Evimin bir odasında karantinadayım

Evimin bir odasında karantinadayım
Etrafıma bakınıyorum, bir insan bile yok, kendimi arıyorum, göremiyorum; susuzluktan ağzım, boğazım kurumuş; korkuyorum.

Sabih ATAÇ*


"Sabih Bey, Covid testinizin sonucu pozitif, öncelikle geçmiş olsun…" 

Sonrasında, telefondaki sesi anlayabileceğim frekansta değilim; sözcükler ve cümleler aralıksız, birleşik, tek tonda gibiler, bağım kopmuş. "Test pozitif"in manasını biliyordum ve sadece o aklıma çengel gibi asılı kalmıştı.

Anlamlandırmayı düşünmeye başladığım anda, bir bomba patladı kafamda. Ciğerim derin bir nefes almak isterken binaları sarsıyor, bütün camları vakkumluyor, camlar paramparça, parçaların hedefi bedenim, ortada kalakalmış bana yöneliyorlar, ciğerime doluşacaklar.

Aynur, eşim, diyor: "Belirtilerin az, hafif atlatacaksın merak etme, şimdi rahat edeceğin bir oda seç." Gözleri, hüzünlü sevgi topları, vuruluyorum. Kanım beyaz, donuk, bir damlası bile akmıyor. Ahhh be benim günahsızım, masumum; hissediyordun, biliyordun ki bana Batman dönüşümde demiştin, "Dikkatli olalım, sarılmayalım, bir süre de ayrı odalarda yatalım, herkes mesafeyi korusun" demiştin. Aramızda mesafe oluşturmana alınmıştım be gülüm. Şimdi nefesimden, içimdeki illetten nasıl koruyacaksın kendini, çocukları? Nasıl dayanacaksınız virüs vurgunu ciğerime? Çaban, mücadelen yetecek mi?  

"Sen en rahat edeceğin yeri söyle, atlatacağız, evimizde öldüreceğiz bu melaneti." Bu güç, bu güven, bu direnç tenimin her yanından içime akıyor, o hüzünlü gülüş, bir bahar soluğu oluverip bana doğru esiyor; aşk dolanıyor etrafımda, sarmalıyor beni. Beynimin dağılan parçaları mahcup şimdi, enerjilerini yüklenip usulca bana geri dönüyorlar, kafamdaki yerlerini alıp beynimi yeniden oluşturuyorlar.  

O hüzünlü gülüşü sevince dönüştürmek uğruna beynim, kuvvetim, inancım, direncim bana gelin, beni sarın, içime dolun, her zamankinden daha fazla ihtiyacım var size.

Acımı, hüznümü, sönmüşlüğümü perdeleyerek gülümsemeye çalışıyorum.

***

Çankaya İl Sağlık Müdürlüğünden arıyorlar, evde kaç kişi olduğumuzu soruyorlar, "Ekibimiz gelecek, sizlere gerekli bilgi ve desteği verecekler" diyorlar. 

Akşama kadar kimseler gelmeyince, dostumu aradım, "Kardeşimin numarasını göndereceğim, yoldadır, eve yarım saat sonra varmış olacak, kendin görüş" diyor. "Ben Sabih, Prof. İbrahim Bey’le görüşecektim." "Benim Sabih Abe, ağabeyim anlattı." Moralim düzeliyor, güç kuvvet alıyorum, anlatıyorum da anlatıyorum artık. Sabırla dinliyor hepsini, tane tane, berrak, sade ve güven yayan bir adapla cevaplıyor, sonunda da, "Semptomlarından ve anlattıklarından hareketle söylüyorum, durumun iyi. Rahat ol, ama çok daha fazla da dikkatli ol, yarın öğleye kadar ilaçların gelmezse git kendin al ve tekrar görüşürüz" diyor.   

Dostluk dağlarının zirvelerinden gelen bu desteğin, bilimin ve emeğin Corona’ya karşı geliştirdiği son tavsiyeler, taze serin oksijen solukları olup odama doluşuyor. Yine de şen yuvamızın suskunluğunu almaya, üzüntüsünü dağıtmaya, korkusunu yok etmeye yetmiyor. 

Aynur ve oğlum Robin, ayrı odalarda, durmadan öksürüyorlar, dişlerini geçirmeye çalışan virüslerle boğuşuyorlar, canlarım direniyorlar. Ben duymayayım diye çığlıkları sessiz, haykırmalarını görüyorum, odam demir parmaklıklarla çevrili, dışına çıkamıyorum, avazım çıktığı kadar bağırıyorum, göğsümü yarıp, ciğerimi gösteriyorum, meydan okuyorum melanetlere. Bu sayede Aynur’dan Robin’den vazgeçip, uçuşup nefesime doluyorlar, ciğerime akıyorlar. 

Dışarıya hiçbirini bırakmadan içime hapsediyorum, odaya kapatıyorum. 

İyi uyumuşum.

***

Sabah vaktinde Çankaya İlçe Sağlık Müdürlüğünden aradılar, durumumu sordular, iyi olduğumu söyledim. Kısa bir süre sonra tekrar arayıp, yüksek tansiyonum nedeniyle, Şehir Hastanesine uğrayıp kayıt yaptırmamı, muayene olmamı, ilaçlarımı almamı istediler. Arabamın olup olmadığını, rahatça kullanıp kullanamayacağımı sordular, "Var rahat kullanırım, ama sorun olmaz mı?" diye sordum, "Olmaz" diyorlar. Bu cevap beni tedirgin etse de insan sağlığı için mücadele eden sağlıkçılarla tartışmanın, zamanlarını almanın zamanı değil. Arabamın plakasını verdim, gittim, muayene oldum, ilaçlarımı aldım evime geri geldim, odama kapandım.

Dr. İbrahim dostum, adım adım yapacaklarımı telefonda anlattı. Sorduklarımı cevapladı, ilaçların durumunu, haklarındaki tartışmaları anlattı, almam gerektiğine ikna etti. Favimol diye bir hap, ilk gün sabah-akşam 8’er tane alınacak, sonraları sabah-akşam 3’er. Plaquenil ise sabah-akşam 1’er tane. Not ediyorum bunları. Sonra Google'dan baktım, bu ikincisi sıtma tedavisi ve başka birçok durumda kullanılıyormuş.

İlaçlarımı aldım, sabah 8 hap birden. Aynur vitamin takviyesi yaptı, başladı sabah C, öğlen D, akşam yine C vitamini. Zencefilli karabiberli yoğurt, pancar, lahana salatası, gibi direnç artıran yemekler, sık sık ballı kekik çayı. 

Batman’ı aradım, herkes iyiyiz dediler, bir sorun yoktu, testimin pozitif çıktığını ve durumun iyi olduğunu, merak etmemelerini söyledim. 

Akşam 8 adet hapı isteksiz, fakat gerekli diye aldım; midem savaş alanı gibi, beynim çok algılamıyor, dost telefonlarından yoruluyorum, uzanıp uyumak istiyorum. Belediye otobüsüne bindim, şoför dahil herkes bana bakıyor, göz bebekleri korkudan büyümüş hepsinin, bende bir şey mi var? Üstüme bakınıyorum. Öksürüyorum aniden, yüzümdeki maskemin kenarlarından virüsler etrafa saldırıyor, evine, işine giden yorgunlara, çaresizlere bulaştırıyorum. "Hastaneye ilaç almaya gidiyorum, mecburum", hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Robin maskeli, asansöre binecek, eve gelecek, kalabalıklar engel oluyor; komşularımız değil, tanımıyorum onları; delikanlı aralarında çırpınıp duruyor. Yardıma gitmek istiyorum, diz bağlarımın hiçbiri yok, kemiklerimi üst üste oturtarak bacaklarıma dayanmaya çalışıyorum. Kemiklerim çatır çatır kırılıyorlar, boğuşuyor canım, asansörün kapısına ulaşmaya çalışıyor, engelliyorlar, itiş kalkış, uyanıyorum. 

Aynur odama yakın salonda uyuyor, "Robin geldi mi?" diyorum, "Evde" diyor, rahatlıyorum, uyuyorum. 

Güneşin ışınları günü altın sarısıyla kaplamış, biçilmeyi bekleyen başaklar hafif rüzgarda dans ediyorlar hep birden, bir sağa bir sola, sonra başka yöne, hareketleri ahenk içinde; hava sıcak, başaklar biçilmeyi bekliyor; koyunlar, kuzular, keçiler meleşiyor, boyunlarındaki çanların sesini duyuyorum; Berivanların süt sağma vakti mi?  

Etrafıma bakınıyorum, bir insan bile yok, kendimi arıyorum, göremiyorum; susuzluktan ağzım, boğazım kurumuş; korkuyorum.

Sonra, Aynur’un "Günaydın" sesini duyuyorum. Güneş doğuya bakan pencereden odama dolmuş, odanın güneş almış duvarı tam karşımda. Canlı, sapsarı başak tarlası, perdenin küçük bir parçasının gölgesi oynuyor duvarda, dışarıda sabah yürüyüşü yapanların konuşmaları duyuluyor, Aynur’un kapıya bıraktığı limonlu su bardağı enerji dolu, yaşam sevinci dolu. 

Tereyağı sürülmüş tost, haşlanmış yumurta, zeytin, peynir, domates, salatalık ve taze semizotundan oluşan, süslenmiş kahvaltı tepsisini sehpanın üstüne koymuş Aynur, tatlarını ala ala, sindire sindire yiyorum.  Plastik tabak, çatal ve kaşığı çöp poşetine doldurup ağzını bağladıktan sonra, kapımın önüne koydukları çöp torbasına atıyorum, Aynur asıl torbanın ağzını bağlayıp götürüyor.

***

Batman’da babam, kendisiyle kalan kardeşlerim test yaptırmışlar. Babamla iki kız kardeşimin testleri pozitif. Babam yaşlı, 86 yaşlarında, ayağa kalkamıyor artık, kasları kemikleri zayıflamış, yatağında uzanarak geçiriyor ömrünü; kız kardeşlerim bakıyor ona. Testi pozitif çıkan kardeşlerimden biri yüksek tansiyon ve şeker hastası, İzmir’den gitmiş Batman’a, korku sarıyor beni. 

Kardeşlerimden biri telefonda, "Ateş, öksürük ve halsizlik bayramın birinci gününden başlamıştı. Sonra hepsi de geçti, ağır bir durumları olmadığından şüphelenmemiştik, yani bugün 11-12. gün, sanırım atlatmışlardır" diyerek bana teselli veriyor ama ağlıyor. 

Aynur, kapının arkasına sandalyesini atmış, benimle sohbet ediyor, teselli ediyor. "Bu hastalıkta 10-12 gün geçip ağırlaşmadıysa, direnciyle virüsü yenip iyileşiyor vücut, merak etme hep beraber atlatacağız."  Yüz ifadesi ciddi ve samimi, güveniyorum. Babamı soruyorum İbrahim dostuma, "Anlattığın kadarıyla, babanın bedeninde bir eksiklik yok, sen ve şeker hastası kardeşin dikkat edin" diyor, hep beraber içimi serinletiyorlar.   

***

Çok fazla cenaze kaldırılıyordu Batman’da. Mezarlıklarda mahşeri kalabalıklar.

Ahhh babam benim, ömrünü ailesi için çalışarak geçirmiş, emekçi adam. Etrafındaki yoksullara, mağdurlara destek vermeyi borç bilmiş, harama gayri meşruya dokunmamış, dokundurtmamış, hiçbir haksızlığı kabul etmemiş, Allah’tan başkasına boyun eğmemiş, cesaretin, inancın büyüttüğü küçük adam, nerelerdesin? Görün bana, seni bulamıyorum, kaybettim, babam, babam, babam… 

Doğan gün uyandırıyor beni. Aynur kahvaltı hazırlamış, Günaydını sıcacık.

Yıkık harabe bir gün. Dostlar arıyor, iyi dileklerini iletiyorlar. 

Babamlardan iyi haberler geliyor, görüntülü görüşüyorum, bir sorunları yok, iyi görünüyorlar. 

Aynur durmadan iş yapıyor, evi temizliyor, gün boyunca bana yemek, yiyecek, vitamin hazırlıyor, çocuklarla ilgileniyor. Kendisine bir şey olacak diye ürperiyorum, soruyorum, iyiyim diyor.

***

İlaçlarımın 4. gecesindeyim, haplarımı aldım. İçimde, midemde, ciğerimde, bir hareketlenmeler, kıpırdamalar olmakta. Birtakım şeylerin mağlubiyeti kabullenip vücudumu terk ettiklerini hissediyorum; sanki daha hafif, daha sağlıklıyım. Gök, alacakaranlıkta, gitmeye hazırlanan yıldızlarla dolu; bir kaybolup bir görünürlerken, gülücüklerle "Artık yüzün gülebilir, gitme vaktimiz geldi" diyorlar. Bir yaz akşamında, tahtta, damda uyanıvermiş, yıldızların altında uzanıyorum; çekip gidecek yıldızlarla konuşmak istiyor, yapamıyor, sadece gülümsüyorum.  Ama bu yaz gecesi niye böylesine serin ki? 

Ankara sabahları, yaz aylarında bile serin ve hatta soğuk olur, üstümdeki battaniye kaymış, üstümü örterken penceremden gitmekte olan yıldızlara gülümsedim. 

***

Aynur’un günaydın sesi. Gün ışığının odamın duvarına resmettiği altun sarısı başak tarlaları. Rüzgarla dalgalanan perde gölgesinin onları dans ettirmesi. Kaybolmadan önce penceremden benimle vedalaşan yıldızların güzelliği. Kâh yanı başımda bir gerçek, kâh uzaklardan bir umut; hepsi el ele verip ortak bir direnç yaratıyor, hayat aşılıyorlar bana. Etrafımda oluşturulan bu direnç ve hissettirilen bu yaşam arzusu, içimdeki virüsleri öldüre öldüre, gelecek müjdeliyorlar. 

Hücrelerimin tamamını iyi hissederek "Günaydın canım" diyorum, yataktan kalkıyorum, biraz hareket, derin nefesler; hafif öksürüğüm dışında olumsuz bir şeyim yok artık.

***

Dünyanın dört bir yanında halk, Corona hastalarıyla caddelerde, kaldırımlarda, balkonlarda, pencerelerde, coşku içinde, sarmaş dolaş, kol kola, el ele, beyaz mendiller sallanıyor, sağa sola. Doktorlar, hemşireler sağlık emekçileri, maskelerini çıkarmış, beyaz önlükleriyle, hastalarının, halkın sevinç çığlıkları arasında, derin nefesler alarak, oksijen, sağlık, insanlık soluyarak, sevdikleriyle, bekleyenleriyle buluşuyor, kucaklaşıyorlar. Pandemi hızında belirgin bir düşüş var, dünyanın hiçbir yerinde yeni vak’a, ölüm görülmüyor.

Bu insan dayanışmasını düşlerken, gözlerim doluyor, sinirlerim boşalıyor.

Karantina günlerim azalıyor, çok iyiyim, birkaç gün sonra yaptıracağım test sonucunu merak ediyorum yine de.

 

*Avukat, Batman Barosu eski başkanı

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar