Türkiye’de sol popülizm öncesi popülizm

Cumhuriyet sonrası popülizm II. Meşrutiyet sonrası oluşan, milliyetçilik, Müslümanlık akımlarından etkilenerek sürmüş, sağ popülizm de bu geleneğin üstünden yürümüştür.

Popülizm genel olarak "halkın çıkarlarına, önyargılarına, hayal kırıklıklarına ve öfkelerine seslenme esasına dayanan, halkla ilgili her şeyi yüceltme eğilimi ve tutumu olarak" tanımlanıyor.

Türkiye’ye halkçılık/popülizm ilk olarak Balkanlar’dan, özellikle Bulgar aydınları yoluyla; ikinci olarak İttihat ve Terakki’nin yakın ilişkilerde bulunduğu Ermeni aydınları kanalıyla gelmiştir. Türkiye’de "halkçılık akımı" çeşitli dönemlerde Rusya’daki hem "narodnik" hem de Marksist akımla dolaylı-dolaysız ilişkileri olmuş ve ondan etkilenmiştir.

II. Meşrutiyet sonrası halkçılık, uluslaşma bağlamında milliyetçilik ve buna paralel olarak Müslümanlık olarak aydınların imparatorluğu kurtarmaya yönelik düşünce hareketi olarak ortaya çıktı. İttihat Terakki bu iki düşüncenin gelişmesine sera gibi koruyuculuk yaptı.

Çarlık Rusyası ve 1905 devriminden kaçan Kırım, Kazan, Türkmenistan ve Azerbaycan’dan pek çok Müslüman, Türk, narodnik ve  devrimci düşünceleri, İslamcılık ve Türkçülükle harmanlayarak İstanbul’a taşımışlardır. Rusya’daki Müslüman-Türk modernleşmesinin öncüleri kabul edilen Ceditçi/yenilikçilerin çoğu 1908 II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a gelmişlerdir. Bunların en  önde gelenleri arasında Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali, Ahmet Ağaoğlu, Mehmet Emin Resulzade, Abdürreşit  İbrahimov, Ayaz İshaki, Halim Sabit, Yusufbeyzade Nasip,  Korkmazoğlu Celal…bunlar imparatorluğun siyasetinin önemli  aktörleri olmuşlardır. Bu isimler Türk Derneği, Türk Yurdu Dergisinin yaratıcıları arasındadır. Kırım’da Türkçülük akımının kurucularından kabul edilen İsmail Gaspıralı’nın çıkarttığı Tercüman gazetesi, Türk Yurdu dergisine yol gösterici  olmuştur. Bu ekip 3 Temmuz 1911’de kurulan Türk Ocağı Derneğini kuruyorlar, İslamcılığı-Türkçülüğü yeni bir toplumsal kimlik olarak popülistleştiriyorlar. Bu iki kimlikten "nasıl bir halk ve nasıl bir millet" tanımı tartışması başlatıyorlar.

İttihat Terakki'nin önder kadroları bu düşüncelerden etkileniyorlar. Enver paşanın Turan hayalini bu düşünceler besliyor. Mustafa Kemal ve çevresindeki ekip  -ki, bunların ezici çoğunluğu da ittihatçıdır- de bu düşüncelerin etkisi altındadır. Halifelik, saltanatın kaldırılması ile başlayan ayrışma ve muhalefet hareketleri içinde yer alanlar tasfiye ediliyor.

Cumhuriyet ilk dönemi halkçılığı: Bolşeviklik-Şuracılık!

Cumhuriyet sonrası popülizm/halkçılık yukarıda yazdığım gibi II. Meşrutiyet sonrası oluşan, milliyetçilik, Müslümanlık akımlarından etkilenerek, kimlik olarak devam etmiş ve sağ popülizm bu geleneğin üstünden sürmüştür

Mustafa Kemal ve çevresinin halkçılığı modernleşmeci ideolojide şekillendirilen, "çağdaş yurttaş" insan ve toplum modelinde tarif ediliyor.

Bu dönemin en karakteristik özelliği, Osmanlı ile savaş halinde olan Rusya’da devrim olmasıyla savaş bitiyor, Bolşeviklerle M. Kemal hareketi arasında ilişkiler başlıyor. 

Ekim devrimi, Cumhuriyetin kurucu elitlerini ve bir dönem İttihat Terakki önderlerini etkiliyor ya da etkiliyormuş gibi görünüyor. İki devlet arasındaki ilişki, batıya karşı karşılıklı çıkara dayalı stratejik bir işbirliği olmuştur.

II. Dünya Savaşı bitip, İttihat Terakki iktidarı bıraktıktan sonra İmparatorluğun nasıl kurtulacağı arayışı içindeler.  Enver-Talat- Cemal ekibi, Almanya’da hapiste olan Karl B. Radek yoluyla Bolşeviklerle ilişki kuruyorlar.  

Aynı zamanlarda Kurtuluş Savaşı devam ederken 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’ni, 16 Mart 1921 tarihinde Moskova Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması ile tanıyan ilk ülke oluyor. Anlaşmanın ötesinde eski ittihatçılar ve M. Kemal ekibi içinde "Bolşevik hayranlığı" akımı başlıyor.

18 Ekim 1920’de TBMM’de resmi bir Komünist Partisi kuruluyor. (Resmi TKP Komintern’e üyelik için başvuruyor, kabul edilmiyor. Kuruluşundan bir kaç ay sonra da kapatılıyor.)

Ankara'da TBMM içeresinde "Halk Zümresi" adlı bir grup oluşuyor ve bu grup içeresinde yer alan vekiller, kalpaklarının üzerine kızıl bir çuha takmaya başlıyorlar.

1921 Anayasasında "idarenin doğrudan doğruya halka verilmesi" M. Kemal’in "Türkiye’nin efendisi köylüdür"  sözü, Cumhuriyeti kuran ekibin Bolşevik hayranlığı, antiemperyalizm, anti burjuva söylemi öyle hale gelmiş ki, Temmuz 1920’de Bursa düştüğü zaman Celal Bayar bundan Bursa burjuvazisini sorumlu tutan açıklama yapıyor.

Bolşevik hayranlığı görüntüsünde ebetteki, samimiyet, ideolojik yakınlık yok.

Bunun bir boyutu, Sovyet yardımının devamını sağlamak. İkincisi Mustafa Kemal ve ekibine rakip olabilecek iki gücü etkisizleştirmek. Bu güçler: Enver ve Talat ekibinin Bolşeviklerle ilişkileri ve Kafkaslardan başlayarak Orta Asya’da Müslüman-Türk Turan hareketi yaratarak oradan Anadolu’ya gelme ihtimali.  Sakarya savaşı kazanıldıktan sonra Enver paşanın Anadolu’ya geçme ihtimali ortadan kalkıyor. M. Kemal liderliğini kabul ettirmiş oluyor. Sakarya savaşına kadar yazıştıkları kurye yoluyla görüştüğü Enver, Talat ve Cemal’le ilişkilerini kesiyor, onları yok sayıyor. Müslüman Türk imparatorluğu hayali peşinde koşan Enver Paşa,  önce Bolşeviklerle birlikte iken sonra karşı devrimci Basmacılarla Bolşeviklere karşı savaşa katılma kararının ilk adımında ölüyor.

Üçüncüsü ve en önemlisi,  Mustafa Suphi’nin önderliğindeki Türkiye Komünist Partisi,  Anadolu’da Halk İştirakiyun Fırkası ve Yeşil Ordudan oluşan siyasal ve toplumsal gücü kırmak.

Bu iki gücü etkisizleştirmek ve yok etmek için M. Kemal ve ekibi Sovyetler ve Bolşeviklerle ilişkide her türlü manevrayı yapmışlar, her türlü kılığa girmişlerdir.

Nihayet 28-29 Ocak’ta Mustafa Suphiler katlediliyor. Halk İştirakiyun Fırkası 1923 de kapatılıyor ve  büyük çaplı tutuklamalar yapılıyor.

Şeyh Sait İsyanı, (1925), İzmir Suikastı (14 Haziran 1926) sonrası bütün muhalefet susturuluyor, çoğu idam ediliyor. Tek parti dönemi başlıyor.

Tek Parti dönemi popülizm ve sol popülizm

Tek parti dönemi popülizmi, cumhuriyetin ilanından sonra çağdaşlaşma, modernleşme ideolojisi doğrultusunda elitlerin zihnindeki halk kavramı söylemi olmuştur.  Cumhuriyet devrimleri, "halka rağmen, halkı modernleştirme" politikaları ve uygulamalarını Ahmet Hamdi Tanpınar "Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde veciz biçimde ortaya koyuyor.

Modernleşmeci halkçılık, geri/gerici ve çağdışı ilan edilen gelenekçiliğe ve İslamcılığa karşı devrimci, ilericilik olarak ilan edilmiştir. Kemalizm’in bu modernleşmeci ideoloji ve politikaları "devrimciliği" sol hareketleri derinden etkilemiştir.  Aynı zamanda modernizm, devrimcilik ve ilericilik, elitist bir  görüş olarak laik orta  kesimlerle kendini sınırlamıştır. Halkçılık bu laik kesimle sınırlanmış; Müslüman muhafazakâr köylüler ve kasabalılar, eğitilmesi, yola getirilmesi gereken gerici yobazlar olarak görülmüştür. Sosyalist sol, solcu olmanın kuralını, dine, dindarlara ve gericiliğe karşıtlık olarak kabullenmiştir.

Kemalist halkçılık, milliyetçilikle iç içe anlamlandırılıyor.

Öte yandan Halkçılık, Türk olmakla eşleştiriliyor. Bu halkçılık sınıfa, sınıflara karşı "kaynaşmış millet" ve her türlü farklılığa karşı panzehir ilan ediliyor.

Bu konuya burada noktayı koyarak bir sonraki yazıda devam edeceğim.

Halka tepeden bakan; toplumsal kültürü, değerleri, ritüelleri, yaşam tarzını küçümseyen daha da ileri gidip aşağılayan dönemler yaşandı. Mesela Atatürk 1934 Kasım’ında Büyük Millet Meclisi’nin açılış konuşmasında o yıllarda dinletilen müziğin yüz ağartacak değerde olmaktan uzak olduğunu ifade ederek, "ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri toplamak ve onları son musiki kurallarına göre işlemek" gerektiğini söyledi. Gazi’nin bu konuşmasının hemen ertesinde İçişleri Bakanlığı, İstanbul ve Ankara radyolarında Türk müziği yerine yalnızca "Garp tekniğiyle bestelenmiş" parçaların çalınacağını açıkladı. Bu yasak, 1935’te ve 1936’nın ilk yarısı boyunca sürdü.

3 Aralık 1934 Kılık Kıyafet ve Şapka kanunu çıkıyor. M. Kemal 24 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu’ya elinde Panama şapkasıyla gidiyor ve  Kastamonu’lulara hitaben;  "Uygar ve milletlerarası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta siper-i şemsli serpuş. Bu serpuşun adına şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işt e şapkamız! İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim!"  diyor.

Şapka giymek zorunlu oluyor ve giymeyi reddeden ve direnenlerden bazıları idam ediliyor.

Vatandaş Türkçe Konuş: Milli Türk Talebe Birliği ve Türk Ocakları Türkçe konuşulması için bu yıllarda çalışmalar yapmaya başlarlar ve faaliyet gösterdikleri şehirlerde, kentin çeşitli yerlerine afişler asarak  "Bir milletin ferdinden olabilmek için o milletin lisanını bilmek ve konuşmak şarttır" parolasını gündelik hayatın bir parçası haline getirirler. Ve 13 Ocak 1928’de Milli Türk Talebe Birliği yıllık kongresinde azınlıkları Türkçe konuşmaya zorlayacak bir kampanyanın başlatılmasına, umumi yerlere Türkçe konuşulmasını tavsiye eden tabelaların asılmasını aynı zamanda halkın Türkçe konuşmayanlara yönelik baskı uygulamasının sağlanması yoluyla Türkçe kullanımının zorunlu hale getirilmesine karar verilir. ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ vurgusuyla, buyurgan bir şekilde özellikle gayrimüslimleri Türkçe konuşmaya zorlayan yasa 1928 yılında kabul edilmiş ve  Türkçenin dışında başka bir dil konuşan insanlara çeşitli para cezaları verilmiştir.

Tek parti döneminin bu halkçı elit ve intikamcılığına karşı Demokrat Parti "Yeter Artık Söz Milletindir" popülizmiyle ortaya çıkar. Millet kavramı aynı zamanda tek parti yönetimine, yöntemlerine ve tepeden modernleşmeciliğine karşı çıkışın sosyolojik, siyasal kimliği olmuştur, günümüze kadar da devam etmiştir.

Çok partililik döneminde de CHP’nin Halkçılık/popülizmi "sınıfsız, kaynaşmış Türk milleti" anlamıyla devam etti.  CHP ortanın solu olduğunu ilan ettikden sonra da popülist söylemi, "sınıfsal olana karşı, kaynaşmış yurttaşlar" söylemi olarak devam etti. Ecevit’in halkçılık söylemindeki "ne ezen, ne ezilen insanca hakça bir düzen" , "toprak işleyenin, su kullananın" sloganı pozitif popülist söylem olarak o zamanki tarihsel koşullarda karşılık buldu ve CHP tarihinde  yüzde 43 oy alarak bütün zamanların rekoru kırıldı.

Hiç kuşkusuz Ecevit’in popülist söylemi Karaoğlan karizmatik liderliği ile bütünleşmişti.

Tepeden müdahalelerle "halka rağmen halkçılık" modernleşmeci zihniyet sosyalist sol ideolojiye de yabancı değildi. Sosyalist solun işçi sınıfına öncülük, dışarıdan bilinç götürme, yoksul halkı kurtarma teorisi de dışarıdan, tepeden elitist bir söylem içeriyordu.

 

Kaynak:

- Mete Tuncay-  Zürcher, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, 1995

- Emel Akal, Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal İttihat Terakki ve Bolşevizm, 2006

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi