Berna Laçin: Yanlış bulduğum her şeyi söylüyorum, söylemeye devam edeceğim

'Vatandaşı ilgilendiren ne varsa beni ilgilendiriyor. Bunlarla ilgili soru soruyorum. İktidara da muhalefete de soruyorum. Dün başka, bugün başka söyledikleri şey varsa, onu söylüyorum.'

Mehmet KORKMAZ


ARTI GERÇEK- Neredeyse paylaştığı her tweet ya soruşturmaya konu oluyor, ya da bazı kesimlerin şiddetli tepkisiyle karşılaşıyor. Bugüne kadar birçok soruşturma geçirdi. En son deprem vergisini sorguladığı paylaşımı yüzünden oyununu oynayacağı salon AKP’li Samsun Belediyesi tarafından geri çekildi, yetmedi, savcılık tarafından hakkında soruşturma açıldı. Ama o yılmadı, "yanlış bulduğum her şeyi söyleyeceğim. Söylenmesin isteniyor, ama söylemeye devam edeceğim" diyor.

Sözünü ettiğimiz bu cesur kadın, tiyatro sanatçısı Berna Laçin’den başkası değil. Sanat yaşamının 30’ncu yılını kutlamaya hazırlanan Laçin’le sosyal medyayı, paylaşımlarına aldığı tepkileri, geçirdiği soruşturmaları, Türkiye’nin gündemindeki konuları ve son oyunu Hayal Satıcısı’nı konuştuk.

-Düşüncelerinizi özgürce paylaşmayı denediğinize göre, son derece demokratik bir ortamda yetişmiş olmalısınız. Nasıl bir ailede yetiştiğinizi sorabilir miyim?

Ben gerçekten de çok demokratik bir ortamda büyüdüm. Asker bir babanın kızıyım. Asker aileleri otoriter olur, ama benim annem de, babam da otoriter olmalarına karşın demokrat insanlardı. Sadece annem, babam da değil, dedem, anneannem, dayım, teyzem, herkes öyleydi. Sadece tek çocuk değil, aynı zamanda tek torunu olarak büyüdüm ben ailemin. Aile içinde her zaman bir oy hakkım vardı. Bu da benim için çok kıymetliydi. Eve bir şey alınacak olsa, ne renk olacak diye sorulurdu ve benim de söz hakkım vardı. Babam beni çok eşitlikçi olmam konusunda titiz bir şekilde yetiştirdi. Bana da öyle davrandı. Özellikle de kadın – erkek eşitliği konusunda. Mesela 20’li yaşlarıma geldiğimde bir yere gitmek istediğimi söylediğimde, babam "Soru sorma, alışkanlık haline gelir. Yarın, öbür gün de eşine sorarsın, birlikte olduğun kişiye sorarsın. Sadece ailene haber ver. Haber ver ki,  merakta kalmayalım." derdi. Hiç unutmam, daha lisedeydim, çok da öyle dışarı çıkayım, istediğim gibi gezeyim gibi bir düşüncem de, imkanım da yoktu. O konuda biraz daha kapalı bir çevrede büyüdüm. Ama bir yere de gidilecekse, en basit yere bile olsa, babam böyle bir sürü kızla bir yere gidilmesinden hiç hoşlanmazdı. Bir gün kız arkadaşlarım gelmiş, topluca dershaneye gideceğiz. Babam, "Nasıl yani? Sizin hiç erkek arkadaşınız yok mu? Toplaşın, kızlı – erkekli gidin" dedi. Ondan sonra ben oturduğumuz askeri lojmanlarda oturan bir iki erkek arkadaş çağırdım. Babam, ailem hepsi tanıyordu zaten. "Ha şöyle. Karışık gidin." dedi. Çok rahat bir ortamda büyüdüğümü söyleyemem. Çünkü askeri, kalıplı, kurallı bir ortamdı. Ailem de öyleydi. Ben de kızıma karşı öyleyimdir. Hani öyle dışarı çıksa bile en fazla 19.30 vapuruyla döner. Ama belli alanlarda koyduğumuz kuralları da eşitlikçi ve demokratik bir şekilde uygulamaya özen gösteririz. Aile içinde de her zaman fikirlerimi söyleyebildim. Biraz da bizim İzmirli olmamızla ilgili bir durum. Bu konuda "şanslıyım" diyebilirim.

"TROL DEDİĞİMİZ PARALI ASKERLERİN HER BİRİ 100 TANE BOT YÖNETİYOR. ORDA 30 BİNLİK BİR HESAP OLUŞTURULUYOR VE 30 BİNLİĞİ DÖNDERİYORLAR"     

-Sosyal medyayı çok sık kullanan biri olarak, o alanda neler olup bittiğiyle ilgili neler söyleyeceksiniz?

Sosyal medya konusunda çok deneyimli olduğumu, sosyolojik olarak bu konuda kafamı yorduğumu söyleyebilirim. Sosyal medyada ilgi ve buna yapılan tepkilerden ziyade, etki alanına bakmak gerek. Günün sonunda, aslında size en çok tepki gösterenlerdir sizinle ilgilenenler. Dolayısıyla negatif söylemlerde bile bir ilgi alanı oluşuyor. O yüzden de ilgi alanı olarak değerlendirmek lazım. Ama bir taraftan da troller yüzünden karmaşık hale geldi. O yüzden oradaki durumu çok da ciddiye almamak lazım. Hangi konuda etki alanınızı kullanabileceğiniz, ya da doğru bilgi alabileceğinizi bilip, trollerin yaygarasını bertaraf etmeyi bilmeniz lazım. Yoksa insan çok yanlış yönlenebilir. Çok övenlerin de etki alanına girmemek lazım. Ne olduğunu, neyi yaptığını bilip dengeli gitmek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ülkemizde, (dünyada da böyle) hiçbir düzeni, kuralı olmadığı için, çok büyük bir karmaşası var. En büyük tehlike de kimin kim olduğu bilinmemesinden kaynaklanıyor. Herkesin kimliği bilinse çok daha düzgün olur. Çünkü insanlar kim olduklarını bilerek konuştuklarında başka türlü, ama bilinmese o içinde biriktirdiği öfkesi, ta çocukluğundan gelen sapkınlığı varsa onu kusmaya başlıyor. O yüzden  biraz hastalıklı bir ortama da dönüşebiliyor. Trol dediğimiz paralı askerlerin her biri 100 tane bot yönetiyor. Orda 30 binlik bir hesap oluşturuluyor ve 30 binliği döndürüyorlar. Çoğu zaman ülkede kimsenin çok da umursamadığı bir laf yüzünden birileri linç ediliyor. Sokağa çıktığınızda durumun hiç de öyle olmadığını görüyorsunuz. Onun için sokakla her zaman dengeli olarak değerlendirmek lazım. Bunu sadece birileri değil, hukukun, savcıların, firmaların, herkesin böyle değerlendirmesi lazım.

"KİŞİ OLARAK MUHAFAZAKAR KESİME DAHA YAKIN YAŞIYORUM. AMA HERKESİN İSTEDİĞİ GİBİ YAŞAMASINI İSTİYORUM. BU NOKTADA GÖRÜŞLERİMİZ AYRILIYOR"

-Tweetlerinize en çok milliyetçi, muhafazakar kesimden tepki alıyorsunuz. Bu kesimlerin düşünceye, eleştiriye tahammülsüzlüğünü neye yoruyorsunuz?

Aslında tweetlerime belli bir kesimden tepki almıyorum. Mesela siz milliyetçi, muhafazakar kesim diyorsunuz. Aslında sokağa çıktığımda muhafazakar kesimin de bana sevgiyle yaklaştığını görüyorum. Benim oyunlarıma muhafazakar kesim de geliyor. Hele kadına baskıyı anlatan son oyunuma  inanılmayacak kadar çok muhafazakar kadın gelir ve en çok da onlar beğenir. Dolayısıyla belli görüşlere göre olduğunu düşünmüyorum. Benim de muhafazakar görüşlerim var mesela. İyi ya da kötü, bu böyle. Sonuçta hepimizin artısı, eksisi var. Yargılarla değerlendirmemek lazım. Ben sadece eşitlikçi ve özgürlükçü noktada çok hassas duruyorum. Onun dışında kendiyle ilgili çok kuralları olan bir insanımdır. Sosyal hayatımda tabularım da, çok muhafazakar görüşlerim de vardır. Ama bunlar beni bağlar. Ben isteyenin istediği gibi davranabileceği bir ortam istiyorum. Ben böyleyim, ben böyle davranabilmeliyim. İsteyen de canı nasıl istiyorsa öyle davranabilmeli. Aslında beni sanki çok marjinal gibi gösteren görüşüm bu. Yani kişi olarak da, aile yaşantısı olarak da belki muhafazakar kesime daha yakın yaşıyorum. Ama herkesin istediği gibi yaşayabilmesini savunuyorum. Belki bu noktada muhafazakar kesimle görüşlerimiz ayrılıyor. Onlar "En iyiyi biz yaşıyoruz. Herkes bizim gibi yaşasın" diyor. Ben öyle bir şey demiyorum, "herkes canı istediği gibi yaşasın" diyorum.

Yoksa ben çok düzenli bir yaşamı ve kuralları olan bir insanım. Sporcu gibi bir yaşantım var sahneden ötürü. Sürekli oyun oynuyorum. Ve öyle de yaşamak zorundayım. Öyle çok dışarı çıkmayı da sevmem, sadece gezmeyi severim. Ama kimsenin bana karışmasından hoşlanmam. O noktada ayrılıyoruz. Vatanım konusunda, Atatürk konusunda çok hassasımdır. O yüzden milliyetçi ve muhafazakarların benim karşımda oldukları görüşüne katılmıyorum. Belli algı yönetimleri oluşturulmak istendiğinde, ben buna karşı bir şey söylediysem, troller o sırada gündemde ne konuşulsun isteniyorsa ona bir şekil vermek için birleşip bir etiket açıp bir şeyler yapıyorlar. O arada yaygaraya kim kurban gidiyorsa. Zaten bu isimler de genelde bellidir. Ya Cem Yılmaz’dır, ya Gökhan’dır, ya da benim. Galiba ona da alıştık artık.

"BİR ARABESKÇİ VAR. TROL KONUSUNDA HALAY ÇEKENDİR. HELE BENİMLE İLGİLİ OLURSA İLK ÖNCE O ATLAR, LAFI BAŞKA YERE ÇEVİRİR"

-İlk tepkiyi, 3 Temmuz 2018’de attığınız "İdam çözüm olsaydı. Medine toprakları tecavüzde rekor kırmazdı!" diye başlayan tweet yüzünden mi aldınız? O tweetten sonra neler yaşadığınızı anlatır mısınız?

Ben idama karşıyım. O tweet yüzünden yargılandım, ama o sırada "illa idam gelsin" gibi bir goygoy başlamıştı. Bu ara ara yapılıyor biliyorsunuz. Aslında siyasiler arada bir gündemi kaydırmak için bunu yapıyorlar. İşte bunu da trolleyenler oluyor. Bir arabeskçi var. Trol konusunda halay çekendir. Hele benimle ilgili olursa ilk önce o atlar, lafı başka yere çevirir, vay bu bunu diyor, ama aslında başka bir şey demek istedi falan. Kendi kendine yorumlar yapıyor. Yani sen onu dedin mi, demedin mi onun umurunda değil. Zaten onu anlamıyor. Hani mahallenin teyzeleri vardır. Onlar gibi lafın içinden bir kelime çekiyor, "o kelimeyi demişse, o buna hakaret etmiştir" diyor. Kendince bir şeyler yapıp trolleri bir alana çekiyor. Uzun süre tartışılınca da savcılar bir şey sanıyorlar. Şimdi onlar da farklı okumaya başladılar. Örneğin depremle ilgili son paylaşımım için ifadeye bile çağrılmama gerek duyulmadı. Çünkü suç teşkil etmiyordu, onlar da troller tarafından gönderildiğinin farkındalar. Ve bunlara trolculuk yapan popçular, arabeskçiler, şunlar, bunlar da var. Bunlar bu işten para kazanmak için böyle ataklar yapıyorlar. Kapasite ve bilgi de düşük olduğu için goygoyculuk yapıyor, senin demediğin bir şeyi de "dedin" diye bağırıyorlar.

Depremle ilgili olan tweetde deprem vergilerini sorduğum için kıyamet koptu. "Nasıl sorarsın?" diye. Oysa durduk yere sormamıştım. Kızılay Başkanı daha işin başında "deprem oldu, SMS at, 10 lira gönder" diye tweet atınca "Biz bu kadar mı güçsüzüz. Bizim var böyle bir gücümüz. Paramız var. Bu kadar deprem vergisi ödedik. Neden bu kadar acil 10 liraya ihtiyaç var?" dedim. Aynı tweet içinde "Biz her şeyimizi verelim, her türlü fedakarlığı yapalım, yine para toplayalım" dedim. Sanki bunu dememişim gibi, "Ben niye para veriyorum?" demişim gibi söylediklerimi farklı yöne çektiler. Oysa ben böyle bir şey demedim, "deprem vergilerimiz nerde?" diye sordum, olay buradan çıktı.

"TIPKI ARABESKÇİ GİBİ POPÇU DA TROLLERE KANAAT ÖNDERLİĞİ YAPMAK KONUSUNDA HAMASET YAPMAYI SEVİYOR. DÖNEM DÖNEM BUNU YAPIYORLAR. BU ONLARIN BİR ÇEŞİT EKMEK KAPISI GİBİ"

 -Elif Şafak’ın "Mahrem" kitabı ile ilgili paylaşımınızdan dolayı sanatçı arkadaşınız Demet Akalın’ın tepkisiyle karşılaştınız. Akalın’la aranızdaki gerginlik sürüyor mu, yoksa barıştınız mı?

Tıpkı arabeskçi gibi popçu da trollere kanaat önderliği yapmak konusunda hamaset yapmayı seviyor. Dönem dönem bunu yapıyorlar, bu da onların bir çeşit ekmek kapısı gibi. Elif Şafak’ın Mahrem kitabında da zaten popçu televizyonlara çıktı, Mahrem’i de okumamış, kitabı da bilmiyor, "bir gülen emojisi vardı, ben ona sinir oldum" diyor. Bu tarz bir cehalet muhatap alınacak bir şey değil kuşkusuz. Bir goy goy yaratılıyor, gündemi değiştirmekle mükellef birtakım troller de "burada bir şey denmiş meğerse" diye üzerine atlıyorlar. Pedofili ile ilgili bir kitap vardı. Ona itiraz eden bendim. O bambaşka bir kitaptı. Bu Mahrem de Elif Şafak’la 8 sene önce aramızda yazıştığımız "A ne güzel kitapmış" dediğim, onun da bana teşekkür ettiği bir yazışmaydı. Birileri alıyor, "Mahrem’in de içinde aslında çocuğa tacizle ilgili bir şey var" diyor. Ben de şunu anlatmaya çalıştım; çocuğa taciz ile pedofili ayrı şeyler, ayırmak lazım. Anlatamadım tabii. Çünkü kitabı okumayan, bilmeyen "sen aslında onu mu demek istedin, pedofiliyi mi destekledin?" gibi yorumlar yapıyor. Oysa pedofili konulu kitapla ilgili şikayette bulunan benim. Mahrem, önemli edebiyat ödülleri almış bir kitaptır. 8 yıl geçmiş aradan. Çok iyi hatırlamıyorum, ama içinde bir çocuğa tacizin olduğu ve bunun iğrenerek anlatıldığı bir bölüm varmış. Sonradan baktım. Onlar oradan yola çıkarak " Vay yoksa bu da mı pedofili?" gibi saçma sapan bir yere getirmeyi kendilerine o sırada borç bilmişler.

"ÜLKE İÇİN NE YAPIYORSUN DERSEN, SANATI ÜLKENİN HER KÖŞESİNE GÖTÜRMEYE ÇALIŞAN BİR İNSANIM DERİM"    

-Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın Elazığ depremzedeleri için SMS ile yardım istemesini eleştiren mesajınız AKP ve MHP’lilerin tepkisini çekti. AKP’li Samsun belediyesi oyununuzu oynayacağınız salon tahsisini iptal etti, TV reklamlarında oynadığınız bazı firmaların sözleşmenizi iptal ettiği haberleri yayımlandı. Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan ve MHP Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt’un tepkileriyle karşılaştınız. Olan biteni bir de sizden dinleyebilir miyiz?

Ben eleştirmek ve eleştirilmek konusunda çok açık bir insanım. "Ülke için ne yapıyorsun?" dersen, sanatı ülkenin her bir köşesine götürmeye çalışan bir insanım derim. Türkiye’nin her noktasındaki her sahnesinde oynamaya gayret eden bir insanım ve bundan da bir maddi kazancım açıkçası yok. Yani neredeyse üstüne vererek yaptığımız bir şey bu. 30 senedir ben ve benim gibi pek çok arkadaşım diyar diyar geziyoruz. Büyüğümüz Genco Erkal 80 yaşını aştı. Performansına inanamıyorum. Ne zaman kendime "ne çok geziyorum" desem, Genco Erkal’ı hatırlarım, "bak o benden çok daha fazla çalışıyor" derim. Hala şehir şehir gezip sözünü anlatmaya çalışıyor. Hatta sahne bulamadığımız için gidemediğimiz şehirlere üzülüyor, "Hala şu şehirdeki seyirciye ulaşamadık" diye hayıflanıyoruz. Ben ülkenin her köşesine tiyatroyla sözünü anlatmaya çalışan bir insanım. Sanat üretiyorum, insanla ilgili iş yapıyorum. Dolayısıyla insanla ilgili olan her şey beni ilgilendiriyor.

"YANLIŞ BULDUĞUM HER ŞEYİ SÖYLÜYORUM. SÖYLENMESİN İSTENİYOR, AMA BEN SÖYLEMEYE DEVAM EDECEĞİM"

Hani "sanatına bak, politik olma filan" diyorlar ya. Zaten ben politika yapmıyorum, politik olmaya da çalışmıyorum. Öyle olsa politika yaparım, kimse de karışamaz. İnsana dair gördüğüm şeyleri söylüyorum. Zaten tiyatro da tam bu demek. İnsana ne değiyorsa bunu söylemekle mükellefim. Vatandaşı ilgilendiren ne varsa beni ilgilendiriyor. Bunlarla ilgili bir soru soruyorum. İktidara da, muhalefete de soruyorum. Dün başka, bugün başka söyledikleri şey varsa, onu söylüyorum. Çünkü şeffaflık ve dürüstlük istiyorum. Yanlış olduğunu düşündüğüm doğayla, çevre kirliliği ile ilgili ne varsa söylüyorum. Söylenmesin isteniyor, ama ben söylemeye devam edeceğim. Çünkü doğruları söylüyorum. Doğruları söylediğin sürece de bana göre sorun yok. Aynı şekilde ben de yanlış yapabilirim, karşımdaki insan bunu beğenmeyebilir. Buna da açığım. Burada dikkat edilmesi gereken üsluptur. Bu tıpkı örneğini verdiğiniz Ahmet Hakan vesaire mevzusunda olduğu gibi. Ben eleştirilerimin saygı çerçevesinde olmasına çok dikkat ederim. Bakın bir sürü soruşturma açarlar. Ama dikkat ederseniz ben her zaman beraat ederim. Çünkü söylediklerim, yazdıklarım suç oluşturmuyor. Ben hakaret etmem, anayasal kuralları çiğnemem, doğru düzgün bir vatandaş olarak gayet kibar ve naif bir şekilde zaten sorulması gerekenleri soruyorum.

"SEN BİR GAZETECİYSEN, POLİTİKACIYSAN, ÖNDE OLAN BİR İNSANSAN EDEBİNE DİKKAT ETMEK ZORUNDASIN"  

Herhangi demokratik bir ülkede son derece olağan karşılanan bir soru, sorulmaması gereken bir soruymuş gibi karşılanıyor. Aynı şekilde benimle ilgili bir şey söyleyen insanlardan üslup ve terbiye beklerim. Bu olmadığı noktada itiraz ederim. İtirazım, bana yönelttikleri eleştirilere değildir. Edep ve haya dışı konuşulursa o zaman cevabını alırlar. Çünkü terbiye benim için çok önemli bir şeydir. İnsanlar iletişim içerisindeyken, hele sen bir gazeteciysen, politikacıysan, önde olan bir insansan edebine dikkat etmek zorundasın. O zaman ben de çıkayım istediğim bir bakanla "ulan" diye konuşayım. Buna müsaade ediliyor mu? Edilmiyor. Öyle bir şey yapsam hemen hakaret davası açılır. Bu bana da yapılamaz. Çünkü herhangi bir bakan, gazeteci, politikacı herhangi bir vatandaştan daha yukarıda değildir. Herkesin eşit hakları vardır. Kim ki hakaret edilmesini istemez, ya da uygun görmez, kendisi de etmeyecek. Herkes üslubunu takınacak ve ona göre konuşacak.

Çocukluğumun Türkiye’sindeki politikacılara, hani yabancıların politically correct dediği, aramızda "bakan" gibi adam derdik. "Konsolosluk düzeyinde konuşur" gibi ifade ettiğimiz bir devlet erkanı konuşma biçimi vardı. Birbirine söyleyeceği ağır lafları bile üslubunca, bir terbiye içerisinde söylerdi. Bu kaybedilmeye başlandıkça halka da yansımaya başladı. Bu saçma bir şey. Onun için herkes birbiriyle " hey sen" diye konuşmaya başladı. Bu olabilir bir şey değil. Dünyanın hiçbir yerinde kimse kimseyle böyle konuşmuyor. Tabii adam gibi, yani gelişmiş, refah içindeki ülkelerden bahsediyorum. İnsanlar birbirleriyle belli bir mesafe içinde, saygı çerçevesinde konuşmak zorundalar. Beğensinler beğenmesinler, sevsinler sevmesinler. Sevmek zorunda değiller, ama efendice konuşmak zorundalar.

"DOĞRUSU BU KADAR ŞEHİT VERDİKTEN SONRA TÜM SORULAR BOŞ GELİYOR. GERÇEKTEN CANIM ÇOK ACIYOR"                 

-AKP iktidarının Suriye ve Libya’ya asker göndermesini, çatışmalarda yer almasını doğru buluyor musunuz? Suriye’de 34 kayıp vermemiz karşısında neler hissettiğinizi öğrenebilir miyiz?

Suriye ile ilgili sorduğunuz sorular çok askeri, çok stratejik sorular. Doğrusu bu kadar şehit verildikten sonra tüm sorular boş geliyor. Gerçekten canım çok acıyor. Çünkü ben yaşamı kutsayan bir insanım. Yaşamın kendisine çok önem veriyorum ve insanoğlunun bütün çabasının daha iyi bir yaşam için olması gerektiğini düşünüyorum. Gençlere daha iyi bir yaşam sunulması için çalışmak gerektiğini düşünüyorum. Yaşama çok önem veriyorum ve gencecik insanlarımızın şehit olmaları canımı çok çok yaktı. Kimsenin ayağına taş değsin istemem. Bence önceliğimiz her zaman gençlerimize yaşam olanağı sağlamak üzerine olmalı. Bu tamamen benim düşüncem. O yüzden bu konu hakkında başka bir şey söylemek istemiyorum.

"MÜLTECİ ÇOCUKLARIN O SULAR İÇİNDEKİ DURUMLARINI GÖRDÜKÇE ÜZÜLMEKTEN ÖTE, İNSAN HASTALANIYOR"

-Türkiye’nin gitmelerine izin vermesi üzerine, Avrupa’ya gitmek üzere sınır kapılarına yığılan mültecilerin yürek burkan görüntülerini TV kanallarında görmüş olmalısınız. O görüntüler karşısında ne hissettiğinizi öğrenebilir miyiz?

Mülteci çocukların o sular içindeki durumlarını gördükçe üzülmekten öte, insan hastalanıyor. Çünkü çocuk söz konusu olunca benim "ama"yla başlayan hiçbir söze tahammülüm yok. Mevzubahis olan çocuksa, "ama şuralıydı, ama buralıydı" diye bir şey olamaz. O çocuklar çok büyük travmalar aldılar. Hayatta kalmalarını umut ediyorum. Hayatta kalsalar bile çok büyük travmalarla yol alacaklar. Allah onlara yardım etsin diyorum ve hallerine çok çok üzülüyorum. Şu kadar insanlık, şu kadar ülke oradaki o kadar çocuğun derdine derman olamıyor ya. Bu üzüntü de bize yetiyor.

"İSVİÇRE’DE SORSAM GAYET NORMAL KARŞILANACAK BİR SORU, BURADA TEPKİYLE KARŞILANIYOR. KÜLTÜREL ALGI FARKLILIĞINDAN HERHALDE"

-Hakkınızdaki savcılık soruşturmasıyla ilgili bilgi verir misiniz? Şimdiye kadar sosyal medya paylaşımlarınızdan dolayı kaç soruşturma geçirdiniz? Hiç ceza aldınız mı?

İdamla ilgili tweetimden dolayı hakkımda dava açılmıştı. O davada beraat ettim. Hatta üzerine bir kez daha dava açılmaya kalkışıldı, onu da mahkeme oybirliği ile ret etti. En son deprem vergilerini sorduğum tweet için hakkımda soruşturma başlatıldı. Ama onda da ifadeye bile çağrılmadan, savcılık tarafından kovuşturmaya gerek olmadığına karar verildi. Yani hiçbirinde hiçbir suç elbette ki bulunamadı. Ben zaten yapı itibariyle her zaman hassas ve dikkatli bir insanımdır. Amacım kimseyi incitmek, kimseye hakaret etmek değildir. Kendi yasal haklarımı, vatandaşlık haklarımı, çerçevemi bilirim. Bu çerçeveyi kullanmayı da severim. Yani var olan haklarımla ilgili soru sormayı, korumayı, savunmayı seviyorum. Bu kimi zaman yanlış anlaşılıyor olabilir. Çünkü ülkemizde böyle bir alışkanlık yok. İsviçre’de sorsam gayet normal karşılanacak bir soru, burada tepkiyle karşılanıyor. Kültürel algı farklılığından herhalde. Burada biz nelere hakkımız olduğunu bilmiyoruz. Bir Cumhuriyet içinde yaşıyoruz, Cumhuriyetimizin bize tanıdığı haklar var. Tıpkı seçme seçilme gibi, oy verme gibi. Benim için pek çok konuda fikir beyan etmek, sandığa gidip oy vermek kadar sıradan ve basit bir haktır. Bu hakkımı yerine getirmeyi seviyorum, bir sakınca da görmüyorum. Yapı itibariyle kimseye hakaret etmem. Her zaman dikkatliyimdir. Bana da edilmesini sevmem. Bana ya da başka kadınlara, sanatçılara karşı saygısız tutum takınan siyasetçiler olduğu zaman da tepkimi gösteriyorum. Ama o zaman da bunun normal karşılanmasını bekliyorum. Etki tepki meselesi. Ben saygılı konuşayım, ama siyasetçiler de bana ve her vatandaşa karşı saygılı konuşsun.

"30’NCU SANAT YILIMDA BİR SÖZ SÖYLEMELİYİM DEDİM VE KADINA BASKI VE ŞİDDETİ KONU ALAN ‘HAYAL SATICISI’ ADLI TEK KİŞİLİK BİR OYUN HAZIRLADIM"

-Türkiye’de sanatçıların siyasetle ilgilenmesi hoş karşılanmıyor ve bazı kesimlerin tepkisini çekiyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Ayrıca yeni oyununuzun içeriğini ve varsa ileriye dönük projelerinizi de bilmek isteriz.

Ben sanatçıyım. Dolayısıyla toplumsal meseleler, hikayeler beni ilgilendiriyor. Eğer topluma değen bir şey olduysa, bununla ilgili fikrimi söylemek istiyorum. Zaten ben o toplumsal hikayeleri üretiyorum. Benim işim bu. "Sanatçı politika yapmaz" diyorlar. Zaten sanatçı politika yapmıyor, ama sanata dair her şey politikadır. Hatta "Bir şey ne kadar tiyatrodan uzaksa o kadar politikleşir" diye bir söz vardır. O söz doğrudur. Siz zaten politika yapmak için yapmazsınız. Toplumda gördüğünüz aksaklığa ayna tutmak ve bunu dile getirmek için yaparsınız. Ama günün sonunda politik bir tartışmanın içinde buluyorsunuz kendinizi. Çünkü hayattaki her şey politiktir. Özellikle politik stratejiler, siyasetler üzerine oturayım, fikir üreteyim diye de uğraşmıyorum. Mesela benim son oyunum Hayal Satıcısı tiyatrodaki 30’ncu senem için yaptığım tek kişilik bir oyun. Bu sene oturdum düşündüm, bu ülkede 30 senedir en iyi yaptığım şey, tiyatroyu il il, ilçe ilçe sahnenin bulunabildiği, hatta kimi zaman bulunmadığı her yere götürmeye çalışmak. Bunu amaç edindim, üstelik bunun maddi karşılığı da yok. Hani "ne yaptın ülken için?" diyorlar ya. Daha ne yapayım? Bir kadın sanatçıyım, gidip cephede savaşacak halim yok. Hoş çok şükür ülkemizin öyle bir durumu da yok. Kurtuluş Savaşı’ndaki gibi bir şey olursa, orda da üstümüze düşeni de yaparız.

"ATATÜRK KURTULUŞ SAVAŞINI BAŞLATMAK ÜZERE ANADOLU’YA SAMSUN’DAN AYAK BASMIŞTI. BİZ DE OYUNUMUZU OYNAMAYA SAMSUN’DAN BAŞLAYALIM DEDİK"

Ben tiyatroyu ülkemin her noktasına bir hizmet aracı olarak olarak götürmeyi amaç edindim. 30’ncu senemde bir söz söylemeliyim dedim. Ben bir kadınım ve ülkemin en büyük problemlerinden biri; toplumsal kadın rolleriyle ilgili sorundur. Yani kadınların baskı ve şiddetle karşılaşmasıdır. Bu soruna ayna tutan, bunu dile getiren bir oyun yapmaya karar verdim. Bu oyunu kadın arkadaşlarımla yoldaşlık içinde yapmak istiyordum. Ve arkadaşlarımla birlikte "Hayal Satıcısı"nda öyle bir oyun yaptık. Yönetmenim kadın; Berfin Zenderlioğlu. Işıklarımızı bir kadın yaptı, müziğimizi bir kadın yaptı, oyunu bir kadın yazar olan Zehra İpşiroğlu yazdı ve Berna Laçin olarak oyunu ben oynuyorum. Bu oyun bizim için çok kıymetli ve bunu Türkiye’nin her yerine götürmeye çalışıyoruz. Henüz çok yeni ve çok iyi bir tepkiyle karşılaştı. İlk noktada Samsun’a giderken bir talihsizlikle karşılaştık. Atatürk Kurtuluş Savaşını başlatmak üzere Anadolu’ya Samsun’dan ayak basmıştı. Biz de oyunumuzu oynamaya, ülkemizi dolaşmaya Samsun’dan başlayalım dedik. Tam giderken ve biletlerimiz de satılmışken önce belediye ve sonra Doğa Koleji salonları çektiler. Bu son soruşturma açılıyordu o sırada. Şu anda o da yok. Kovuşturmaya gerek olmadığına karar verildi. Hani onu da bahane edemezler. Ama bunun üzerine ben ısrarcı oldum ve "hayır ben geleceğim" dedim. Çünkü tiyatro engellenemez. "Gerekirse sokaklarda da oynarız" dedim. Şimdi de gidiyoruz, oynayacağız. Bu olumsuzlukların Samsun’la hiç ilgisi yok. Seyirciler çok iyi karşıladılar. Oradan bana mesajlar yağdı. Biletlerini aldılar, sevgiyle kucakladılar. Ben de Samsunluların bu güzel çağrısına sözümden dönmeyerek icabet ediyorum ve gidiyorum. Gündemle ilgili bu kadar mesele konuşuyoruz, ama bana göre asıl sorun, Türkiye’deki kadın sorunudur. Ben de tam bu noktaya parmak basmak için bir oyun yaptım ve bunu da çok kıymetli buluyorum.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi