk’, dayı yani, tam bir bıçkın delikanlı. Kimseye eyvallahı yok! Avrupa’da birçok dergi gurubunun da simgesidir bu korkusuzluğu yüzünden.

- Şahane bir isim olmuş tiyatro için.

Evet; bal porsuğunun yalnızlığını, farklılığını, güce karşı atarını örnek alan bir tiyatro bizimkisi... (Gülüyor) O belgeseli izleyeli neredeyse 15 yıl oldu, o zamandan beri aklımdaydı bu isim.

- Biri ‘tiyatronun geleceği ile ilgili ne düşünüyor’ diye sormuş.

Daha geçen gün düşündüm bu konuyu. Şu dönem sanat anlamında birçok şey sıkıntılı gidiyor ama tiyatroya bir şey olmuyor. Tiyatrolar, tiyatrocular sıkıntıda diye hep haber çıkar ama tiyatro her zaman var olacak. Hepsi ölür tiyatro ölmez.

'BAŞÖRTÜSÜ İÇİN DE BURJUVAZİ AHLAKINA KARŞI DA MÜCADELE VERDİM'

- Twitter’da da bir fenomen haline geldiniz. Attığınız her tweet’i binler paylaşıyor. Ekşi Sözlük’te hakkınızda hiçbir kötü yorum yok. İnsanlar neden sizi bu kadar seviyor?

Hakikaten sevildiğimi hissettiriyorlar ama sebebini bilmiyorum. Genelde samimi bulduklarını söylüyorlar, olduğum gibiyim; evde nasılsam dışarıda da öyleyim. Benimle aynı fikre sahip olmayanlar da beni seviyor ve bu benim için çok önemli. Ülkede ortak yerde buluşma problemi var biliyorsunuz, bir şekilde bir yerde buluşmalıyız, bazı değerleri kaybedeceğiz yoksa.

- Şöhretli bir isim olarak gündeme dahilsiniz, fikirlerinizi söylemekten çekinmiyorsunuz. Sanatçıların siyaset konuşmaya çekindikleri böyle bir zamanda bu cesaret nereden geliyor?

Haksızlıklara karşı susmamaya gayret ediyorum kendimce. Herkesin de böyle yapması gerektiğini düşünüyorum ama yapmayana da neden yapmıyorsun demem. Yapmayan bir gün yolda görecek bir şeyler yapmış olması gerektiğini.

- Taraf olmaktan ve insan kaybetmekten mi korkuyorlar?

Toplum olarak kaybetmekten korkar hale geldik. Özellikle bizim sektörde yerine hemen başkasının koyulmasından çekinenler olabilir. İş kaygısı, yaşam kaygısı çok yüksek.

- Sizin böyle bir kaygınız yok mu?

Yaşamam için çalışmam lazım ama bunun için duruşundan çok taviz vermemen de gerekiyor. Ben yıllardır böyleyim, böyleydim… Beni susmak asıl çok yaralar. Susamam, çünkü o zaman ben olamam. Bu anlamda hiç korkum yok! Adalet neredeyse, doğru neredeyse, insana yakışan şey neredeyse orada duruyorum. Politik bir duruşum var, bunda ısrarım da var ama bu duruşumu insanlar üzerinde bir baskı olarak kullanmıyorum hiçbir zaman. Sadece bir örnek olmak istiyorum ama bunu yaparken de hiç korkmuyorum.

- Siz de bir bal porsuğu’sunuz o zaman.

(Gülüyor) Olabilir. Dediğim gibi haksızlığa karşı susmak yapımda yok ve maalesef susanların çoğu ‘haksızlığın karşısında susanlar şeytandır’ diyenlerden oluşuyor. Kimseyi eleştirmiyorum çünkü bu ukala bir tavır olur ama bu kadar haksızlık varken bir cümle bile etmiyorsa, tarih bunu kaydediyor. İnsanlara neler yapılıyor; bundan bir kişinin bile etkilenmemesi mümkün değil!

- İfade özgürlüğünün olduğunu düşünüyor musunuz?

Şu anda ifade özgürlüğümü kullanabiliyorum ama ilerisi için kaygılarım var. Sadece tek problem bu değil ki, ülkemizdeki en büyük problem ötekileştirme. Eskiden böyle bir şey yoktu ki! Ya da bu kadar yoktu diyelim. Zemine indiğinizde, bu ülke her dönem suni veya gerçek bir sürü problem yaşadı ama şu ana kadar bu kadar ayrıştırılma görmedi. Kartal’da muhafazakâr bir mahallede büyüdüm, Karadenizliydi çoğu arkadaşım. Baba Elazığlı, annem Ankaralı ama ben onların dışında bir bireydim. Bizim çok güzel bir hayatımız vardı. Mahalle kültürümüz vardı bir kere. Solda duran bir aile olarak sağcı komşularımızla hiçbir problem yaşamadık mesela. Şimdi ortak değerleri yitirdik iyice. Yeter ki daha fazla yitirmeyelim, diğer sorunlar hallolur nasıl olsa. Benim gibi düşünmüyorsun diye seni nasıl yargılarım ben?

- Sizi yargılayan oluyor mu?

Olmaz mı? Daha geçenlerde biri ‘düne kadar başörtülüler üniversiteden içeri sokulmazken sen neredeydin’ diye yazmış. Hayatımda bir tek bu tweet’e cevap verdim; 90’ların sonu, 2000’lerin başında hem İstanbul Üniversitesi’nde hem Marmara Üniversitesi’nde başörtülü kardeşlerimizin özgürlüğü için yapılan eylemlere destek veren sosyalistlerin arasındaydım ama ben sana sormayacağım nerede olduğu… Bu benim babaannem de başörtülüydü gibi bir şey değil, öyle bir ayrımımız yok, haksızlık kime yapılırsa ben oradaydım. Bize yapılıyor şu an ayrım, ben ötekileştiriliyorum. Ben mahalleden geliyorum, sokağı da çok iyi bilirim, öyle beni dışlayamazsın… Durduğum taraf sana Avrupa solculuğu, şehir romantiği gibi geliyor ama değil! Bizim bu tarafı seçmemizin sebebi ülkemizin, halkımızın daha iyi yerde olmasını istediğimiz için. 

- tekileştirilenlerin ötekileştirmesi yani ötekileştirilmenin ne olduğunu bilenlerin bunu yapması çok yazık, değil mi? Gerçekten de kin ve nefret dolu bir nesil geldi sanırım.

Ya ben hiçbir zaman ötekileştiren tarafta olmadığım için anlayamıyorum bu durumu. Ben ve tanıdığım hiçbir insan bunu yapmadık. Burjuvazi bunu yaptığında ise biz burjuvaziye karşı mücadele ettik. O zaman burjuva ahlakı, demokrasisi ve ekonomisiyle mücadele ettik. E, kardeşim ben o dönemde senin yanındaydım zaten, sen niye şimdi benim yanımda olmuyorsun? Buna rağmen geldiğimiz noktaya bak! Sokaktaki işçinin ne suçu var 1 Mayıs’ta dayak yiyor, öğrencinin ne suçu var, dayak yiyor, Nuriye ile Semih’in ne suçu var işlerini geri istemekten başka? Şimdi bunlara nasıl sessiz kalabilirsin?

- Nuriye ve Semih’e bir şey olursa ne olur sizce?

Düşünmek bile istemiyorum. Lütfen onlara bir şey olmasın. Ne olurunu konuşmak bile istemiyorum.

'İÇ SAVAŞ BİZİM SONUMUZ OLUR'

- Reza Zarrab ve rüşvet yiyenlerin olayı inanılmaz bir günden yaptı, milyonlarca kişi davayı izledi ama şimdi unutulup gittiler bile. Gündemin bu kadar hızlı değişmesi hafızamızın giderek yok olmasına mı sebep oluyor acaba?

Gündemden çok bu anlamda yapılan her şey bu ülkenin geleceğinden çalıyor. Senin, benim geleceğimizden çalıyor. Çocuğumun geleceğinden çalıyor. Hepimiz bu vatanı seviyoruz ve halkımız için en iyisini istiyoruz değil mi? Değilmiş işte.

Vatanseverlikten bahsediyorsunuz burada değil mi? Vatanseverlikle milliyetçilik çok farklı unsurlar…

Aynen öyle, milliyetinin ne olduğu fark etmez bu vatanı sevmen için. Ben vatanseverim. Tıpkı babalarımızın kuşağı gibi, 68’ler gibi, Deniz’ler gibi vatanseverim ben. Bu toprakları çok seviyorum.

- Bir okuyucumuz ‘Bülent Bey ülkemizin geleceğini kendi soy ismi gibi görüyor mu’ diye sormuş.

Umut hiçbir zaman kaybolmaz. İşler her zaman iyiye gitmez, önemli olan kötü zamanlarda kenetlenmek, terk etmemek. Mutluluğu paylaşmak kolay ama sıkıntıyı paylaşmak çok zor. Düşünsenize, 2’nci Dünya Savaşı’nda, o 4 sene boyunca insanlar neye tutundu? Şehirler bombalanırken insanlar ne yaptılar? Yahudiler ne yaptı? İşkence görenler nasıl dayandı? Sosyalistler, komünistler ne yaptı? O kadar acı yaşanırken, insanlar ne yaptı? Umut olmasa hiçbiri hayatta kalamazdı. Bazı şeyler kötüye gidiyor ama elbette düzelecek, çünkü umut asla yok olmaz. Sadece yan yana olmamız gerekiyor bunun için, karşı karşıya değil.

- Son çıkan KHK’laer hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye Teksas’a döner mi sizce?

E, böyle bir risk var tabii. Böyle bir şey olabilir mi? Kanunun kısıtlayıcı ve sınırlayıcı olması gerekiyor ki herkes aklına geleni yapamasın diye. Özellikle bu tip durumlarda. Herkes kanunları kendi uygulamaya kalkarsa ne olur? Hele şiddete karşı kanun çok sert olmalı.

- Özellikle bu dönemde yargılanan gazeteci, aydın, akademisyen, öğretmen, memur vs. herkes terör örgütü üyesi olarak yargılanırken… Barış isteyen imzacılar bile vatan haini olarak yargılanırken…

Aynen öyle. Nuriye ve Semih için de örgüt üyesi dediler. Yarın sen de yargılanabilirsin, ben de. Bir örgüt üyesi olmadığımız halde. Ya da yarın öbür gün Amerika’yla işler bozulunca Amerikano içiyoruz diye yargılanabiliriz mesela, ya da Amerika’nın bir kıta ismi olduğunu söylememize bile fırsat vermeyebilirler.

- Böyle bir KHK iç savaşa sebep olur mu sizce?

Şimdi bir kara bulut var ya, bu yüzden hep kötü şeyler olacakmış gibi geliyor hepimize. İç savaş falan olmayacak. Olmasın! Olmaması için mücadele edelim. İnadına bir araya gelelim. Daha da sıkı kenetlenelim. Savaş olması bizim sonumuz olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi