Çevrimiçi flört dosyası-3: ‘Aşkın metalaşması, emeğin metalaşması ile ilişkili’

Çevrimiçi flört dosyası-3: ‘Aşkın metalaşması, emeğin metalaşması ile ilişkili’
Çevrimiçi flört dosyası kapsamında aşkın metalaşmasını Dr. Serra Sezgin ile konuştuk. Sezgin’e göre aşkın metalaşması, emeğin metalaşması ile ilişkili.

Oğulcan ÖZGENÇ


ANKARA - Milyonlar, yaklaşık 5 milyar dolarlık aşk pazarında hayallerindeki partneri bulmaya çalışıyor. “Sağa kaydırılanlar”, “sola kaydırılanlar” derken aşk nedir ve nasıl dönüştü soruları merak uyandırıyor. Kapitalizmin aşkın metalaşması üzerindeki etkisini, bu metalaşmanın aşkın politik niteliğinden neleri götürdüğünü ve ne tür bir yabancılaşmaya neden olduğunu Dr. Serra Sezgin ile konuştuk.

Sezgin, “Aşk’ın metalaşması, emeğin metalaşmasıyla çok ilişkili. Yani meta mantığının maddi ürünlerden taşarak emek süreçlerini, cinselliği, tüm insan ilişkilerini kontrol etmeye başlamasıyla ilişkili” değerlendirmesinde bulundu. Sezgin, flört uygulamaları insan ilişkilerinin geldiği noktada günah keçisi olmaması gerektiğini belirterek, bu uygulamaların beklenmedik karşılaşmalara uzam yarattığı görüşünde.

Kapitalizm aşkı nasıl dönüştürdü? Her şeyin meta olduğu kapitalist sistemde aşkı nasıl tanımlarız?

Aşk duygusal, duygulanımsal, dürtüsel, psikolojik, toplumsal ve hatta politik olarak çeşitli katmanları olan ve etkileşimsellik içeren bir olgu olduğundan, sabit bir tanımını yapmayı mümkün ve doğru bulmuyorum. Ama tabii ki aşk’ın ifade ettiklerinin, tarihte toplumla birlikte dönüştüğünü gözlemleyebiliriz.

Kapitalizmle birlikte her şeyin satın alınabilir hale gelmesi söz konusu oldu. Şöyle düşünelim, kanun nezdinde bir suç işlediniz diyelim, yeterince paranız varsa, en naif örnekle, başarılı avukatlara erişiminiz var, toplum nezdinde suç işleme motivasyonunuz zayıf, dolayısıyla cezadan, hatta bazen kurşunlardan bile yırtabiliyorsunuz. Benzer biçimde yine yeterince paranız varsa günümüzün fiziksel güzellik standartlarına uyumlu bir partner edinme şansınız artıyor. Ama elbette biliyoruz ki bu örneklerde ne adalet ne de aşk mevcut. Yani fiziksel, ekonomik, toplumsal vb. standartlara uygun olsa dahi bir partnerinizin olması aşkın varlığına işaret etmeyebilir. İşaret sözcüğü de bizi bu noktada metaların gösterge işlevinin kapitalizmde ön plana çıkmasına götürüyor. Güzel, yakışıklı, başarılı, zengin bireyleri betimleyen göstergeler tüketilen ve alınıp satılan metalar halinde. Dolayısıyla paranın mutluluğu satın alınabileceği bir hikâyede, aşk da satın alınabilir gibi görünüyor. Ama işin aslı, göstergeler satın alınabilse de bu göstergelerin aşk, mutluluk gibi olgularla mutlak bir ilişkisi yok.

‘AŞK NEDİR SORUSUNUN YANITI PARMAK İZİ GİBİDİR’

Öyleyse “Aşk nedir?” sorusuna nasıl yanıt verebiliriz?

“Aşk nedir?” sorusunun yanıtı parmak izi gibidir. Dünyadaki insan sayısı kadar farklı, özgün cevabı olabilir. Bizim asıl sormamız gereken soru, aşkın ne olmadığı üzerine olmalı. Eşitlik olmadan aşk olmaz örneğin. Eşitlik ortadan kalktığında iktidar ilişkileri, mülkiyet ilişkileri devreye girer. Mesela bizim kültürümüzde “davul bile dengi dengine” diye bir deyiş vardır. Genelde bu partnerlerin benzer sosyo-ekonomik sınıfa ait olması biçiminde yorumlanır ve pekâlâ tartışmaya açıktır. Ama başka bir okumada, yani denklik meselesine başka bir yerden yaklaştığımızda, aşk ilişkisinde partnerlerin eşit haklara sahip olması gerektiği anlamını da çıkarabiliriz. Kendini ifade edebilmek ya da dikkate alınmak, tanınırlık, güvenilirlik, karar mekanizmaları gibi gündelik ve duygulanımsal bağlamları da katarak, hak ve had meselesini de aşk ilişkilerinde daha sık düşünmeliyiz.

‘AŞKIN METALAŞMASI KAVRAMIN POLİTİK NİTELİĞİNİ ARKA PLANA ATIYOR’

Aşkın metalaşmasını nelerle ilişkilendirebiliriz?

Aşk’ın metalaşması, emeğin metalaşmasıyla çok ilişkili. Yani meta mantığının maddi ürünlerden taşarak emek süreçlerini, cinselliği, tüm insan ilişkilerini kontrol etmeye başlamasıyla ilişkili. Emek çalışmalarında en temelde maddi emek, gayri maddi emek kavramlarını işe koşarak tartışabiliyoruz, ama aşk çalışmaları literatürde “critical love studies” veya “romance studies” gibi alanlar var olmasına rağmen henüz derinleşmedi ve belki de emek çalışmalarından bağımsız yeni bir şey söyleyemeyebilir. Ancak demek istediğim, metanın mantığı nasıl kültürel, toplumsal, duygulanımsal olanı tüketim, kar, zarar, verimlilik, sermaye, piyasa gibi kavramlarla ele geçiriyor ve tek bir potada eritiyorsa, bizim de benzer ve karşıt biçimde o potadan tek tek ayıklamamız gereken meseleler var. Bu, bugün neticesini görecek kadar ömrümüzün yetmeyeceği, kazananın veya tek başına kurtuluşun olmadığı, anlamın olduğu, aşk’ın olduğu, huzursuz, hoşnut, yaşamın kendisine tekabül eden ve yegane aracımızın emek olduğu bir mücadeledir.

Peki, aşkın metalaşması onun politik niteliğinden neleri götürür?

Aşk’ın metalaşması; kavramın politik niteliğine ve dolayısıyla özgürleşim olanağına onun kimlik, eşitlik, özgürlük, özgünlük ile kesişimlerini arka plana atarak söz ettiğim mücadeleye ket vuruyor.

‘UYGULAMALAR, BEKLENMEDİK KARŞILAŞMALARA UZAM YARATIYOR’

Günümüzde “Robotlar işlerimizi elimizden alacak mı?” diye soruyoruz. Ancak mesele “romantik ilişkiler” ve “aşk” olduğunda çoktandır algoritmaların tutsağıyız. Flört uygulamaları da bunun en bariz örneğini teşkil ediyor. İnsanlar artık beğenilerini bu uygulamalar aracılığıyla işaretliyor ve “hayallerindeki partnere” ulaşmayı amaçlıyor. Bu noktada; günümüzde flört uygulamalarının “aşkın metalaşması” üzerindeki etkisi nedir?

Tutsak demeyelim çünkü bir bakıma flört uygulamaları ve algoritmalar bize beklenmedik karşılaşmalar alanı sunuyor. Günümüzde kendimize mümkün olduğunca steril, güvenli alanlar yaratmaya çalışıyoruz. Hatta kelimenin tam anlamıyla konforlu bir fanus yaratmak için “çalışıyoruz”. Tabii bu fanus mümkün olduğunca kendimize benzeyen insanları içeren tenha bir alan. Bir bakıma, flört uygulamaları bu fanusta çatlaklar yaratıyor, çeşitlilik sunuyor ve beklenmedik karşılaşmaların uzamını oluşturuyor. Tabii bu çeşitliliğin kontrolünü de filtreler ve algoritmalar yoluyla sağlıyor. Aslında iki insanı tanıştırmak, çöpçatanlık hiç de yeni bir şey değil. Teknolojik gelişmeler dediğiniz gibi her seferinde korku salıyor.

Robotlar bizi köle yapacak, yapay zekâ işimizi alacak, flört uygulamaları aşkı bitirecek vb. Oysa bunların hepsini zaten insanlar kendileri beceriyor. Nitekim teknolojik gelişmeler de gökten inmiyor. Flört uygulamaları insan ilişkilerinin geldiği noktada, yani daha tahammülsüz, esnek, akışkan, geçici ilişkilenmeler noktasında günah keçisi olmamalı. Doğrudan algoritmaları ya da uygulamaları hedef haline getirdiğimizde eleştirinin odağını kaçırma riski ortaya çıkıyor.

Diğer yandan, uygulamaların her biri birer ürün. Hepsini bir değerlendirmek çok doğru olmayacaktır çünkü farklı hedef kitlelere hitap ediyor ve farklı problemlere çözüm bulma amacı güdüyorlar. Bu uygulamalarda kullanıcı deneyimi, sağa-sola kaydırılan, işaretlenen, biriktirilen meta hissi yaratabiliyor. Ama diğer yandan beklenmedik karşılaşmalara uzam yaratıyor. Gelecekte; ayrıca farklı kullanıcı deneyimleri ve uygulamaların arayüzleri farklı neticeler de ortaya koyabilir.

‘ŞAŞMAZ REÇETELER, İADE GARANTİSİ, HIZLI ÇÖZÜMLER KOVALIYORUZ’

Louis Aragon bir şiirinde “Mutlu aşk yoktur” diyor. Metalaşmadan bahsetmişken yabancılaşmadan söz etmemek olmaz. Aşkın metalaşması sonucunda insanlar nasıl bir yabancılaşma yaşıyor? Bu yabancılaşma ve metalaşma içinde “mutlu bir aşk” mümkün mü?

Buradaki tuzak aşk ve mutluluk arasında kurduğumuz ilişkisellikte aslında. Aragon’un şiirinde mutlu aşk yoktur çünkü aşk yara, gözyaşı, hüsran, çaresizlik ve acı ile ilişkilenir. Bir bakıma haklıdır da, aşk kontrol edilemez, dolayısıyla çaresiz bırakır. Aşk acıdır ve çoğu zaman da hüsrana uğratır, ağlatır. Ancak, yaşam da böyledir, hatta belki mutluluk da böyledir.

Yine Aragon’dan yola çıkarak başka bir yerden bakarsak; diyelim ki sağ kefeye “kontrol, güç, seçenek”, sol kefeye de “çaresizlik, hüsran ve acı” koyduk. Aşk’ın hangi kefede olduğu barizken mutluluğu niçin diğerinde arıyoruz? Demek istediğim, açıkça maddi sermaye ile artan güç, kontrol ve seçenekler, aslında halihazırda yurttaş olarak hak ettiğimiz konfor ve güvenceyi çalışarak kazanılacak, satın alınabilir ve mutluluğa dönüştürülebilir bileşenler olarak konumlandırıyor.

Şaşmaz reçeteler, iade garantisi, hızlı çözümler kovalıyoruz haliyle. Ama işe gidiyoruz, “ben burada ne yapıyorum?” diyoruz, partnerimize bakıyoruz “benim bu insanla ne işim var?” diyoruz, “ben kimim, hayatımla ne yapıyorum?” diye soruyoruz. Bu yabancılaşma, anlam ve aidiyet arayışı üzerine düşünmemiz lazım. Bu soruları özdüşünümsellik yoluyla içtenlikle yanıtlayabildiğinizde veya en azından yanıt aramaktan vazgeçmediğinizde memnun değil belki ama mutlu olunabiliyor. Aşık da olunabiliyor hatta, illaki bir insana değil ama bir ideaya, bir hayale, bir düşüne. Ben mutluysam, aşk da yarattığı hüsranla, çaresizlik hissiyle, açtığı yaralarla beni niye mutsuz kılsın? Çünkü bu duygular bizi varoluşumuzla ilgili sorgulamalara sürükleyebilir ve ancak bu sorgulamalar ile başka bir dünya tahayyül edilebilir.

‘AŞK TAHAYYÜL EDİLMEDİĞİ NOKTADA İMKANSIZLAŞIR’

Aşkın metalaştığı ve insanların yabancılaştığı bu momentte bizler gibi aşk da kuşatılmış vaziyette. Tam da bu noktada; aşk bizi kuşatan ve yabancılaştıran sistemde bir direnme noktası olabilir mi? Bu nasıl mümkündür?

Elbette olabilir, olabilmelidir, en azından olabileceği tahayyül edilmelidir. Tıpkı eşitlik gibi, tıpkı adalet gibi, özgürlük gibi aşk da ancak tahayyül edilmediği noktada imkansızlaşır. Aşk, kapitalist sistemde sömürüye, yabancılaşmaya, yalnızlaşmaya, yersiz yurtsuzlaşmaya karşı dünyayı daha yaşanılır kılacak, hayatımızı yaşamaya değer kılacak eylemlerimizin sığınaklarından biridir. Tam da bu bağlamdaki potansiyelini açığa çıkarabilmemiz için mülkiyet gibi, rekabet gibi, sermaye gibi kavramlardan arındırmamız gerekir. Bunun pratikteki karşılığını gündelik dilde, söylemlerimizde, davranış ve tutumlarımızda, yaklaşımlarımızda, ilişkilerimizde de bulabiliriz.


YARIN: ÇEVRİMİÇİ FLÖRT UYGULAMALARINI KULLANANLAR NE DİYOR?

Öne Çıkanlar