Çetin Gürer
Ya Erdoğan iktidarı bırakmıyorum derse?
24 Haziran sonrası ihtimaller belirdikçe daha şimdiden ya bir-iki yıl içinde ya da parlamento aritmetiğine göre altı ay sonrasına bir erken seçimin yeniden gündeme geleceği konuşulmaya başlandı bile. Şu anda muhalefetten yana olan olumlu havanın seçim gününe kadar sürmesi durumunda, Erdoğan’ın en azından meclis çoğunluğunu kaybetmesi oldukça güçlü bir ihtimal ve yeniden bir 7 Haziran 2015 durumu yaşanabilir. HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan da, HDP’nin barajı geçememesi durumunda yeni bir erken seçimin mecburiyet olacağını ifade etti.
Türkiye’nin Erdoğan ile dikiş tutmayan düzeni, otoriter, baskıcı rejimi, sandık yoluyla düzlüğe çıkmaya çabalıyor fakat o düzlüğe erişemiyor. Türkiye halkı neredeyse her yıl yapılan seçimlerden kurtulamıyor. Türkiye’de 2014 yılından bu yana beş defa seçim yapıldı. 24 Haziran ile birlikte sandıklar altıncı kez kurulacak. Dile kolay, 4 yıl içinde bir ülke 6 defa seçime gidiyor. 2019 Mart ayında yapılacak yerel seçimleri de sayarsak, son beş yılda 7 defa sandıklar kurulmuş olacak. Bunun Türkiye’ye yarattığı maliyet bir yana, politik anlamı oldukça büyük.
Bu seçim sıklığı da gösteriyor ki, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal sorunları demokrasiden uzak, göstermelik sandıklarla çözüme kavuşmuyor. Göreli "demokratik" ortamda yapılan önceki beş seçimin demokratikleşme sorununun çözümünde hiçbir etkisi olmamışken, OHAL koşulları altında hiçbir meşruiyeti olmayan seçimlerin, kimsenin derdine derman olmayacağı çok aşikar. Faşist AKP-MHP bloğu dışında kimse de bu seçimleri meşru görmeye tenezzül etmemeli zaten. Bu gayri meşruluk, seçim propagandasının merkezinde yer aldığı müddetçe, seçim sonrası politik mücadeleler açısından muhalif güçlerin elinde bir dayanak kalabilir. Aksi durumda devleti yeniden yapılandırırken muhalefeti de dizayn eden Erdoğan’ın başkanlığındaki bir Türkiye’de artık muhalefetten de söz etmek imkansız hale gelebilir.
24 Haziran seçimleri göstermelik bir demokrasi oyunun da ötesinde ve Türkiye halklarına Erdoğan nezdinde kurulacak otoriter bir rejimi zorla oylatmanın bir senaryosu. Daha geçtiğimiz yıl seçmenlerin yarısından fazlasının hayır dediği tek adam başkanlık sistemi için, bugün tüm "hayırcılar" kendi adaylarıyla yarışa katılmış durumda. Bu, muhalefet için bir çıkmaz sokak. İstemedikleri, onay vermedikleri bir sistem için şimdi sandık başına gitmeye mecbur bırakıldılar. Daha da kötüsü, bu zoraki seçimlerden Erdoğan’ın galip çıkması durumunda, muhalefetin artık bu sisteme karşı yüksek sesle itiraz edemeyecek duruma düşecek olması.
Muhalefet partileri için 2014’ten bu yana kurulan her sandık, faşizan AKP rejimini geriletmenin, sınırlamanın, iktidardan indirmenin bir fırsatı olarak "tarihi önemde" addedildi. Son dört yıldır tarihi önemde olmayan tek bir seçim yaşamadık. 24 Haziran seçimleri de yine tarihi öneme sahip, aydınlığın ve karanlığın, demokrasinin ve faşizmin oylanacağı bir seçim olarak görülüyor. Gerçekten böyle bir önemi de var, fakat her "tarihi önem" söylemiyle birlikte muhalif siyasetin daha fazla parlamentarizm kıskacına sıkışma tehlikesi de yok değil.
Her seçim döneminde tüm enerji, umut, hesap maalesef sadece sandıklara bağlanıyor. Sandık ve parlamento dışında elinde başka siyaset aracı kalmamış seçmenler de mecburen bu "son umuda" sarılmaktan başka bir şey yapamıyor ve umutlanıyor. Yapılan umut propagandası, seçimlerin ertesinde mücadele yürütecek umut bırakmıyor. Elbette umut, insanın varoluş ve mücadele gücü, fakat gerçeklerden kopuk umut, bu gücü yok eden bir şey.
Umut, olumlu hayaller ve olumlu sonuçlar üzerine bina ediliyor. Oysa bu Türkiye’nin mevcut politik gerçekleriyle çok da uyumlu değil. Bu koşullar altında yapılabilecek en iyi şey, en kötü senaryo üzerine kafa yorup stratejiler belirlemek olmalı. Daha da önemlisi ve somut düşünülmesi gereken şey şu: Erdoğan, kaybetmesine rağmen iktidardan çekilmezse muhalefet olarak ne yapacağız? Muhalefetin buna karşı etkili planları hali hazırda var mı yoksa sabırla Erdoğan’ın kendi kendine ikna olup iktidarı bırakması mı beklenecek?
Türkiye’de muhalefetin böyle bir senaryoya hazırlıklı olduğu pek söylenemez. Ama Erdoğan’ın oldukça hazırlıklı olduğuna dair sayısız emare var. Muhalefet -her ne kadar buna inanmasalar da- Türkiye’de hala demokrasinin ve hukuk devleti kurallarının az da olsa işlediğini varsayıyor ve doğal olarak tüm plan ve hesaplarını demokratik prosedür ve teamüllerin işleyeceği ihtimali üzerine kuruyor.
Oysa Türkiye, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası Erdoğan’ın ve AKP’nin sergilediği çok somut bir darbeyi deneyimledi. Seçim sonuçlarını kabul etmeyen, demokratik, hukuk ve anayasal kural ve teamülleri hiçe sayıp 1 Kasım seçimlerine Türkiye’yi mecbur bırakan bir süreci hep birlikte yaşadık, gördük. Erdoğan, iktidarı bırakmamak için her tür araca başvurup istediğini almayı başardı. Bunun üzerine çokça başka suçlar, darbeler, ihlaller, yasadışılıklar, anayasaya aykırılıklar da eklendi.
Şayet bu senaryonun cevapları henüz muhalefette yoksa demek ki Türkiye sol, sosyalist, demokrat, Alevi, Kürt cephesi son iki yılda yaşadığımız sayısız benzer örnekten herhangi bir ders çıkarmamış demektir. Ama umarım, 24 Haziran sonrasında ortaya çıkacak her tür sonuca hazırlıklı oluruz.