Yazıklar olsun! Cumhuriyet'te tahliye yok

Ahmet Şık içinse masabaşında 'yeni' bir suç belgesi üretilmiş. Şık, Sabah gazetesi tarafından Karlov cinayetinde PDY unsurlarını yumuşatmakla, perdelemekle suçlanıyor!

Cumhuriyet davasının dünkü celsesinde ara karar verilmeden bu başlığı attım.  Çünkü adım gibi biliyorum ki bu ülkede adalet yok, yargı iktidara teslim, korkunç bir korku rejiminin gölgesindeyiz... Zaten aksi sözkonusu olsaydı bu dava hiç açılmaz, meslektaşlarımız uyduruk, akıl almaz gerekçelerle 300 günden fazla özgürlüklerinden mahrum bırakılarak hapiste tutulmazdı. Cumhuriyet davası denen komedi sürdürülebiliyorsa bu, KHK hükümleri sayesindedir. 

Gece yarısı, arkadaşlarımızın tutukluluk halinin devamına karar verildi.

Biraz Silivri'yi anlatayım size. Davanın ilk duruşması Çağlayan'da görülse de devamı Silivri Ceza İnfaz Kurumu yerleşkesine taşındı. Neden derseniz, hukuki olarak hiçbir açıklaması yok, ancak heyet 'büyük kalabalık'ları öne sürerek böyle karar aldı. 

Sabahın erken saatlerinde yollara düşenler, saatlerce dışarıda, itiş kakışın arasında bekletildi. Büyük bir kısmı içeriye giremedi, buna avukatlar ve basın mensupları da dahildi. Aynı gün, Tuzla Piyade Okulu'nun duruşması da görüldüğünden inanılmaz bir kalabalık ve 'oğlumu aylar sonra ilk göreceğim, beni bırakın gireyim' çığlıklarının arasında yaşanan biteviye dram. Eh, zaten istedikleri bu değil mi?                                                                   

KIRAÇ VE 'CUMHURİYET MİRASI'

Birkaç saat bekledikten sonra ara verildiğinde içeriye girebildim. Kapıda ne kadar elektronik eşyanız varsa teslim etmek zorundasınız; basın kartınız olsa dahi telefona izin yok. Biz gazeteciyiz, telefon bize en lazım şey? Hayır efendim, yasak! (Çağlayan'da mahkeme salonuna alabiliyorsunuz, tek yasak sesli ve görüntülü kayıt.) 

Merakla beklenen tanık ifadelerinden biri, İnan Kıraç'a aitti. Mahkeme, geç gelen Kıraç'ı beklediği gibi 'buraya kadar yordukları' için neredeyse özür dileyecekti. İnan Kıraç, İlhan Selçuk'un 'mirası'ndan dem vurdu, Cumhuriyet'i artık okumadığını belirtti. Bir dönem Vakıf'ta oy hakkı olan Kıraç, 'benim oyumu saymadılar' dese de Orhan Erinç, neden oyunun geçerli sayılmadığını açıkladı. Anlaşılan İnan Bey, kendini oyun dışında hissetmiş ve pek içerlemişti. 

Kıraç'ın İlhan Selçuk'un mirasına atfına en güzel dolaylı yanıt, birkaç saat sonra söz alacak dostum, Cumhuriyet'in tutuklu yayın yönetmeni Murat Sabuncu'dan geldi. Cumhuriyet, 80 darbesinden sonra 'Atatürk'e dil uzatıldığı' gerekçesiyle yayını durdurulmuş bir gazetedir. Aynı şekilde Selçuk, 82'de 'Ben Atatürkçü değilim' yazısı nedeniyle yargılanmıştı. Mütemadiyen sorgulanan Vakıf senedinde 2 unsuru vurguladı Sabuncu: 1-Cumhuriyet, Cumhuriyet değerlerini savunur, 2- Atatürkçülüğü temel alır. Kısacası, 'Atatürkçülük ve Cumhuriyet' üzerinden yürütülen tartışmalar boş olduğu gibi, dönemin baskıcı rejimine göre farklı şekillerde, gazeteciliği baskılamak için kullanıldı.

BYLOCKÇUDAN GELEN MESAJI KİMSE KONTROL EDEMEZ 

İlk duruşmada mahkeme heyeti, bir suçmuşcasına gazeteciliğin ABC'sini sorgulamıştı. Muhabirin başlığının değiştirilmesinden tutun, atılan manşetin Vakıf'ça denetlenip denetlenmediğine kadar, bu mesleği biraz olsun bilene 'Hayırdır, gazetecilik ne zamandan beri suç oldu?' Dedirtecek  sorular bu sefer de yöneltildi. Her mesleğin incelikleri, yapılış şekli vardır; bunun mahkemede tartışılması, ötesinde suç unsuru olarak gösterilmesi kadar saçma sapan birşey yok. 

Mahpus tutulanlara yöneltilen en 'ciddi' suçlama, bylock kullanan kişilerle yaptıkları görüşmelerdi. Hem mali müşavir Emre İper'in savunması, hem IT uzmanının görüşleriyle duruşmanın önemli bir bölümü bylock nedir, kim, nasıl tespit edebilir gibi teknik detaylarla geçti. Sonuç? Bylock, whatapp gibi bir haberleşme uygulaması. Farkı, bylock indirmek için bir koda sahip olmanızın gerekmesi. Ancak kimse, kendisini arayan veya mesaj atanın bylock kullanıp kullanmadığını denetleyemez. Ayrıca bir IP'yi yaklaşık 65 bin farklı port kullanabiliyor ve bunun denetimi, tamamen operatörlerin ukdesinde. İsterse birden fazla kişiye bağlayabiliyor.

112 bylockçu ile görüşmesi gerekçe gösterilerek tutukluluğu sürdürülen Kadri Gürsel, savunmasında tek tek bu numaraların üzerinden geçerek iddiaları çürüttü. Birincisi, 'görüşme' sayılabilmesi için iki kişinin karşılıklı konuşması gerektiği. Oysa Gürsel'in telefonundaki HTS kayıtlarının çoğunda süresi de yazılıydı; çoğu 0 dakikaydı çünkü bunlar kendisine atılan mesajlardı. 

ŞIK İÇİN YENİ UYDURMA SUÇLAMA

Gürsel, Cumhuriyet'e yazılarına ve yayın danışmanı görevine başlamadan çok önce tutulan HTS kayıtlarının Milliyet gazetesi dönemine denk geldiğininin altını çizerek, bu 'olağandışı' görüşme kayıtlarının çoğunun bir dönem kendisine adeta bir bombardıman niteliğinde atılan mesajlardan kaynaklandığını da gözler önüne serdi. Ayrıca sözkonusu numaraları kullananların arasında sadece 3 FETÖ şüphelisi vardı.                    

Ahmet Şık içinse masabaşında 'yeni' bir suç belgesi üretilmiş. Şık, Sabah gazetesi tarafından Karlov cinayetinde PDY unsurlarını yumuşatmakla, perdelemekle suçlanıyor! Suikasta dair attığı tvitlerin bir kısmını hiç gündeme getirmeden, cımbızlanarak yapılıyor bu.  Düşünebiliyor musunuz, suikasta dair dosyada henüz 'FETÖ' suçlaması yok fakat Şık, aslında devletin sorması gereken soruları, iddiaları yönelttiği için itham ediliyor.

 Absürtlük bu boyutlarda işte. Gürsel'in avukatı Köksal Bayraktar'ın savunmasında 'Bu insanlar yargılanıyor, çünkü ülkelerini çok seviyorlar' sözleri, acı olduğu kadar doğru da: Bu dava, sadece bu mahkemeden ibaret değil. Adli olgular açısından baştan aşağıya yanlışlarla, abuk ithamlarla dolu, tamamen siyasi bir dava. Sabuncu'nun dediği gibi, 'küpürlerle, haberlerle yargılanabilir mi bir gazeteci?

Yargı, bu utancı nasıl taşıyacak? Bu ülke, bu utancı ne kadar kaldıracak?  Mağdur konumunda olan sanıklar, haklarında öne sürülen iddiaları çürütseler de hala 'kuvvetli delil karartma şüphesi' denilerek mahpus tutuluyorsa hangimiz kendimizi güvende hissedebiliriz? 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehveş Evin Arşivi