İki Ekmek, Tuzsuz...

Ben yoksullara ekmek verdiğimde bana 'aziz' diyorlar. Yoksulların neden ekmekleri yok diye sorduğumda ise 'komünist'!’ diyordu Devrimci Hristiyan Rahip Don Helder Camara...


Hastaneden dün çıktık. Tahliye olma ile taburcu olmayı karıştırdığımın yeni farkına vardım ya da aslında hiç bir şeyi karıştırmadığımızın. ‘Taburcu’ olmak kelimesi de komik. Kelimelere sızmış, içine işlemiş bunlar, askerlik, kapatılma, otorite vesaire yani çevrimizdeki her şey galiba.

Kaz adım yürümek’ deyimi bir tek güzel. Salakça bir yürüme şekline yakışır bir isim. Mevzu devletse gerisi teferruat zaten.

Çantamın içinde iki ekmek kaldı, tuzsuz, iki küçük bal, bir vişne ve krem peynir, çok küçük bir kutu, plastic. Her gün gelen yemekten ayırıp, akşam giderken, yolun kenarında, önünde ‘Açız’ yazısıyla oturan bir kadına veriyordum. Utanarak hemen önüne bırakıp, kaçıyordum. Demokrasinin varlığına inandırdı beni kadın. ‘Açız’ diyebiliyordun mesela ama toplu halde ‘açız’ demek yasaktır kesin. Lübnan Komünist Partisinin sloganı vardı; ‘Aç Kalma Zenginleri Ye’ diye. Bazen bir portakal ve elma filan da oluyordu. Hızla bırakılınca biraz yuvarlanıyordu. Çok uzağa değil ama. Çaktırmadan bakıyordum. Uzanıp alıyordu ve zaten naylonla kaplı meyveler. Bütün hepsi kapalı hijyenik.

Ben yoksullara ekmek verdiğimde bana 'aziz' diyorlar. Yoksulların neden ekmekleri yok diye sorduğumda ise 'komünist'!’ diyordu Devrimci Hristiyan Rahip Don Helder CAMARA…

Cambridge’de sandeviçcide çalışırken de herkese sandviç dağıtıyordum. 3'de kapanıyordu dükkan. Sağlam sandviçleri alıyordum. Bizim Türkiyeli öğrenciler futbol sahasında beni bekliyor oluyordu ve koca bir kola şişesi. Sonra bir Alman arkadaşın evinin önünden geçerken onun penceresinden odasına atıyordum. Birinci kattaydı oda zor olmuyordu. Fizik doktorası yapıyordu. Stephen Hawking ile çalışıyordu bazen. Ona da götürsün diye iki sandviç atıyordum, Tuna balığı ve salatalık vardı içinde, biraz da mayonez ama ekmeği yumuşatacak kadar değil.

Aynı apartmanda oturan İspanyol arkadaşlara da Vegan sandviç hazırlamış oluyordum. Kapanmadan kısa süre önce yapıp bunları vitrine koyuyordum. Sonra satılmadı diye alabiliyorduk oradan. Bir sonraki güne sandviç bırakmıyorduk çünkü. İngiliz patron anlıyordu bence ama fazla takmıyordu. Sabah 6 da sandviç içlerini hazırlarken uzun muhabbetler yapıyorduk onunla. Eşiyle ettiği kavgalardan ve futboldan bahsediyorduk.

Paylaşmak güzel de ama ‘açız’ yazısıyla bugün de duruyordur kadın orada. Kolombiya’da FARC gerillasının ünlü Hollandalı komutanı Tanya ile konuşuyordum. ‘Kolombiya’da yoksullara yardım etmek için kiliselerde çalışıyordum. Sonra böyle bir şeyin değişmeyeceğini düşünüp gerillaya katıldım’ diyordu...