Devrimci iki kadın gazetecinin buluşması...

İkisi de kendi dönemlerinin medyasında öncü rol oynamış olan iki kadın gazeteci, Gültan Kışanak ile İnci Tuğsavul geçen cumartesi Brüksel'de bir araya geldiler.

Geçtiğimiz cumartesi günü Brüksel'de, İnci için de, benim için de duygu dolu bir gün yaşadık. Kürt dostlarımızın tam da Brüksel Merkez Garı'nın karşısında bulunan bir lokalinde düzenlenen "Barış ve Demokratik Toplum Süreci" konulu bir söyleşide Kürt direnişinin en önemli isimlerinden Gültan Kışanak ile birlikteydik.

İleri yaşında amansız bir hastalığın günlerdir kendisini zorladığı yoğun teşhis ve tedavilerden bunalmış olan İnci için de, benim için de, sadece özgürlük ve eşitlik mücadelemizin değil, aynı zamanda gazetecilik mesleğimizin son derece değerli bir kadın mensubuyla birlikte olmak mutluluk vericiydi.

60'lı yılların ikinci yarısında Akşam Gazetesi'nin ve Ant Dergisi'nin sosyalist hareketin sesi olmasına en büyük katkıda bulunmuş kadın gazeteci olarak İnci için, 90'lı yıllarda Özgür Ülke ve Özgür Gündem gazetelerinin yönetiminde bulunmuş bir kadın gazeteciyle birlikte olmak özel bir önem taşıyordu.

Gültan Kışanak'ın daha 80'li yıllarda, Diyarbakır zindanında 12 Eylül faşist cuntasının işkence ve tecridine yiğitçe direnen bir kadın militan olduğunu bize sürekli ulaşan insan hakları raporlarından biliyorduk. O cehennemde yaşadıklarını daha sonraki yıllarda şöyle anlatmıştı:

"Cezaevi Müdürü Binbaşı Esat Oktay Yıldıran vardı… Bir gün bizim kadınlar koğuşuna girdi… Herkes ayağa kalktı, ben kalkmadım… Sırf içeri girdiğinde ayağa kalkmadım diye, sırf bu gerekçeyle beni köpeği Co’nun kulübesine tıktırdı. Köpeğinin bile kalmak istemediği, pislik içinde, küçücük bir kulübeydi bu… Bir gün değil, iki gün değil, bir ay değil, iki ay değil, tam altı ay orada kaldım. Nefes almanın bile zor olduğu o kulübede bana her gün dayak attılar, her gün işkence yaptılar."

Gültan Kışanak kadın gazeteci olarak mücadele verdiği 90'lı yıllarda da faşist terörün türlü saldırılarına hedef olmuş, çalıştığı Özgür Ülke gazetesi 3 Aralık 1994'te ateşe verilmişti. Olaydan 31 yıl sonra İstanbul'da yapılan anma toplantısındaki konuşmasında Kışanak o vahşeti şöyle anlatıyordu:

"Özgür Ülke 'gerçekler karanlıkta kalmayacak' sloganıyla yayın hayatına başlamıştı. Maalesef dönemin başbakanı Tansu Çiller’in emriyle gazetenin bütün sayıları toplatılıyor ve el koyuluyordu. Basın emekçileri ve hakikate inanan bütün insanlar tüm baskıya rağmen hakikati yazmaya devam etti. Özgür Ülke gazetesinin bombalanması talimatını veren Tansu Çiler oldu. Gazetemiz gecenin bir yarısında bombalandı. Hakikate inanan gazetecileri imha etmek istediler. Ama tarih bir kez daha gösterdi ki hakikati yazanlar imha edilemedi."

Daha sonraki yıllarda Kürt ulusal direnişinin siyasal yapılanmasında da büyük sorumluluklar üstlenerek 2007-2014 yıllarında Diyarbakır ve Siirt’ten milletvekili seçilecek, aynı zamanda Barış ve Demokrasi Partisi eşbaşkanlığını yapacak olan Kışanak'la şahsen ilk kez Brüksel'deki Avrupa Parlamentosu'nda Kürt ulusunun haklı mücadelesini desteklemek üzere organize edilen uluslararası konferanslarda birlikte olacaktık.

Ne var ki, Kışanak'ın çilesi o zaman da bitmeyecek, 2014’te Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eşbaşkanlığına seçildikten sonra 25 Ekim 2016’da tutuklanarak hapse mahkum edilecek, Kandıra F Tipi Cezaevi’nden ancak 7,5 yıl sonra tahliye olacaktı.

Kışanak, bu kez Brüksel'e gelmeden önce, çok önemli bir etkinliğe katılmak üzere Paris'teydi. Kürt ulusal direnişine yıllarca büyük destek veren Danielle Mitterand adına konulmuş olan ödül bu sene Kurdistan’da yıllardır yerel demokrasi, kadın özgürlüğü ve ekolojik yaşam alanlarında mücadele yürüten Özgür Kadın Hareketi (TJA) adına Ruken Ay Aydın ile birlikte Gültan Kışanak'a verildi.

Törende yaptığı konuşmaya 2013 yılında Paris’te alçakça katledilen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’i anarak başlayan Kışanak, “Bugün burada aldığımız bu ödül, onların yarım kalan özgürlük mücadelesinin de bir devamıdır... Bu ödül, sadece bize değil, zindanlarda, sokaklarda, köylerde, belediyelerde direnen tüm kadınlara adanmıştır. Barış ve demokratik toplum mücadelesi, kadınların öncülüğünde ve kadın özgürlükçü paradigma ile yoluna devam edecektir” diyordu.

Kışanak ile Brüksel'deki buluşmamızda, Kürt kadın meslektaşlarımızdan Filiz Koçali ve en yakın mücadele arkadaşlarımızdan Sosyalist Kadınlar Birliği (SKB) ve Brüksel Halkevi yöneticisi Zeynep Görgü ile de beraberdik.

Gazeteciliğe ve sol mücadeleye kadınların hâlâ medyanın ve sol hareketin yönetici kadrolarından dışlandığı 60'lı yılların başında girmiş, haber değerlendirmelerine ve sayfa düzenine getirdiği yeniliklerle Türkiye'nin en eski gazetesi Akşam'a Gazetesi'nin solun günlük sesi olmasına, ardından sosyalist Ant Dergisi'nin yaratılmasına en büyük katkıda bulunmuş olan İnci için, o dönemin üzerinden yarım yüzyılı aşkın bir süre geçtikten sonra sürgündeki bu buluşma gerçekten mutluluk vericiydi...

Toplantı dönüşü bilgisayarlarımıza düşen bir ileti İnci'yi daha da mutlu kıldı... Türkiye yayın ve düşün yaşamının en önemli etkinliklerinden biri olan ve o gün açılışı yapılan TÜYAP Uluslararası Kitap Fuarı'nda Belge Yayınevi'nin standında benim sürgünlük üzerine yazdığım kitaplarla birlikte İnci'nin yaşamı ve mücadeleleri üzerine yazmış olduğum "Vatansızlığı Vatan Eylemek" adlı kitap da yer alıyordu.

Gerek Türkiye, gerekse sürgündeki yaşam ve mücadelemiz üzerine anılarım önceki yıllarda "Vatansız" Gazeteci adı altında iki cilt olarak, sürgün yașamımda Artı Gerçek de dahil çeșitli gazete, ajans bültenleri ve dergilerde yer alan yazılarımdan seçmeler ise “Sürgün Yazıları” adı altında sekiz cilt olarak yayınlanmıştı.

Yaşamımın 90. yılını tamamlarken, "Sürgün Yazıları"nın 9. cildini yayına hazırlama çalışmasına yoğunlaştım. Bu yazılardan seçmeleri içeren Fransızca Ecrits d’exil'in 5. cildi de aynı zamanda yayımlanmış olacak.

Bittabi, bu yeni ciltlerin yayına hazırlanmasında da büyük yük yine 63 yıldır beraber olduğumuz, 60’lı yıllarda Akşam'ı ve Ant Dergisi’ni birlikte yönettiğimiz, sürgünde de 12 Mart ve 12 Eylül faşist cuntalarına karşı demokratik direnişi yönetirken İnfo-Türk’ü ve Güneş Atölyeleri'ni birlikte kurduğumuz İnci Tuğsavul'un sırtında…

İnci'yle ilk kez sosyalist mücadelenin legal olarak Türkiye İşçi Partisi önderliğinde örgütlenmeye başladığı 1962 yazında karşılaşmıştık. Sendikal mücadelemden dolayı gazete patronlarının kara listesine konulduğum için hayatımı kazanmak üzere gitmek zorunda kaldığım ilk sürgünümden yeni dönmüş, hem Türkiye İşçi Partisi'nin örgütlenmesinde yer almış, hem de partiyi destekleyen Öncü gazetesinin Ege temsilciliğini üstlenmiştim.

İnci de, Ankara'da çıkan muhalif Hür Vatan Gazetesi’nin haberleri sürekli manşete çıkan en başarılı muhabiriydi. Bir yakınını ziyarete geldiği İzmir'de, Öncü’nün gazete bürosundan başka her şeye benzeyen külüstür bürosunda ilk kez buluşmuş, ülkenin yakıcı sorunları üzerine uzun uzun görüşmüştük.

Ben Aybar'ın isteğiyle Türkiye İşçi Partisi'nin genel merkezinde sorumluluk üstlenmek üzere 1963'te İstanbul'a geçtikten sonra, İnci İstanbul'a her gelişinde benim çalışmakta olduğum Gece Postası gazetesine uğrar, görüşüp dertleşirdik.

1963 yılı, meslekte henüz iki yılını doldurmamış olan İnci'nin gazetecilikteki başarılarının Türkiye'nin en büyük basın örgütü tarafından ödüllendirildiği yıl oldu. İstanbul Gazeteciler Cemiyeti'nin "Yılın Gazetecisi" yarışmasında haber dalındaki birincilik ödülü 16 Temmuz 1963'te yapılan bir törenle İnci'ye verildi. Ödüle layık görülen tek kadın gazeteciydi...

İnci'yle meslek yaşamında birlikteliğimiz ve sosyalist mücadelede yoldaşlığımız 1964 yılında Akşam gazetesinde başladı. O gazetenin Ankara bürosunda çalışmaya başlarken ben de genel yayın yönetmeni olduğum Gece Postası'ndan ayrılarak Akşam'ın gece sekreterliğini üstlenmiştim. Birkaç ay sonra da genel yayın yönetmenliğini...

Yönetimini üstlendikten sonra Akşam'da gerçekten dinamik bir redaksiyon ekibi oluşturmuş, Çetin Altan, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Fethi Naci başta olmak üzere gazetenin sayfalarını solun tanınmış kalemlerine açmıştım.

1965 yılı, İnci’yle benim hem özel yaşamlarımızı birleştirdiğimiz, hem de sol yayıncılıkta tüm ömrümüz boyunca sürdüreceğimiz mücadele birlikteliğimizin başladığı yıl oldu. 30 Ocak 1965'den itibaren İnci'yle sadece özel yaşamı değil, sol gazeteciliğin tüm yaratıcılığını, zorluklarını, mahkumiyetlerini ve sürgün acısını hep birlikte yaşadık.

Türkiye'de Akşam gazetesini iki yıl süreyle solun günlük sesi haline getirmemiz, 1971 darbesiyle yasaklanıncaya kadar sosyalist Ant dergisi ve Ant kitaplarını yayınlamamız, 54 yıllık sürgünümüzün ilk 20 yılında yoldaşlarımızla birlikte 12 Mart Cuntası'na karşı Demokratik Direniş Hareketi'ni, ardından 12 Eylül Cuntası'na karşı Demokrasi İçin Birlik'i örgütlememiz çoktan tarih oldu.

51 yıl önce başlattığımız İnfo-Türk'ün çeşitli dillerdeki bültenlerinin ve kitaplarının yayınını, hakkımızda yeni davalar açılmasına, Türk vatandaşlığından atılmamıza, Türk elçilikleri ve onların emrindeki lobby'ci yayınlar tarafından hedef gösterilmemize, ilerleyen yaşımıza ve ağırlaşan sağlık sorunlarımıza rağmen hiç sekteye uğratmadan sürdürüyoruz.

Brüksel'de dünyanın farklı ülkelerinden gelmiş göçmen ve sürgünlere eğitsel ve kültürel hizmet veren Güneş Atölyeleri'ni kurup yaşatmamız ise büyük ölçüde İnci'nin yaratıcılığının eseridir.

İnci'nin Türkiye'de 6 yıl, sürgündeyse 54 yıl boyunca verdiği mücadeleleri, yarattıklarını, acılarını ve sevinçlerini benim "Vatansız" Gazeteci" adlı anılarımın iki cildinde, daha sonra "Vatansızlığı Vatan Eylemek" adlı kitabımda ayrıntılı olarak anlatmaya çalışmıştım.

İkimiz de ileri yaşlarımızda artık takvim yapraklarının birbiri ardına giderek daha hızla düştüğünün bilincindeyiz. Hayatta kalan yakınlarımızın, dostlarımızın, mücadele arkadaşlarımızın sayısı hızla azalıyor.

Giderek daha da yoğunlaşan sağlık sorunlarımızın çalışma hızımızı düşürdüğü bir dönemde devrimci meslektaşımız Gültan Kışanak'la Brüksel'in merkezinde birkaç saatliğine de olsa birlikte olmak, ülkemiz halklarının özgürlüğü için verilmekte olan mücadelenin yöntemleri üzerine görüşlerini, tereddüt uyandıran konular üzerindeki sorularımıza yanıtlarını dinlemek, İnci'yi de, beni de mutlu kıldı.

Dahası, Gültan Kışanak'ın dün bir diğer Kürt gazeteci dostumuz Erdal Er'in Medya TV'deki programında son sürecin gelişimi ile ilgili sorularına, zaman zaman "siyasetçi" kimliğini bir tarafa bırakıp gazeteci kimliğiyle verdiği yanıtlar da son derece aydınlatıcıydı. Her şeyden önce Kürt ulusal kimliğinin kabullenilmesi, Kürtlerin yönetime katılma hakkının tanınması, kayyum uygulamasına derhal son verilmesi ve yarım yüzyıldır çeşitli şekilde kriminalize edilen 2 milyonu aşkın Kürt'ün tam özgürlüğe ve hak eşitliğine kavuşturulması gerektiğini özellikle vurguladı.

Katılmamak mümkün mü?

Teşekkürler haklı kavgaların ödün vermez savaşçısı, sevgili meslektaşımız Gültan Kışanak... Yolun açık olsun...