Eser Karakaş
Büyüme, cari açık, hukuk ve cehalet
Bugün (dün) TÜİK 2022 birinci çeyrek büyüme oranını ve Nisan (2022) ayının dış ticaret açığını açıkladı.
Bu resmî verilere göre Türkiye ekonomisi ilk çeyrekte (Q1-2022) yıllık bazda yüzde 7.3 büyümüş ama 2021 son çeyreğe göre büyüme oranı yüzde 1.2.
Bu ilk çeyrek büyüme oranı son dört çeyreğin en düşük yıllık büyüme oranı.
Dış ticaret açığı ise (ithalat eksi ihracat) Nisan ayında 6.11 milyar dolar oldu.
Cari açık da aylık 5.5 milyar dolar düzeyinde seyrediyor.
2022 senesi sonuna kadar Türkiye’nin ödemesi gereken kısa vadeli dış borç ise 180 milyar dolar düzeyinde.
Dünya Bankası, kredi derecelendirme şirketleri gibi kurumlar 2022 için yüzde üçün dahi altına düşebilecek bir büyüme oranı tahmininde bulunuyorlar.
Ben ise bu yazımda AKP’lilerin, Erdoğan’ın, Nebati’nin hoşuna gidebilecek bir şey yapacağım ve büyüme oranının ilk çeyrekte olduğu kadar yüksek olmasa bile çok iyimser bir tahminle yüzde beş düzeyinde gerçekleşeceğini varsayacağım; Erdoğan, Nebati bayılırlar değil mi?
Pandemi günlerinde ertelenen tüketim bizde ve her yerde talebi destekliyor, artan tüketim talebi de büyümeyi uyarıyor.
Ne güzel, aklı başında kimse böyle bir duruma karşı çıkmaz.
Ancak, Türkiye için Amerikancanın ünlü sözü geçerlidir: "There is no free lunch" yani bedava yemek yok; ama başka ülkelerde durum aynı olmayabilir, mesela Almanya’da büyüme cari açığı uyarmıyor, Fransa’da uyarıyor, Türkiye’de haydi haydi uyarıyor.
Büyüme iyi bir şey, yüksek büyüme oranları sürdürülebilir olursa çok kısa vadede olmasa bile eninde sonunda işsizlik de azalır fakirlik de.
Ancak, yüksek büyüme oranları ayda altı milyar dolara yakın cari açık da üretir ise senede altmış milyar doları çok aşacak cari açık gerçekleşir, kısa vadeli borçlar var, enerji ithalatı var, sermaye malları ithalatı var; bu fatura nasıl ödenecek sorusu geliyor önümüze.
Bu sorunun cevabı kanımca demokrasi ve hukuk devletinde; nihai analizde de muhtemelen AB entegrasyonunda.
Hukuk sistemleri, siyasi değer yargıları batı dünyası ile bütünleşmiş bir Türkiye’nin demografi gibi (genç nüfus), dinamik ekonomisi, jeopolitiği gibi pozitif faktörlerle iyi yönetildiği ölçüde senede altmış milyar dolar yabancı sermaye yatırımı çekmesi işten bile değildir.
Ülkelerin büyüme modelleri öyle kolay kolay değişmez, bunu ancak kara cahiller öne sürebilirler; birisi, çok değil iki sene önce Türkiye’nin ithal ikameci modelle büyüyebileceğini bile (gümrük birliğine rağmen) öne sürdü, sonra Merkez Bankasının 130 milyar doları çarçur oldu, kendisi de yallah.
Evet, ekonomi hızlı büyüyecek, bu büyüme kaçınılmaz olarak yüksek cari açık üretecek ve bu cari açık da öyle sadece turizmle falan değil, büyük ölçüde farklı tanımlarda dış kaynak çekerek kapanacak.
AKP iktidarının ilk senelerinde bu başarılmadı değil.
Peki sonra sistem neden çöktü?
Yanıt çok açık, AKP sersem nedenlerden evrensel hukuk hedefinden yerli ve milli hukuka döndü ve ekonomi bu duruma geldi çünkü siyaseten bayıldıkları büyümenin kaçınılmaz olarak üreteceği cari açığı artık yerli ve milli hukukla kapatmaları olanaksızlaştı.
İki dangalaklık gündeme geldi.
Birincisi, büyüme olacak ama cari açık vermeyeceğiz dediler: Büyük dangalaklık, zaten olamayacağını gördüler; önce, kurların önünü açıyoruz, ihracat patlayacak, ithalat azalacak, cari fazla vereceğiz, kurlar düşecek, enflasyon düşecek dediler.
İkincisi, cari açık versek bile (şimdi bu noktaya geldiler) bu açığı biz yerli ve milli hukukla bile kapatabiliriz dediler: Bu en büyük dangalaklık, bunun da olmayacağını şimdi görüyorlar.
Yazımın başlığında "cehalet" dediğim de işte tam da bu.
ABD’de Oscar törenlerine paralel en kötü film, en kötü kadın ve erkek oyuncu ödülleri verilir her sene, bu senelerde bu ödüllerin tümünü bizim Saray, Merkez Bankası, Hazine-Maliye üçlemesi (teslis, trinite) topladılar herhalde.
Deveye sormuşlar: Yollarda yokuş inmeyi mi, yokuş çıkmayı mı seversin?
Deve de "bu yolun düzü yok mu" demiş.
Düz yolun iktisatçası ise "yüksek büyüme, yüksek cari açık ve evrensel hukuk çekmeli dış kaynak".
Bu çok mu zor ya?