Kürtler kendi geleceklerini belirleme hakkına kavuşabilecek mi?

Kendi kaderini tayin etme hakkı, yalnızca siyasi bir yükümlülük değil, hukuki bir yükümlülük olarak görülmelidir. Kürt olmayan kurumlar Kürtler adına karar veremez ve Kürtler için neyin iyi olduğunu bilemezler. Kürtlerin kendi kaderini tayin etmesi için giderek artan bir alan gereklidir.

Kürtler kendi geleceklerini belirleme hakkına kavuşabilecek mi?

MHP lideri Devlet Bahçeli'nin DEM Partililer ile tokalaşması, Kürtleri acı çekmeme özgürlüğü ve kendi geleceğini belirleme hakkı tartışmasınıda beraberinde gündeme getirdi.

Bahçeli'nin çıkışı Kürt meselesinin çözümüne yol açacak mı? Çok zor görünüyor. Ancak yine de umutlu olmalıyız. Bununla birlikte barış için bir miktar umut uyandı ama coşku uyanmadı. Ve hiç kimse sonunun nereye gideceğini bilemez. Ortaya çıkan soru şu: Barışın ilk şartı nedir? Eğer Türk devleti ile Kürtler arasındaki çatışma gelecekte çözülecekse tarafların birbirini eşit olarak tanıması gerekiyor. Benim izlenimim, süreci ve girişimin sunuluş şeklini okuduğumda bunun samimi bir girişim olduğu anlamına gelmediği yönünde.Bunun bir nedeni Türk milliyetçilerin süreci yönlendirmesindeki üstlendikleri önemli rolü. Ve sanki barışın şartı Kürtlerin taleplerinden vazgeçmesi gerektiği izlenimi veriliyor. O halde soru şu: Kürtlerin taleplerinden vazgeçmesi barış için gerekli bir bedel midir? Hayır.

Burada güç oranı üç seçeneği belirler. Ya da devletin mantığı şunu emrediyor: Kimine kendimiz karar veririz, kimine birlikte karar veririz, kimine ise karar vermeyiz, yani saygı duyarız. Şu ana kadar gelen sinyaller, kararı kendlerinin vereceğini gösteriyor çünkü Bahçeli'nin açıklaması Kürtlere dayatma gibi sunuldu. Milliyetçiler, Kürtler için nefessiz çözüm istiyorlar. Çünkü Kürtlerin hayatlarına hükmetmek milliyetçilere kendilerini yüceltme fırsatı veriyor. "Ayrılıkçıları" son adamına kadar öldürmeye kararlı olduğunuz hayaliyle kendinizi savunmanın hiçbir anlamı yok.

DAYATILMIŞ BİRLİKTELİK

Herkes biliyor ki, katı milliyetçi ideoloji nedeniyle Kürtlerin varlığı ihlal edildi, ediliyor. İşte Kürtlere dayatılmış bu baskın düzenlemeye «kardeşlik» ya da «birlik ve berberlik» diyorlar. Hatta daha ileri gidip “Cumhuriyetimizin mayası kardeşliktir”, sıklıkla iddia ediyorlar. Bu «kardeşlik» aldatmacılığı sömürgeciliğin yeni ismidir ve yaygın hale geldi. Sıradan bir araca Jaguar dediğiniz için, o Jaguar olmaz. Kardeşlik, insan grupları arasında, birbirlerine bağlılık ve desteğe güçlü bir vurgu yapan kardeşçe bir ilişkiyi veya dostluğu ifade eder. Eğer Kürtler kardeşinizse onları özgür bırakın. Özgürlüğün olmadığı yerde kardeşlik de olmaz.

Kürtler ve Türkler tarihsel olarak güçlü bağlara ve ortaklığa sahiptirler. Tarihte birçok kez Kürtler, Türklerle kardeşliklerine, örneğin Malazgirt'te, Çanakkale Savaşı'nda, kurtuluş mücadelesi ve diğer bir çok bağlamlarda güçlü bir inanç göstermiş ve iyi günde de zayıf günde de birbirlerinin yanında olmuşlardır. Ancak Milliyetçi Cumhuriyet'in ilan edilmesiyle bu kardeşlik aniden bitirildi ve düşmanlığa dönüştü.

KÜRTLERİN KENDİ GELECEĞİNİ BELİRLEME HAKKINA SAYGI GÖSTERİN

Diğer tüm milletler gibi Kürtlerin de seçim yapma ve kendi hayatları üzerine karar verme hakları vardır. Eğer adil bir ulus olmayı hedefliyorsanız Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına olan saygısızlığa son vermeniz gerekiyor. Çoğu Türk'ün kimliğinin farkında olmadığını varsayamam. Biz Kürtlere de aynı bakış açısına sahip olmak doğal bir beklentidir. O halde aynı bakış açısının Kürtler için de geçerli olmasına saygı duymanız gerekiyor. Bunun tersi, kendi kaderini tayin hakkının hukuki anlamda genişletilmesine yönelik önerilere karşı kısıtlayıcı bir tutum takınılmasına zemin hazırlamaktadır.

Kürtlerin talepleri çeşitli hükümetler tarafından sistematik olarak bastırıldı. Artık Kürtlerin taleplerinin bir ölçüde kabul edilebileceğinin sinyali veriliyor. Ayrıca kabulün, herhangi bir etnik grubun normal hakları gibi doğal haklarla aynı kefeye konulmaması gerektiği de söyleniyor.

Evet, oraya nasıl geldik? Son yıllarda çok sayıda etnik ve siyasi çatışma birbirini izledi. Ülkenin gittiği yönü gösteren bazı örnekler:

-Türk aşırı milliyetçileri Kürtlere, sokaklarda Kürtçe konuştukları, Kürtçe müzik çaldıkları, düğünlerde Halay dansı yaptıkları için saldırıyor.

-Saygın Batılı dergilerde giderek artan sayıda Türk milliyetçiliği propagandası makaleleri, ideolojik güdümlü bilimin sonucu olduğu için iptal ediliyor.

-Kürt illerinde seçilmiş pek çok belediye başkanı, terör suçlamasiyle hukuksus bir şekilde görevden alındılar.

-Pek çok kişiye göre sıra artık İstanbul'a geldi. Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in görevden alınması buna örnek olarak işaret ediliyor.

HAKİKAT VE UZLAŞMA KOMİSYONU KURULMALI

Eğer amaç Kürtlerle birlikte ülkede barış ve özgürlüğü sağlamaksa, alınacak ilk tedbirlerden biri gerçekleri ortaya çıkaracak ve Kürtlerin cumhuriyet tarihi boyunca maruz kaldığı acılara son verecek bir meclis araştırma komisyonu kurmaktır.

Ciddi olmak gerekirse: Erdoğan hükümetine, cumhuriyetin 101 yıllık tarihi boyunca Kürtlerin başına gelenlere dair verileri toplayacak ve geleceğe yönelik bir çıkış yolu gösterebilecek bir hakikat komisyonu kurmasını teklif edilmeli. Hakikat komisyonu, uzlaşmanın gerçekleşebilmesi için Kürtlere karşı işlenen haksız uygulamaları araştıran bir devlet kurumudur. Komisyonun dünyaya açılması ve Belçika, İsviçre, Galler, İspanya gibi ülkelerin etnik çatışmalarını demokratik yöntemlerle nasıl çözdüklerini öğrenmesi gerekiyor.

Cumhuriyet ile Kürtler arasında 100 yıldır devam eden çatışma, savaşın doğallıktan uzak ve anlamsız hale geldiği bir boşluk yarattı. Türkiye, demokratik olmayan ülkeler gibi, etnik çatışmaların çözümü hala askeri çözümde aranmaktadır. Retoriklerinde bunlar, büyük bir ulusun diğer insan gruplarını yönetme hakkına ve görevine sahip olduğunu ve bunun etik açıdan haklı olduğunu ileri sürüyorlar. Demokratik ülkelerde ise barışçıl çözüm doğal çözüm olarak öne çıkmakta. Ve ortak bir argüman da etnik grupların onuruna ve kendi kaderini tayin hakkına saygı duymaktır.

ULUS-DEVLET ÇERÇEVESİNDE KENDİ GELECEĞİNİ BELİRLEME HAKKI

Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı demokratik bir hukuk devleti çerçevesinde yeniden tesis edilebilir. Sorun, bunun ne tür bir kendi kaderini tayin hakkının önünü açtığıdır. Ulus-devlet içinde kendi kaderini tayin hakkının tanınması, Batı Avrupa'da 1970'lerden itibaren ortaya çıkan yerli politikasının temelini oluşturuyor. Birçok ülkede yerli halkların devletteki haklarını ve konumlarını güçlendiren uyarlamalar gerçekleşti. Böyle bir tanınma, yerli halk ile devletin siyasi sistemi arasındaki ilişkinin, yerli kültür ve toplumun gelişimi için hayati önem taşıdığı anlamına gelir. Yerli halkın haklarının korunması, devletin yerli politikasına bakış açısını, yerli halkın içsel öz anlayışını ve dolayısıyla yerli politikasının biçimini etkilemiştir. Sonuç, yerli halk ile devlet arasındaki etkileşimin kapsamlı bir şekilde yasallaştırılmasıdır.

Yerli halkların devletin tanımladığı ve kontrol ettiği kendi kaderini tayin hakkı, bir çelişkidir. Kendi kaderini tayin hakkı, yerli halkların hem bireysel hem de kolektif olarak az ya da çok parçası olduğu bir devlette uygulanır. Başka bir deyişle devlet, yalnızca tahakkümü temsil edebilecek bir aktör değil, aynı zamanda nüfusun geri kalanıyla uyumlu olarak yerli halkın da katıldığı ve hizmet aldığı bir yapıdır. Bu durum özellikle Norveç'teki Samiler (Laponlar), Büyük Britanya'daki Galliler ve İskoçlar, İspanya'daki Katalanlar ve Basklar için geçerlidir. Yerli halklar ile devlet arasındaki ilişkide, yerli halkların kendi kaderini tayin etme olasılığı için devlete bağımlı olduğu, aynı zamanda kendi kaderini tayin hakkının ne olabileceğini sınırlayan devletin de olduğu bir gerilim var. Yerli halklar için devlet, hem birlikte hem de karşı oldukları bir yapıdır. Kürtler bağlamında kendi kaderini tayin hakkı, başka bir deyişle Kürtler ile devlet arasındaki etkileşimdir.

Böyle bir durumda yerli halk özerktir ancak aynı zamanda devletle karşılıklı bağımlılık ilişkisi içindedir. Böyle bir ilişki, her ne kadar asimetrik olsa da, öncelikle devletin gücünün kontrol altında olmasını ve yerli halklara karşı tahakküm kurmamasını sağlamak amacıyla, karşı-güç uygulamak için yasal olarak düzenlenmiş fırsatlar biçimleri aracılığıyla ortaya çıkar. Bu, kendi kaderini tayin etme konusunda, devletin müdahalesinin olmadığı bir siyasi egemenlik biçiminin söz konusu olduğu siyasi literatürde sıklıkla sunulandan farklı bir bakış açısıdır.

Müdahale etmeme perspektifinde öne çıkan görüş, kendi kaderini tayin hakkının yerli halkların bölgesel özyönetimi, nihai karar alma yetkisi veya kendilerini etkileyen hükümet kararları konusunda özgür ve önceden bilgilendirilmiş rıza hakkı ile ilgili olduğu yönündedir.

Tahakkümsüzlük perspektifinde siyasi ve kültürel topluluklar ve devlet bu nedenle özerktir ancak aynı zamanda karşılıklı olarak birbirlerine bağımlıdır. Bu tür bir kendi kaderini tayin hakkı, ilişkinin yasal olarak düzenlenmesini gerektirir.

KÜRTLER DEVLETİN HAKİMİYETİNİ SINIRLAYACAK YASAL VE KURUMSAL MEKANİZMALARA SAHİP OLMALI

Soru şu; Türkiye'de Kürtlerin devlet hakimiyetine karşı kendilerini koruyacak hukuki ve kurumsal mekanizmaların gelecekte ne gibi gelişmeleri olacak ve bunlar bu durumda Kürtlerin kendi kaderini tayin etmesi için ne gibi bir alan sağlayacak?

Kürtlerin haklarının yasallaştırılması, kolektif Kürt demokratik ve siyasi katılımını güçlendirecek ve daha fazla hukuki gelişme için çalışacak, kendi kendini güçlendiren süreçleri başlatacak ve bu da devletin Kürtler üzerinde tahakküm kurma olanaklarını sınırlayacaktır. Başka bir deyişle; Devlet ile Kürtler arasındaki ilişkinin gelişimi giderek artan oranda, Kürtlerin kendi kaderini tayin etme olanağına sahip tahakkümün yokluğu olarak nitelendirilebilir. Kürtlerin kendi kaderini tayin etmesi için bir alan açılıyor, ancak bu, Kürtlerin öncülüğünde kolektif bir toplumsal değişimi kolaylaştırmak için çok az şey yapan, esas olarak prosedürel karşı-güç ile karakterize edilen bir kendi kaderini tayin hakkı.

Baskın olmayan bir devlet, kontrolsüz kararların alınamayacağını garanti eden açık oyun kurallarına sahip demokratik bir hukuk devletini varsayar.

Tahakkümsüzlük perspektifinde temel sorular, devlet kurumlarının karar verebileceklerinin sınırlarının neler olduğu, devlet kurumları arasındaki güç ilişkisinin nasıl organize edildiği ve karar alma süreçlerinin nasıl düzenlendiğidir. Bu düzenleme devletin hakimiyet fırsatlarını en aza indirme gücünü kontrol eder ve çerçeveler.

Hakimiyetsizlik perspektifi yalnızca federal eyaletler için geçerli değildir. Üniter devletlerde de güç, merkezi, bölgesel ve yerel yönetimler arasında katmanlı eş-yönetim yöntemleriyle yasal ve demokratik bir şekilde dağıtılabilir. Yine İngiltere, İspanya ve kısmen Norveç vb. bunun örnekleridir.

Devletin hâkimiyetsizliğinin sağlanmasının bir diğer şartı da, temel hakların basit çoğunluk kararlarıyla ortadan kaldırılmasını önleyen düzenlemelerdir. Bu azınlığın korunması koşulunu devlet değil, azınlığın kendisi belirler. Türk siyasetinde birbirini kontrol etmesi gereken çeşitli kurumların her zaman bu kadar keskin bir şekilde ayrılmadığına da tanık olunmaktadır. Bu nedenle yetki kullanımını denetleyen demokratik düzenlemeler sistemine de ihtiyaç vardır.

Özetle; Tahakküm etmeme perspektifi yalnızca devletin tahakküm kurma becerisine yasal sınırlamalar getirmekle kalmıyor, aynı zamanda Kürtlerin kolektif çıkarlarını ulus devletin kurumları karşısında savunabilmelerine de işaret ediyor. Kürt siyasetinin hukuki ve demokratik kurumsallaşmasının gelişimi, devletin tahakküm altına alınmaması yönünde ilerlemelidir. Kürtlerin kendi kaderini tayin etmesi için giderek artan bir alan gereklidir. Kürt kurumlarının karşı gücü bir bakıma durdurucu güç olacak. Bu dengeleyici güç önemlidir, çünkü yeni fikir ve çözümlerin tüm tarafların temel çıkarlarını koruyabileceği vaka odaklı ve tartışmaya dayalı süreçleri zorlayacaktır.

Kürtler, Türk yetkililerle müzakerelerde sözleşmeye bağlı kendi kaderini tayin hakkı için direnmeleri gerekiyor. Kendi kaderini tayin etme hakkı, yalnızca siyasi bir yükümlülük değil, hukuki bir yükümlülük olarak görülmelidir. Kürt olmayan kurumlar Kürtler adına karar veremez ve Kürtler için neyin iyi olduğunu bilemezler. Anayasanın Türkiye'nin iki kadim halktan oluştuğunu belirtmesi konusunda ısrar etmeleri gerekiyor: Türkler ve Kürtler. Anayasanın Kürtlerle ilgili yasası, gelecekte Kürt kurumlarına bağımsız bir hukuki konum ya da Kürtlerin temel çıkarlarına ilişkin kararlar için özel prosedürler sağlamalıdır. Dolayısıyla Kürt kurumlarının, devlet ile Kürtler arasında belirli bir güç dağılımını sağlayan bir kurum olarak anayasal geleneğin bir parçası olduğu söylenebilir.

_________________________________________________________________________________________

Siyasi özgürlük, devletin yurttaşlar ve azınlık gruplar üzerinde kontrolsüz güç uygulama olanağının bulunmaması için, bu kitap tavsiye edilir:

Philip Pettit: Republicanism: A theory of Freedom and Government. Oxford University Press 1997.

* Mehmed S. Kaya: Bingöl’ün Solhan ilçesinin Keşkon mezrası doğumludur. Lillehammer Inland Norveç Üniversitesi’nde sosyoloji profesörüdür. ‘The Zaza Kurds of Turkey’ kitabının yazarıdır.

Türkiye kürtler kemalizm akp mhp dem parti PKK