''Yolculuk Bizi Kendimize Getirir''(*)

Dört günde dört kente gitmek için yaklaşık dört bin kilometre yol katederken, Almanya, Putin, Erdoğan, gazetecilik, ekonomik kriz ve güzel kitapların müjdesi geldi gündeme.

Salı günü Selanik'ten Köln'e 3 saat uçak yolculuğu (1683 km.) Çarşamba günü karayolundan Köln-Berlin seyahati, molalar hariç yaklaşık 6 saat (572 km). Aynı gece Köln'e dönüş.(572 km). Perşembe öğlen Köln'den trenle Paris'e gidiş. Rötarla 3.5 saat sürdü.(500 km). Cuma akşamüstü yine trenle Köln'e dönüş (500 km). Böylece toplamda Salı'dan Cuma'ya 4 gün içinde 4 kent arasındaki seyahatlerde toplam 3827 km yol katetmişim. Şehirlerarası otobüs şoför ya da muavinleri bile bu kadar kısa sürede bu kadar uzun yolculuk yapmaz herhalde.

Genç yaşıma rağmen, haliyle yoruldum tabi. Otomobil yolculuğunda arkadaşlarla sohbet ediyorsun da, uçakta, trende tek başınasın, bir süredir bu vasıtalarda kitap okuyamaz, yazı yazamaz oldum, başım dönüyor. Takıyorum kulaklığımı müzik dinliyorum.

Şoför ya da muavin değilim, pilot ya da makinist de değilim, e nedir bu kadar kısa sürede oradan oraya koşuşturmaca? İş güç...

Köln, Artı TV ve Artı Gerçek'in merkezi. Geldim, ertesi gün Berlin'de Friedrich Naumann Vakfının bir toplantısına davetliyiz. Celal Başlangıç ve televizyondan iki arkadaşla atladık arabaya ver elini Berlin. İyi de oldu, değdi. Türkiye'den ve Rusya'dan gelen iki gazeteci grubuyla bir akşam yemeği yedik. Alman Liberal Demokrat Partisine yakın Vakıf, Erdoğan'ı Putin'e benzettiği için iki ülkenin gazetecilerini bir araya getirmiş. Türkiye'den gelen meslekdaşlarımızla hasret giderdik, eşimiz-dostumuz ve genel ortam hakkında bilgiler verdik aldık. Güldük eğlendik, hayıflandık, umutsuzlandık.

Nazi döneminde ülkelerinden kaçan Alman akademisyenlere Türkiye kapılarını açmıştı. Şimdi de memleketlerinde baskı gören Türkiyeli akademisyen ve gazetecileri Alman devleti ağırlıyor. Erdoğan'ın son Berlin ziyareti, Alman makamlarını uyandırmışa benzer. Boomerang etkisi. Berlin yönetimi casusluk faaliyeti sürdüren, milliyetçilik, dincilik, Alman düşmalığı propagandası yapan cami ya da dernekler yerine, Türkiye'den gelen akademisyen ve gazetecilere daha fazla destek vermesi gerektiğini yavaş yavaş anlar gibi. Biz de Alman arkadaşlarımıza 1938 Münih yaklaşımının zararlarını anlatmaya çalıştık. Özel ya da genel bir talebimiz yok. Ama Berlin, birilerini kırmızı halılarla ağırlarsa bunun ceremesini sadece muhalifler değil Alman makamları ve halkı da çekiyor. Söyledik bunu. Hak verdiler.

Rus gazetecilerle de, baskıcı rejimlere karşı mesleki mücadele strateji ve taktiklerini konuştuk. Onların da geçmişlerinde doğru dürüst bir basın özgürlüğü, editoryal bağımsızlık gibi kavram ve uygulamalar kök salmamış olduğu için, Moskova gazeteciyi casus olarak görmeyi dolayısıyla gerekirse öldürmeyi de uygun buluyor.

Paris deplasmanı da aslında iyi geçti. Konferans tercümanı olarak gittim. Istanbul'dan gelen Yiğit Bener'le çalıştım. Yiğit sipariş ettiğim kitapları getirmişti: Okay'ın Kitabı, Serra ile Emine'nin kitabı, Ayşe Sarısayın'ın ''Denize Yazıldı''sı ve Yiğit'in çevirisiyle Cortazar'ın ''Kafa Ütüleyicinin Laklakıyatı''. Çok hoş edebi ve siyasi sohbetler yaptık.

Toplantı global bir şirketin toplantısıydı. Türkiye'deki ekonomik durum orada da gündeme geldi. Yabancılar, Türkiye'de artık dövizle iş yapılmasının mümkün olmadığını öğrenince şaşırdılar. Ankara, her mekanda, uzayda bir başkent muamelesi görüyor. NASA dahil.

Önümüzdeki günlerde seyahatler var yine: Brüksel, Hamburg, Amsterdam, Gelsenkirschen.

Normalde varılan yer değil, seyahattir önemli olan. Ama biz normal koşullarda yaşamıyoruz. Seyahatlerin bile tadına varamıyoruz şimdilik.

Varacağız.

(*) Albert Camus

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi