Zorunlu din dersleri ve Yargımız

Tek Adam iktidarının Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülük, hiç şüphesiz, yargı kararlarını çöpe atması. Dahası, kestirmeden giderek, Yargı’yı vesayet altına alıp korkutması.

Tek Adam iktidarının Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülük, hiç şüphesiz, yargı kararlarını çöpe atması. Dahası, kestirmeden giderek, Yargı’yı vesayet altına alıp korkutması.

Bunu yapabilmek için de Anayasa’yı ihlal etmesi.

Çünkü Anayasa Md. 138 “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır” diyor. Md. 153 de “AYM kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” diyor.

Fakat acayip ve berbat bir durum: TCK Md. 309’a göre, meselenin sonucunu söylüyorum, Anayasa’yı ihlal suçu var diyebilmek için “şiddet ve cebir” kullanılıyor olması lazım. Yani Md. 138 ve Md. 153’ü “şiddet” kullanmadan ihlal edersen Anayasayı ihlal suçu olmuyor; ne oluyor, bugünkü Türkiye’de son derece keyfekeder sayılan “görevi kötüye kullanmak” veya “görevi ihmal” oluyor!

Bu durumda kimi mahkemeler Anayasa’ya ve hukuka göre hüküm oluşturuyor, kimileri de iktidarın keyfine göre karar vererek tüm Yargı’yı töhmet altında bırakıyor.

Bu ikinciler arasında hukuka göreli olarak uygun kararlar veren idare mahkemeleri ve hatta Danıştay da var. Bu vaziyeti, ülkemizde Hanefi-Sünni-Müslüman inanışa göre okutulan zorunlu din dersleri bakımından gözden geçirelim. Son olarak şu yaşandı:

***

AYM, 2014’te 15345 numarayla yapılan bir başvuru üzerine, ebeveynlerin eğitim ve öğretimde dinî ve felsefi inançlarına saygı gösterilmesini isteme hakkı bulunduğunu kabul etmiş.

Buna dayanan bir İstanbullu aile, kızlarının zorunlu din dersinden muaf olması için 01.03.2022’de Milli Eğitim Müdürlüğüne başvuruyor.

Reddedilince, İstanbul 3. İdare Mahkemesine gidiyor. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin "Sünni Müslüman inancına dair anlatılar içerdiğini, laiklik ilkesi icabı devletin tüm inançlara eşit mesafede olması gerektiğini, bunun gereği olarak din derslerinin dinî eğitim niteliğinde olmaması gerektiğini, bu niteliklere haiz olmayan din derslerinin zorunlu kılınmasının hukuka aykırı" olduğunu savunuyor.

İstanbul 3. İdare, AYM’nin yukarıdaki kararına rağmen ailenin iptal istemini reddediyor. Üstelik de bunu, bu ders müfredatının yenilendiğini ve artık içerik olarak dinî eğitim niteliği taşımadığını söyleyen Ankara 10. İdare Mahkemesi ile Danıştay 8. Dairesi kararlarını gerekçe göstererek yapıyor.

Oysa, bu dosya için AYM ihlal kararı vermiş; ondan hiç bahsetmiyor. Ya CB Erdoğan gibi AYM’yi tanımıyor yahut karardan haberi yok.

***

Böyle hukuk cinayetleri, Türkiye’de daha önce verilen hukuk-dışı mahkeme kararlarından yararlanarak işlenmekte. Çünkü yukarıda da söyleyip geçtim, kimi hukuka uygun olanlarının yanı sıra böylesi idare mahkemesi ve hatta Danıştay kararları var. Yani ulusal Yargı bu konuda çok istikrarsız. Bunlardan bikaç örnek vereceğim, ama önce neyin temel alınması gerektiğini konuşalım.

Tabii ki AİHM kararları temel ve rehber alınacak. Çünkü Anayasa Md. 90/5’e göre temel haklar konusunda ulusal yasa hükümleri değil, devletin imzaladığı uluslararası sözleşmeler (burada, AİHS - Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) geçerli.

AİHM’nin oybirliğiyle karar verdiği, devedişi (hatta, suaygırı dişi) gibi 2 dava var: “Hasan ve Eylem Zengin / Türkiye” (2007) ve “Mansur Yalçın ve diğerleri / Türkiye” (2014)

Her iki karar da aynı şeyi söylüyor: Türkiye’nin ilk ve ortaokullarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin öğretilme biçiminin 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesinin 2. cümlesince güvence altına alınan hakları ihlal ettiğini. Bu kadar basit.

***

Şimdi gelelim sözü edilen ulusal mahkeme kararlarına ve yürütmenin tutumuna, çok özetle:

Antalya’da ateist bir aile, kızlarının bu dersten muaf tutulmasını isteyince talep 2009’da Antalya 3. İdare Mahkemesince kabul ediliyor, fakat din dersi kitaplarında olumlu değişiklik yapıldığı gerekçesiyle (bu gerekçe artık klasikleşti!) bu kararı bozuyor Danıştay. Bunun üzerine idare mahkemesi 2013’te davayı reddediyor. Bu dosya şimdi tekrar Danıştay’da.

Antalya’da Alevi kökenli olup kendisini ateist olarak niteleyen bir aile, dersin dinî ve felsefi inançlarına uymadığı gerekçesiyle ilkokuldaki kızlarının dersten muaf tutulması için 2008’de dava açıyor. Antalya 3. İdare Mahkemesi aile lehinde karar veriyor ve çocuk 3 yıl boyunca dersten muaf oluyor. Fakat Danıştay 8. Daire derslerin artık mezhepler üstü olduğu türden yanlış ve klasikleşmiş bir gerekçeyle bu kararı bozuyor, yerel mahkeme de bu bozmaya uyuyor. Ama o sırada çıkan AİHM’nin 2014 tarihli Mansur Yalçın kararı üzerine Danıştay, kararını Haziran 2015’te aile lehinde değiştiriyor. İdare mahkemesi buna uyunca MEB Danıştay’a temyize gidiyor. Dosya Danıştay’da.

Munzur Üniversitesinden KHK’yle ihraç edilen Doç. Candan Badem, kızının din dersinden muaf tutulması için dava açıyor. Fakat Erzurum 2. İdare Mahkemesi; MEB’in açıklayacağını duyurduğu fakat bir yıldır açıklamamış olduğu yeni müfredata (yani içeriği bilinmeyen ders programına) atıfta bulunarak, “yapılan değişiklikle ülkemizde çoğulculuk anlayışı içerisinde, nesnel ve rasyonel bir din kültürü ve ahlak bilgisi eğitimi yapıldığı sonucuna ulaşılmıştır” diyor. Ve bu bahaneyle 03.01.2017’de başvuruyu reddediyor. Dava şu anda Danıştay’da.

***

Bazıları soruyorlar diye söylüyorum, iki haftadır bu nefretamiz İstiklal patlamasını yazayım istiyorum fakat yazamıyorum çünkü kimin ve neyin ne olduğunu anlayamadım henüz.

Her bölümü ayrı saçma ve birbirinden farklı ama hepsi de gerçek dışı amatör bi TV senaryo taslağı gibi.

Bir Arap kadını komando kamuflaj pantolonu giyip “korsan taksi”yle İstiklal’e bomba patlatmaya gidiyor. Bombayı bıraktığı gibi “abiye elbise” ve “makyaj” dükkanlarına giriyor.

Olay olur olmaz AKP’nin Medya Genel Müdürü Abdülkadir Selvi olayı PKK’nin yaptığını açıklıyor.

PKK üstlenmeyi reddediyor.

Ardından S. Soylu Amerika’nın taziyesini reddediyor, oysa CB Erdoğan teşekkür etmiş vaziyette. ABD’nin rolünü, kadının “New York” yazan tişörtlü fotosundan anlıyoruz. Bu arada Somali’den bi kadın çıkıyor, “o benim kız kardeşimdir” diyor.

Yargı karar vermeden “şüpheli” denmesi gerektiği halde her gazete ve sitede en başından beri “bombacı” diye geçen ve pek az yerde “şüpheli” diye anılan bu kadının ifadesi alınırken avukat var mıydı ben duymadım.

Ardından, cezalandırmak için Suriye ve Irak’a hava saldırısı yapıyoruz, “terör örgütü sözde karargahları”nı bombalıyoruz. Ama ortada henüz örgüt adı bile yok. Karadan da gireceğiz diyoruz. Altılı Masa hemfikir.

Bu sırada güney illerimize roketler yağmaya başlıyor ve insanlar ölüyor. Fidan’ın tapelerdeki “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim, Türkiye’ye sekiz füze attırırım” sözleri akıllardayken, ABD “Türkiye’nin terör tehdidine karşı kendini savunma hakkı var” diyor. Rusya, büyük çapta kara harekatından kaçının, diyor.

Bütün hikaye, ki zaten daha çoook ama çok su kaldıracağa benzer, benim zeka seviyem için fazla karmaşık kaçıyor. O yüzden yazamıyorum.

Bekleyelim. Bak daha neler çıkacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Baskın Oran Arşivi