İnci Hekimoğlu
Erdoğan Hitler değil Türkiye de 1920’lerin Almanya’sı
Araya yeni yıl girdi, Libya tezkeresi girdi, İran Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani'nin öldürülmesi girdi, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın geleceğe ilişkin ürkütücü planları kaynadı gitti.
Zaten çoktan beridir literatürde bir sözcük olarak kalmış demokrasiyi, bir gece sırtlarına vurdukları torbayla sözlükten bile çıkaracaklarını ilan ettiler.
Erdoğan Şehir ve Güvenlik Sempozyumu’nda son derece tehlikeli bir hazırlığın haberini verdi:
"Artık şehirlerimizin dış güvenliğini surlar ve hendeklerle koruyamayacağımız, içerideki düzeni de sadece kolluk gücüyle sağlayamayacağımız bir yere gelmiş durumdayız. Yeni fikirler geliştirilmeli."
Deneyimlerimizden biliyoruz ki, bu sözler edildiyse çoktan alt yapısı hazırlanmış, kadroya alınacaklar isim isim belirlenmiş, mesele ya bir KHK’ya ya da Meclis’teki ellerin inip kalkmasına kalmıştır.
Gelelim o sözlerin içeriğine…
Kolluk güçlerinin varlık nedeni güvenliği sağlamak olduğuna göre, resmi ve sivil polisler ile İçişleri Bakanlığı’na bağlanan jandarma görevini yapamıyorsa niye sayıları sürekli artırılıyor?
AB'de 314 kişiye bir polis düşerken, Türkiye'de 185 kişiye bir polis düşüyor. 2020 Yılı Bütçe Teklifi görüşmeleri sırasında CHP İzmir Milletvekili Kamil Okyay Sındır’ın sorusuna yazılı yanıt veren İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya göreyse bu sayı 211. Yine Soylu’nun yanıtına göre jandarmada bu rakam 121’den 92’ye inmiş.
Bu sayılara 2017 yılından beri her yıl daha fazla sayıda kadro açılan bekçiler dahil değil. Oysa 22 bine yaklaşan bekçi sayısına bu yıl 10 bin kişi daha eklenecek.
Geçen yıl 5 bini polis kadrosuna geçirilen bekçilerin taciz, yaralama, yetkilerini aşarak zor kullanma gibi bir dizi suça karışmaları bir yana, görev yaptıkları kimi bölgelerde kendi dini, ahlaki anlayışları doğrultusunda İran’daki ahlak polisi benzeri müdahalelerde bulunmaları da sıklıkla gündeme geliyor.
Emniyet teşkilatında ise Okuyucular, Yazıcılar’la birlikte Menzilcilerin etkin olduğu hatta her üç atama ve terfiden birinin Menzil cemaati referansıyla yapıldığı iddia ediliyor. Bu durumda bekçilerin seçilmesinde öncelikli kriterleri tahmin etmek de zor değil.
Bekçi alımı için iktidarın ilçe teşkilatlarına "eğitim durumunu gözetmeksizin işsiz gençlerin listesini yapmaları" konusunda talimat gönderdiği ve bunun üzerine başvuran yüzlerce kişiden 346’sının hemen işe alındığı medyada yer alan iddialardandı.
Buraya kadar yalnızca resmi güvenlik güçlerinden söz ettik. Bir de sayılarını ve silah envanterini tam bilemediğimiz gayri resmi güçler var.
"Gezi"de, 15 Temmuz olaylarında, seçim gecesi özellikle de cumhurbaşkanlığı seçiminde gövde gösterisi niteliğinde sokaklara dökülen silahlı ve satırlı lümpenler "gözdağı" verir gibi canlı yayınla izlettirilmişti kamuoyuna.
Bunlardan bir bölümünü Erdoğan bizzat "Bizim milli ve medeniyet ruhumuzda esnaf ve sanatkar gerektiğinde askerdir, alperendir, polistir, hâkimdir" sözleriyle görevli kılmıştı.
Ali İsmail Korkmaz, Nuh Köklü görevlendirilmiş ‘esnaf’ların ilk kurbanlarından oldu.
Anlaşılan iktidara bu yığma güç de yetmiyor ki başka ‘çılgın’ projeler hazırlıyorlar.
Konuyla yakından alakalı bir başka haber yer aldı 2019’un son günlerinde. Gazeteci Sabahattin Önkibar bir MİT raporundan bahsetti. Önkibar’ın iddiasına göre Saray’a giden raporda ilginç tespitler yer alıyor:
"1- Ekonomik çöküntü, işsizlik ve yoksulluğa bağlı her an bir sosyal patlama olabilir. 2- Din, inanç ve İslam artık birleştiren değil ayrıştıran bir faktör olmuştur. Siyasal İslam ülke adına artık büyük tehdit oluşturuyor. 3- Suriyeliler milli birliğimiz adına tehdit olarak görülüyor. Aralarındaki IŞİD’liler ve eğitimsiz Suriyeliler ülkede güvenlik tehdidi oluşturuyor. Sınır illerinde sıcak çatışmalar ve Suriyelilerin işyerlerine saldırılar olabileceği ifade ediliyor."
Yani yoksul, işsiz, iflas etmiş, dini ayetler ve fetvalarla paralize edilemeyen, ‘milli birlik’, ‘devletin bekası’ söylemine inancını yitirmiş kitleleri susturacak, rıza üretecek argümanların tamamını tüketmiş, bütün zorba iktidarların yaptığı gibi ellerinde kalan son silaha; daha fazla şiddete, daha fazla baskıya, daha fazla zorbalığa başvuracaklar.
İstikrarlı şekilde eriyen oylarını ve güçlerini geri kazanamayacaklarını gördüklerinden, belki de ilk seçimde kaybedecekleri iktidarlarını hukuk dışı yöntemlerle sürdürmeye çalışacaklar.
SADAT’ın kurucusu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın askeri danışmanı Adnan Tanrıverdi, "Mehdi’nin eli kulağında; biz de gerekli ortamı hazırlıyoruz" derken kast ettiği hazırlıklardan biri de bu olmalı.
2016 yılında HDP Şırnak Milletvekili Ferhat Encü’nün verdiği soru önergesindeki SADAT ile ilgili iddiaları şimdi yeniden hatırlamanın tam zamanı.
"Lice’nin Mehle mezrasında gerçekleştirilen operasyonlar sırasında gözaltına alınan 34 köylü ifadelerinde operasyona katılan askerler arasında sakallı, kollarında Arapça yazılar olan kişiler bulunduğunu, bu kişilerin askerlerden benzin isteyerek kendilerini yakmak istediklerini ancak olay yerinde bulunan bir subayın bunu engellediğini belirtmişlerdir. Köylülerin iddialarına göre bölgede adı SADAT olarak bilinen bir örgütün var olduğu ve bu kişilerin de SADAT üyesi olduğu düşünülmektedir."
Paralel ordudan bahsedilen soru önergesinde SADAT’ın hizmet verdiği ülkelerde gayrı nizami eğitim verdiği ve bu hizmeti "Gayrı Nizami Harp Teşkilatlanması ve bu teşkilatın unsurlarının pusu, baskın, yol kapaması, tahrip, sabotaj ve kurtarma-kaçırma harekâtları ile bu harekâtlara karşı koyma faaliyetlerinin eğitimini verir" ifadesiyle tarif ettiği de yer almıştı.
Bu arada Twitter'dan açıklama yapan SADAT Libya’ya gitmeye hazır olduğunu duyurdu ve "Şirketimiz kurulduğu günden bu yana İslam Ülkelerinin kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayarak ortak bir askeri güç oluşturması yolunda Türk dış politikasına uygun hareket etmiş ve etmektedir" dedi.
SADAT’ın askeri gücünü nasıl edindiği, kimleri ve kaç kişiyi eğittiği Encü’nün yanıtsız kalan sorularındandı.
Emrindeki güçler arasında polis ve jandarmaya ek olarak Osmanlı Ocakları, tarikat mensupları, rakipleri cezaevine gönderilerek alanda tek başına bırakılan Sedat Peker gibi isimler, Ülkü Ocakları ve bir ara ortalıkta boy gösteren HÖH’ler de bulunduğuna göre, başka bir güç oluşumuna daha ihtiyaç duyan iktidarın niyeti, okumaya bile gerek bırakmayacak kadar açık.
Erdoğan’ın "yeni fikirler"den kast ettiği, umarım 1920’lerde Almanya’da örgütlenen legal sokak gücü "kahverengi gömlekliler" benzeri bir yapılanma değildir.
Çünkü Türkiye 1920’lerin Almanya’sı olmadığı gibi, Erdoğan da Hitler gibi iktidara gelmeye hazırlanan bir lider değil popülaritesini ve inandırıcılığını kaybetmiş, iktidardan düşmek üzere olan bir lider.
Dilerim siyasi erk, hesabını yerel ve uluslararası konjonktürü göz önüne alarak yapar.