Corona oluşumun öyküsü
Sabih ATAÇ*
İçimdeki ağır belirsizliğin, bulanıklığın, beynimdeki şüphelerin yarattığı bu huzursuzluğun, bir karşılığı olmalıydı; uykunun yoğun üstüme geldiği, göz kapaklarımın "kapanmamız lazım" dedikleri bu geç vakitte.
Bu yaz ortasında Batman’ın ateşten aldığı söylenen sıcağında, nasıl olur da üşütürüm, hem iki gün oldu Batman’dan geleli. Buzdolabından buz gibi su içmiştim çoğu zaman, iç sıcaklığım o buzlu sulara dayanamamış, direnememiş, içimi çatlamış ve çatlaktan aldığı buz gibi suyun etkisiyle soğuk almış olabilir miyim? Ya da üç gün boyunca yediğim, et, kaburga, pilav, dolma gibi, ağır yemekleri kaldıramamış, ve hâlâ bu ağır yükün altındaki hoşnutsuzluğu hissediyor olabilir miyim? Midemdeki bu eritilmemiş fazlalıkla bedenimden çıkmadıkça, midemden atılmadıkça halsizlik, ateş yapabilirler mi?
Düşündüklerimden öte, sadece üşüdüğümü hissediyordum.
Batman’dan sevdiğimiz bir doktor arkadaşımız ve eşi üniversitede okuyan çocuklarını
ziyarete gelmişlerdi, bir yerlerde yemek yeriz diye oturmuştuk. Ankara’nın serin akşamında, açık havada, sohbetimiz yüzlerimizi güldürüyordu. Eşim ve onlar bir şeyler içtiler, ben yoğurtlu etli yemek almıştım. Eve vardığımızda midem bulanmış, geleneksel yöntemle parmağımı ağzıma almış, yediğimin bir kısmını dışarı atmıştım. Midemden klozetin içine zehir akıyordu.
Batman’da yoğun corona vardı, bu yüzden ayrı odalarda kalacak, çocuklarımızdan da kimseye dokunmayacak, yakın temasa geçmeyecektim ve bu durum 14 gün devam edecekti. Eşim, her sıkıntımızda, yanımızda hazır, evimizin devacı meleğiydi. Uzaktan tenime dokundu, "ateşin yok, içerden olmalı" dedi, gitti bir bardak su ve parol hapla geri geldi, başucumdaki komedine bırakıp, "bir tane iç" dedi. Giderken, gözlerindeki sevgiyle üstümü örttü. Tüm güzelliğiyle, gözbebeklerimin içine alıp, göz kapaklarımla sarmaladım; yetiyordu bana. Bir parol hap aldım, bir bardak su içtim, uykuya dalmışım.
Kalçalarımda hafif bir sızı ile uyandım, pencere ve kapı açıktı, telefonumdan hava sıcaklığına baktım 18 dereceydi, camı kapattım tekrar uyumuşum. Gece üç defa üst değiştirdim, sırılsıklam olmuşlardı.
Ertesi gün iyiydim, ateşim de hiç çıkmadı.
Geçen Şubat sonu üşütmüş, kötü nezle olmuştum. Burun deliklerimden dışarıya değil, genzimden boğazıma akıyordu, her akıntı beni kötü öksürtüyordu, nefes alamaz oluyor, boğuluyordum. Göğüs doktoruna görünmüştüm, derin nefes alıp verirken göğsümü, sırtımı karnımı dinlemiş, röntgene göndermişti, göğüs ve burun delikleri filmini aldırmak için. Odaya geri geldiğimde, doktor bey bilgisayarından röntgenleri inceledikten sonra, "Ciğerlerin temiz, geçici, ilaç kullanmadan da geçer. İlaç yazmayı düşünmüyorum" demişti. İlaç almamak benim de işime geldiğinden, ayrılmıştım.
Genzime olan akıntı ve sebep olduğu öksürük bir ay devam edince, yeniden bir başka göğüs uzmanına göründüm, "Mevsimlik alerjik, ama istersen bir de KBB de görsün dedi, havale etti, KBB doktoru da aynı teşhisle, ilaç yazmıştı. Kullandıktan bir ay kadar sonra öksürüğüm durmuştu, ancak, genizden geldiğini düşündüğüm akıntı sabahları duş alırken, hafifçe bir balgam olarak beni yokluyordu, rahatsız ediciydi.
Batman’dan döndükten sonra yaşadığım mide bulantım, aylardır süren hafif balgam, beni hâlâ terk etmemiş, etkisini ara sıra gösteriyordu. Hem bunların nedenini öğrenmek hem de çoğalarak herkesi ürküten corona tehlikesine karşı ön tedbir diye, sonbahar gelmeden sağlık kontrollerimi yaptırmalıydım, özellikle de ciğerlerimi kontrol ettirmeliydim. Eşim de bir doktora görünmemde ısrarcıydı, bir şüphesi olmalıydı.
Fakülteden sınıf arkadaşım, meslektaşım, aynı zamanda iyi bir aile dostumuzun kardeşi mesleğinde saygın bir göğüs profesörüydü, Ona görünmek istiyordum, aradım, kardeşi tatildeydi. Eşim bir başka hastaneden randevu ayarladı. Doktor bey göğsümü sırtımı dinledi, göğüs röntgeni ve bazı kan tahlilleri istedi. İki saat sonra röntgen ve tahlil sonuçlarımı inceliyordu. "broşların dolmuş vücudunda iltihap var" dedi. "Corona olabilir mi ?" diye surdum, "olabilir" dedi. "Test yaptırayım mı?" diye sordum, "Evet, çok iyi olur ama özel hastanelerde test yapılmıyor, şehir hastanesine gitmelisiniz" dedi.
İçimdeki belirsizlik büyümüş, beynimdeki şüphelerim telaşlandırıyordu: "Corona olabilir miyim?" Eve gitmeden, arabamı Şehir Hastanesine doğru sürdüm.
Acilin girişindeki çalışana covid testi yaptırmak istediğimi söyledim, kimlik numaramı aldı, bilgisayara kaybetti, "Ama ateşiniz 36,2" dedi, başka bir hastaneden geldiğimi ve beni kontrol eden doktorun test yaptırmamı istediğini izah ettim. Hiçbir şey demeden işlemlere devam etti, elime, üzerine kalemle "36,2" yazdığı bir belge verip, covid bölümüne yönlendirdi.
Covid bölümü giriş kapısının civarında yüzlerce insan vardı; kimileri ellerinde belgeyle, sosyal mesafeye uygun bir arayla sırada, kimileri koridorun kenar bölümünde bekliyorlardı. Sıradakilerin tamamı ayakta. Diğerlerinden, oturacak yer bulanlar oturmuşlardı. Giriş kapısındaki görevliye elimdeki evrakları gösterip "Acil olmalı" dedim, "Hepsi sizin gibi, sıraya geçin lütfen" cevabını aldığımda gerçek ve vahamet yüzüme değdi.
Yüzler maskeli, tamamını görmek ve anlamlandırmak mümkün değilken, gözler başkasından kaçan, tedirgin ve ürkektiler. Bakışlar kırık, bükük, dış dünyanın esenliğini unutmuş, zor, acılı, huzuru olmayan bir gelecek içinde yaşıyorlardı. Öksürmeler o renksiz geleceği karartıyorlardı. Corona’ya yakalanmış veya yakalanma şüphesi altında olan yüzlerce insanla birlikte, riskli bir zamanda, riskli bir mekanda, birlikte nefes alıp soluyorduk. Bu, sırttan soğuk ter döktürücü, ürkütücü gerçek; tv haberleri, gazete haber yazıları, rakamlar gibi, anlık, basit değildi. Ciğerlerimizin bir soluk oksijen arayışındaki yorucu yolculuğuydu, ürkütücü gerçeğin kendisiydi. Bir saate yakın zamanda covid bölümü giriş kaydını yaptırıp, 607 giriş numarasını aldığımda, görevliler 560 sıra numaralı kişiyi içeri alınıyordu. Vaktim vardı, ara kapıdan dışarıya, bahçeye yürüdüm, kimsesiz bir alanda maskemi çıkarıp derin derin nefesler alıp verdim.
Tekrar içeri geldiğimde, "Herkes böyle ayakta mı geçiriyor, hiç ağır hasta yok mu?" diyecektim ki, sedyeyle gelen oldu, acil işleme aldılar, sonra başkaları, anladım. Durumu ağır olanlar direkt işlem görüyorlardı. Sırada bekleyenlerin tamamı covid şüphelileri ve ayakta durabilenler olmalıydı. Bu mantık yürütme, azıcık teselli etse de, tehlikeyi, vahameti, tedirginliğimi azaltmıyordu.
Numaram okundu, bir hole geçiyoruz, açık havalı bir hol değil, tamamen kapalı, etrafında odalar var; muayene odaları, acil odalar, bir de kan alma odası. Holün ortasında masa başında bir görevli var, her odada bir kişi çalışıyor. Bu dar alan çalışanları, beynimin bir bölümünden, tertemiz, güleç bir geçiş yapıyorlar, temizlikçi, doktor, güvenlikçi, hemşire, sekreter, kan alanlar ve daha niceleri, gerçek emekçiler, bilmedikleri bu virüse karşı sağlığımız için, insanlığın sağlıklı geleceği için mücadele ediyorlar. En çok da, hastayla yakın temas zorunda olan doktorlar ve hemşirelerin resimleri beynime işleniyor. Her doktor bir hastayla konuşuyor odasında, kapı önlerinde bir ve iki bekleyen var, yeni gelen bizler odalara dağılıp sıraya giriyoruz oda kapılarının önlerinde.
Holdeki bekleyiş, belirsiz ve tehlikeli olma halini, endişeleri arttırıyor.
İçerde doktora hikayemi anlatıyorum, mide bulantısı, halsizlik, boğaz kuruması, gittiğim hastane, doktorun test yaptırma önerisi. "Test yaptıralım, sekreterden barkod al" diyor güleç ve sevimli, teşekkür ediyorum, odadan çıkıyorum. Holdeki masa tüm holdeki odalara sekreterlik yapıyor, ayrı bir barkod alıp, testin yapılacağı bölüme geçiyorum. Bu bölümde sıra yavaş hareket ediyor, insanlar daha tedirgin ve yorgun görünüyorlar; çömelenler var, duvara yaslananlar.
Belirsizlikte ve tehlike hissedilen ortamlarda, bekleme zamanları geçmek bilmez, uzar, çekilmez olur. Eşim arıyor sık sık, tedirginliği artmış, gizlemeye çalışıyor; insan, sabır yeteneğini işliyor hücrelerine, zamanı normale döndürmek için, "Bitmek üzere; sıram geliyor" diyorum, sabrımı artırarak.
Bu belirsiz ve tehlikeli bekleyişler her seferinde beynimi kaşıyor. Her çıkanın yerine bir başkası geliyor, pandemi var oldukça sonu gelmez bir sirkülasyonun devam edeceğini düşünüyorum.
Ya burada çalışanlar, sağlık çalışanları, doktorlar, hemşireler?
Tamamı, bu belirsiz, tehlikeli, endişeli ortamda ve zamanda kalmak, virüsle yakın yaşamak zorundadırlar. Onlar için sirkülasyon yok, yerlerine başkaları gelmiyor gelemiyor. Hasta veya şüpheli var oldukça, onlar için şüphe ve tehlike devam edecek, hep var olacak. Huzursuzluğum artıyor, anneleri, babaları, eşleri, sevgilileri, çocukları arkadaşları "Kalk gel ordan!" diyemeyecekler, endişeleri korkuları hep katlanarak artacak. Korkuyorum, ürperiyorum. Duvarlar bana doğru geliyor, koridor daralıyor, tavan alçalıyor. Aman Allahım.
Sıra bana geliyor, içerdeyim, kimlik numarası kayıt, benden öncekinin cam bölmelerden çıkışını bekliyorum, çıkıyor, cam kapılar kapanıyor. İçerdeki özel koruma giysili, maskeli, siperlikli görevli, gel diye işaret ediyor, birinci sensörlü kapı açılıyor, ara bölmeye geçiyorum. İkinci bir cam kapı kapalı, gel işareti, sensörlü cam kapı açılıyor, içerdeyim, kendisine doğru gidiyorum, bir cam bölmenin arkasında, ayakta, sevimli bir tonla ismimi söylüyor, onaylıyorum. "Ağzınızı açın", açıyorum, uzun bir çubuğu ağzımdan boğazıma doğru indiriyor. "Dilinizi çıkarın", çıkarıyorum, çubuk daha aşağılara iniyor, derinlerde bir yerlere değdiğinde, bir refleksim oluyor, işinin ciddiyetini koruyor, çubuğu dışarı alıyor, "Bir sorun yok değil mi?" diye soruyor. İçimde bir mahcubiyet, memnuniyet ve minnettarlık var, olabildiğince uysal olmak ve işini kolaylaştırmak istiyorum, "Hayır" diyorum, "Şimdi burnunuzdan alacağım" diyor, burnumdan numune alıyor. Sesinin sıcak ve samimi tonunu arttırarak "Geçmiş olsun" diyor, eziliyorum, tüm içtenliğimi, saygımı doldurduğum teşekkür zayıf kalıyor.
Çıkarken kayıt alan, "Geçmiş olsun, sonuç yarın belli olur, e-nabız üzerinden görebilirsiniz ayrıca sizi ararlar" diyor, başımı eğerek selamlıyorum, duygularımla doldurduğum teşekkürle birlikte, yaptıklarının karşılığı olamayacağını bile bile. Buraya gelen her şahıs, bu emekçiler için bir yük, bir endişe, bir tehlike, onlardan biri olarak, mahcubiyetim üstümde, çıkıyorum.
Ertesi gün aranıyorum, "Sabih Bey, covid testiniz pozitif, öncelikle geçmiş olsun, ilaçlarınız gelecek, 14 günlük karantina döneminiz başlıyor, önemli bir şey olmazsa evde tedavi göreceksiniz, kendinizi eşinizden ve ailenizden..."
Bir bomba patladı beynimde, beynim bölüm bölüm, paramparça, her parça bir başka yöne, çok yavaş dağılıyorlar; Ciğerim, bir nefes alışıyla bütün camları vakkumladı, camlar param parça, parçalar, bana yöneliyorlar, ciğerimi hedeflemişler, dolduracaklar.
Haaayııırrrr.
Beynimin parçaları irkilip duruyorlar havada, geri bana dönüyorlar, bir anlık bekleyişten sonra hızla, kafamın içinde toplanıp, beynimi yeniden sağlıklı bir şekilde oluşturuyorlar; Cam parçaları duraklıyorlar önce, geri dönüp, hızla yerlerine yerleşiyorlar.
Ne beynimde patlama, ne ciğerimin vakkumlayan nefesi; direneceğiz. İnsanın insan dayanışmasıyla virüsü yeneceğiz.
*Avukat, Batman Barosu eski Başkanı