Yoğun bakım hastaları sağmal inek mi?

Mesele hastanelere asıl işlerinin insan sağlığı olduğunu unutturacak acımasızlıkta bir sistemi dayatarak, doktorları bile buna boyun eğmek zorunda bırakmak.

Çok yakın zamanda çok kötü bir deneyim yaşadım. "Kötü"  tanımı da hafif kalıyor aslında, kabus demek daha doğru olur.

Annemi titreme ve ateşle yakındaki bir özel hastaneye götürdüm. Enfeksiyonun yanı sıra potasyumun neredeyse sıfırlanması nedeniyle acil serviste müdahale edilirken aniden , konuşurken, gözümün önünde annem gitti.

Beni dışarı attılar, doktorlar alarma geçti ve şokla annemi geri getirdiler. Annemi yoğun bakıma aldılar, solunum cihazına bağladılar.

Elimden geldiğince sadeleştirerek aktarmaya çalıştığım bu anlarda benim yaşadıklarımı tahmin edebilirsiniz. Bu travmaya, beklemekten başka elinden hiçbir şey gelmeyeceğini bilmenin çaresizliğini ekleyin…

Neyse ki ertesi gün annemi solunum cihazından çıkardılar, değerleri normale dönmeye başladı. 4 gün sonra tedavisi evde devam edebilir deyip, taburcu ettiler. Yoğun bakımdan doğrudan eve çıkarılması garip gelmişti ama annemin eve gelmesine de sevinmiştim.

Maalesef bu sevincim sadece 4 gün sürdü. Yüksek ateş ve yüksek tansiyonla yeniden acil servise gittik.  Yeniden yoğun bakım servisinde tedavi altına alındı.

Bu kez yoğun bakımdan eve gönderilmesine izin vermemekte kararlıydım.

Yoğun bakım doktoru bir kez daha, bir 4 günlük yoğun bakım sonrası eve taburcu edilebileceğini söyleyince çok canım sıkıldı.

 "Neden servise değil de eve" sorusunu sordum haliyle. "Enfeksiyonun kontrol altına alındığını, elektrolitlerin dengelendiğini serviste yatmasına gerek görmediklerini " söyledi. Ama bu kez söylenenle yetinmeye, bir kez daha yürek çarpıntısıyla ambulans çağırmaya, yoğun bakım kapısında nöbet tutmaya razı olmayacaktım.

Bir hastane çalışanıyla konuşurken söylediği bir cümleyle meseleyi aşağı –yukarı anlamıştım.   "Hastaların yoğun bakımdan servise çıkarılmasında sistemle ilgili bir sıkıntı yaşanıyor" demişti.

Bu "sıkıntı", AKP’nin yeniden yapılandırdığı sağlık sistemini, hatta yalnız sağlık sistemini değil eğitimden adalete, köprüden otoyollara yaptıkları bütün cilalı işlerin altındaki pası ve kiri mükemmel özetliyordu.

"Sistem" denen şey,  hastaneleri ticarethane, hastaları sağmal inek haline getirmişti kısaca.

Evet, "benim vatandaşlarım özel hastanede hizmet alacak"tı, ama bu hizmetin sağlığı ne kadar garanti ettiği bahis konusu değildi.

SGK, hasta yoğun bakımda yattığı sürece parasını ödüyordu. Nitekim bizden yoğun bakım parası alınmadı. Ancak acil servisten gelmiş bir hasta eğer yoğun bakımdan servise çıkarılırsa SGK hastaneye bir gece için sadece 30 TL ödüyormuş.  Hastaya serviste yattığı sürece verilen ilaçlar, hizmet eden personel, kullanılan malzemeler gibi sayılamayacak kalemin maliyetini hastane karşılamak zorunda kaldığından, hastayı hadi artık iyileştin deyip evine gönderiyorlar. 

Kısaca  evle-yoğun bakım arasında gidip gelen hasta, dayandığı kadar hastaneye para kazandırır, dayanamazsa kendi bilir!

Benim durumu sorgulamam kendi paramla annemin serviste tedavi altına alınmasını sağladı ama diğer hastalar?!

Parası olsa da ‘sistem’i bilemediği için söylenene inananlar? Ya da parası olmadığı için hastasını sisteme kurban vermek zorunda kalanlar?

Bu kadar acımasızca meta haline getirilmiş insanların sağlığı…

Öte yandan hastane çalışanları, doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar bu sistemin içinde ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlar.

Onlara söyleyecek tek sözüm yok, hatta hastane sahiplerine bile söyleyecek sözüm yok.  Çünkü özel hastaneler elbette ki para kazanmayı hedefleyecek. Mesele hastanelere asıl işlerinin insan sağlığı olduğunu unutturacak acımasızlıkta bir sistemi dayatarak, doktorları bile buna boyun eğmek zorunda bırakmak.

Evet, gerçekten "Başkaları konuşur AKP yapar"!

İnsanların geçmediği köprüler yapmak, geçilmeyen yollardan para almak, adaletin katledildiği gösterişli saraylar yapmak, özel hastanelere mecbur bırakarak SGK’nın yükünü azaltmak…

Devlet hastanelerinin içini boşaltarak, içini cilalamak mesela…

Hastane kuyruklarını azaltmakla övünüyorlardı, birkaç yıl önce. Şimdi hastane meselesini ağızlarına pek almıyorlar. Çünkü kuyruklar acil servislere taştı.

Pislik içindeki acil servislere sarı-kırmızı-mavi şeritler koyup göz boyuyorlar ama EKG cihazının çalışmadığı devlet hastanelerine tanık oluyoruz. Kalp krizi şüphesiyle hastaneye giden hastanın EKG’sini çekebilmek için doktor, bir yandan eliyle yapışmayan elektrotları tutmaya çalışıyor,   bir yandan elektroyu çekmeye…

Bir başka hastane mesela… Hadi adını vereyim, Haydarpaşa Numune’nin aciline giden bir daha o hastanenin önünden geçmez. Pislik içinde, hastanın üstüne örttükleri battaniye muhtemelen 2. Dünya Savaşı’ndan falan kalmış. Gri, kırçıllı, filmlerde gördüğümüz türden. Lime lime olmuş. Ortalıkta hangi hastaya yetişeceğini bilemeden, bıkkın bir ifadeyle dolaşan beyaz önlüklü gençler…

Hepsini geçelim, devlet hastanelerinde öğrenci yetiştirecek hoca kalmamış.

Çok merak ediyorum,  doktor hatalarına ilişkin bir istatistik tutuluyor mu acaba?

AKP bir sürü tıp fakültesi tabelalı bina yaptı ama içlerinde hoca yok.  Kadavra görmeden mezun olan doktorlara sağlığımızı emanet etmek zorunda kalacağız, birkaç yıl içinde. Şu anda bu fakültelerden mezun kaç doktor üstümüzde ihtisas yapıyor onu da bilmiyoruz.

AKP yapınca böyle yapıyor işte!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi