Darbe karşıtı bir yazının bu kadar ters yorumlanması, anlaşılır bir şey değil. Cumhurbaşkanlığı sözcülerinin yazıyı yeterince okumadıkları anlaşılıyor. Hayatım darbelere, darbeci eğilimlere karşı mücadele ile geçti.
1960-61 yılını Mebus Evleri diye anılan İsrail Evlerinde geçirdim. Siyasi tutsak aileleri ile ilk kez orada karşılaştım. Yassıada’da zulüm altında olan mebusların çocuklarının okulda ‘düşükler’ diye aşağılandığına tanık oldum. Onlarla dayanışma içinde oldum. Yassıada’da yapılan aşağılama ve işkencenin ilk tanıklıklarını dinledim. Daha sonra faillerinin askeriye içinde nasıl yükseldiklerine, 90’lı yıllarda nasıl kirli bir savaş yürüttüklerine tanık oldum.
İnsan haklarına duyarlı olmamın, üniversite yıllarında bir darbeden medet ummamamım nedeni belki de bu.
12 Mart Darbesini hapiste geçirdim, 20 yıl pasaport alamadım. Doktoram yarım kaldı. 12 Eylül darbesini tehdit altında yaşadım.
28 Şubat günlerinde, 12 Eylül idamlarını anlatan bir kitabı ve 12 Eylül darbesini sembolik olarak yargılayan Hannover Tribünali’nin belgelerini yayınladığım için mahkemeye verildim. Başkanım Akın Birdal suikasta uğradı. Eşim Ayşe Nur hakkında ölüm döşeğinde davalar açılmaya devam etti.
2006 yılında şu anda iktidarın payandası olan bir çevre tarafından Hrant Dink ile birlikte hedef gösterildim.
2007 yılında kaos planı gerçekleşmedi ise bunun nedeni Hrant Dink’in iğrenç katline gösterilen ve toplumun her kesimini kucaklayan vicdan patlaması idi.
Darbe heveslileri Hrant’ı katletmekle kendi ayaklarına ateş ettiler.
2011 yılında saçma gerekçelerle gözaltına alınıp tutuklandım. Beni tutuklayan, ulusal ve uluslararası tepki üzerine daha mahkeme başlamadan beni serbest bırakmak zorunda kalan ekip, polisi, savcısı, hâkimi ile hapiste şu an.
2016 darbe girişimi / karşı darbesi de bana dokunmadan geçemedi ne yazık ki.
Kıssadan hisse: İnsan hakları ve adalete bir gün herkes muhtaç olabilir ve olacaktır.