Eylül

Yaşadığımız Eylüller sanki artık diğerlerinden farklı. Daha ağır, daha çökertici. Sevgiliden ayrılmanın umutlu hüznünden farklı..

Bu yazı 2018 yılı Eylül ayında yayınlanan "Eylül’le gelen" başlıklı yazımda yaptığım bir yanlışı düzeltmeme vesile olacak. Yazıda "Eylül’dü" isimli şiirin bir bölümünü paylaşırken şairinin Cemal Süreya olduğunu belirtmiştim. Çünkü şiir internetteki ilgili platformlarda Cemal Süreya şiiri olarak geçiyordu.

Söz konusu şiirin de yer aldığı deneme kitabımın taslağını editörüm incelerken bana Süreya’ya ait böyle bir şiir hatırlamadığını söyledi. Süreya’nın tüm kitaplarına bakınca gerçekten böyle bir şiiri olmadığını tespit ettik. Belki de eksik araştırdığımız için şairini bulamadığımız şiiri taslaktan çıkardık.

Nihayet kısa bir zaman önce "malumatfuruş" isimli internet sitesinde hatamızı bir kez daha gördük. Ama bu sefer şairini de öğrendik. Şiirin gerçek sahibi Zafer Akkaş’tı.

Akkaş, şiirinin kendi deyimiyle bir şiir tanrısı olan Cemal Süreya’ya yakıştırılmasını gurur verici bulduğunu söylüyor. Kalıcı olacak güzellikteki bu etkileyici şiiri paylaşmak istiyorum.

 

Eylül’dü.

Dalından kopan yaprakların

Sararan yanlarına yazdım adını

Sahte bir gülüşten ibarettin oysa

Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.

 

Eylül'dü.

Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız

Adımlarımızın kısalığı bundandı

Bundandı gözlerimin durgunluğu.

Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan,

Ellerin kadar ıssız,

Sen kadar zamansız molalar veriyordum

Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.

 

Eylül'dü.

İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin,

Şimdi yoktu bir anlamı suskunluğun.
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğin orta yerinde.

Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman

En çok sesini aradım.

Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hala.

Gözlerini sildi zaman..
Dedim ya…

 

Eylül'dü.

Savruluşu bundandı kimsesizliğimin..

Eylül ayı başlayınca beklenen son bir bahardır. Sürüklenen yaprakların hışırtıları gelmekte olan güzün ezgisidir. Özdemir Asaf’’ın sararan yaprakları umudu diri tutar.:

 

"Öyle bir ilkyaz ol ki korkut yaprakları

Öyle bir son yaz ol ki tut yaprakları,

Sararıp dökülürken güz rüzgârlarında

Ardında savrulsunlar, unut yaprakları.

Sevinçlerinde onlar vardı, hüzünlerinde onlar

Seninle yeşerdiler, seninle soldular

Olsunlar senden sonra da umut yaprakları"…

 

Yaşadığımız ailenin, çevrenin, ülkenin ve dünyanın ağır yükü… Sanki büyük bir kafes bizi çevrelemekte. Kafesin dışına çıkarak bir masal, bir şiir ya da bir resim ülkesine bir süreliğine göç etmek... Ruhunu kirlerinden arındırmaya, deruni yaraları onarmaya çalışmak...

Zaman zaman yorulduğumuzda birlikte gideceğimiz bir şiir ülkesi olmalı. Şairleri ölmeyen bir ülkede demet demet, renk renk şiirler derlemek. Sonra dönüp yaralı ruhlara şifa dağıtmak.

 

Nabi, hazana bir görmüş geçirmişlikle yaklaşır:

 

"Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz. Biz neşatın da gamın da rüzgârın görmüşüz."

(Biz bu dünya bağının hem hazanını hem baharını görmüşüz, biz sevincin de kederin de zamanını görmüşüz.)

 

Yahya Kemal "Hazan Bahçeleri" şiirinde hüznü hazanda bulur:

 

"Kalbim yine üzgün, seni andım da derinden

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden

Yorgun ve kırılmış gibi en ince yerinden

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden."

 

Ahmet Haşim "Bülbül" isimli şiirinde gamlı hazanın seherindedir:

 

"Bir gamlı hazânın seherinde

Isrâra ne hâcet yine bülbül?

Bil, kalbimizin bahçelerinde

Cân verdi senin söylediğin gül."

 

Hazanın kucağındaki hüzün... Hilmi Yavuz’un şiirinde söylediği gibi:

 

"Hüzün ki en çok yakışandır bize"

Mazi bir yangının içinden çıkıp gelir. Bir başka Eylül’e doğru yol alırken, geçmiş yaşayamadıklarımızı hatırlatır. Eylül Sıkıntısı isimli şiirimde duyumsadığım gibi.

 

Eylül’dü gelen

kederli bir yalnızlıkla

Hüzün saçlarımızı okşayacaktı

yapraklarla yıkanırken

Sarı sisli akşamlarda

evlerimizi kaybedecektik

Ayazlarda yalın ayak yıldızlarla sevişecektik

 

Eylüldü gelen

kederli bir umutla

Çocuk duygularımızla büyüyecektik

sancılı

Yarım şarkılar söyleyecektik

sessiz bir ıslaklıkla üşürken

Ürkek güvercin misali bakışların

tedirgin bir maviliğe sığınacaktı

 

Eylüldü gelen

çabucak vazgeçtiğin

Bıraktığın bendim

bir başka eylüle giden

 

Eylül hem çekici, hem kahredici, hem şehvetli, hem ürperticidir. Ahmet Altan Eylül’e nasıl aktığını şöyle anlatır:

 

"Ben eylüle akarım

Bir hüzün gibi akarım ben eylüle, kanayan bir aşk gibi,

siyah şallara bürünmüş, genç bir ölüm gibi akarım.

Sevişerek, ağlayarak ve ölerek akarım ben eylüle. "

 

Ve Altan’a göre Eylül’de her şey zordur, her şey korkutur ve her şey beklenir:

 

"Eylülde aşk, eylülde acı, eylülde yalnızlık zordur, Ölüm kıvırcık saçlarını hayatın göğsüne dokundurur.

Aşkı ve ölümü ben hep bu ayda beklerim.

Nasıl da mahzun ve nasıl da tehditkârdır.

Ben eylülde bütün aşklardan ve kadınlardan korkarım."

 

Zaman, mutluluğun bedelini istemektedir. Kısa mutlulukların ardından üzüntü gelecektir. Hayatın döngüsü budur.

 

Aşk, sevgi, dostluk, vuslat, ayrılık, özlem. İnsanı var eden bu duygular bizden ne kadar uzak. İnsan olarak anlamımızı kaybettik. Siyasetçisi, bürokratı, askeri, sivili, kadını, erkeği nasıl savrulduk? İçimiz yaşatmanın coşkusuyla yeşereceğine, öldürmenin vahşetiyle kurudu. Ne gelen baharlar içimizde çiçek açtırıyor, ne gelen Eylüller ile umutlu bir hüznü yaşıyoruz.

Ölümlere, yıkımlara neden olan savaş kararını alanlar, insanı var eden sevgiyi unutmuş, egolarının, hırslarının tuzağında yok oluyorlar. Ama onlar yok olurken bizim bütün mutluluk çabalarımızı, umutlu beklentilerimizi, sevme ve sevilme arzularımızı örseleyip yaralıyorlar. Yaralı yüreklerimizi korkulara tutsak ediyorlar.

"Öldür, konuşturma, sustur, yakala, tutukla" emirlerini verenler içlerine dönüp bakabilme yürekliliğini gösterebilirler mi? Ne kaldı içlerinde? Kimlere ne kadar zarar verdiler ve vermeye devam ediyorlar? İçlerinde sevgiyle öten bir bülbül kaldı mı? Bir gülü sevmenin mutluluğunu, bir gülden ayrılışın acısını duyumsayabilirler mi?

Genç insanların ölümleri, yuvaları yıkılan insanların acıları hangi duyguyla meşrulaştırılabilir? Şiddet sevgisizlik demek. Medeniyet kaybı demek. Hayatın bir armağan gibi yaşanmasına karşı çıkmak, aşkın ve sevginin mucizesini inkâr etmek demek.

Ruhlarımız körleşerek korku, acı, öfke, hırs ve intikam duygularına teslim oldu. Yalancı baharlarla kandırıldık. Şiddetle, ölümle, tahakkümle, yolsuzlukla kirlendik. Ruhumuzu nasıl arındıracağız? Hangi sağanak, hangi gökkuşağı buna yeter.

Yaşadığımız Eylüller sanki artık diğerlerinden farklı. Daha ağır, daha çökertici. Sevgiliden ayrılmanın umutlu hüznünden farklı.

Eylüllerde artık zulüm, baskı, tutsaklık, adaletsizlik, ölüm ve şiddet var. Ama bir başka Eylül’ün de umudu var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi