İşte Reis İstanbul

RTE İstanbul Yenikapı’da denizden kazanılan arazide düzenlenen mitingde seçime bir hafta kala, hayli duygusal bir konuşma yaptı. Bu arada İstanbul’a olan aşkını dile getirdi.*

RTE’nin yaptığı seçim gösterisi, bana TC’nin 2. Cumhurbaşkanı, "Ebedi Şef"ten sonra "Milli Şeflik" makamına yükselen İsmet İnönü’nün tek parti rejimini sonlandıran 14 Mayıs 1950 seçimlerinden 5 gün önce yaptığı muhteşem mitingi hatırlattı.

Milli Şef, Millete "demokrasi" lütfunda bulunmuş, sosyalist partiler dışında (o zaman demek % 10 barajı diye bir şey akıllarına gelmemiş) partiler kurulmasına izin vermişti. Millet de elbette bu lütfa teşekkür edip, yine de onu seçecekti.

Seçim zaferinden sonra, bu sefer "demokrasi" kahramanı olarak, Gezi Parkı'ndan Taksim alanına inen merdivenlerin tepesine at sırtında bir heykeli dikilecekti. Kaidesi seçim sonuçları bile beklenmeden konulmuştu. Seçim zaferinden sonra dikilmesi planlanmıştı. Zavallı heykel 10 küsür yıl bir depoda mahsur kaldı.

Öte yandan, kente bir mühür daha vurmak üzere, bir Opera binasının inşası da başlamıştı. DP bu inşaatı durdurdu. Ancak 1969’da açılabildi, Kızılay’ın 100. yılı vesilesiyle düzenlenen uluslararası Kızıl Haç Kongresi sayesinde. Bir iki yıl sonra "derin" bir yangına kurban gitti. Tam da A. Miller’in "Cadı Kazanı" adlı, Sebahattin Eyüboğlu’nun tercüme ettiği oyun oynanırken. (12 Marttan sonra da Eyüboğlu, bir başka cadı kazanının kurbanı olacaktı.)

Dolmbahçe Sarayının tiyatrosu kurban edilerek, Maçka’ya doğru yükselen vadinin tam dibine İnönü Stadyumu yapılmıştı.

Evlerinden birinin bulunduğu Maçka semti son derece Avrupai bir tarzda düzenlenmiş, evin önünden asma bir yol yapılmış, aşağıdaki park alanı enfes bir biçimde düzenlenmişti.

İktidara doyumsuzluk, gitmeyi bilmemek RTE ile başlamış yeni bir semptom değil. 2023’de RTE’nin İslam Cumhuriyetine dönüştürmeyi hayal ettiği Cumhuriyetin en başından beri tanık olduğumuz bir tutku.

Cumhuriyetin ilanı bile 1923’de adeta bir darbe gibi, tepeden inme gerçekleşti. Tek Adam’lık o zaman başladı.

Elbette, Ermenistan’dan sonra Yunanistan karşısında bir zafer kazanılmıştı (İngiltere, Fransa, İtalya karşısında ancak diplomatik bir başarıdan söz edilebilir). Ama Cumhuriyet’ten önceki Meclis’in daha demokratik olduğunu, içinde Halk İştirakiyun (Komünist) Partisinin bile bulunduğunu, Mim Kemal’in istemine karşın Onun adayına değil, HİP’den Dr. Nazım Beyi içişleri bakanı seçtiğini hatırlatalım. Hemen ardından istifa ettirilse bile. Ebedi Şef, Büyük Taarruzdan sonra Milletin ona teşekkürle yükümlü olduğuna inanıyordu. Ama Millet onun fırkasına değil, başkasına eğilim gösterince, 1925 Kürt başkaldırısı bahane edilerek, hemen OHAL’e hemen tek parti rejimine dönüldü.

Oysa 2. Dünya Savaşı zaferinden sonra, İngiliz halkı, Muzaffer Churchill’e "Thank you" deyip, İşçi Partisi lideri Attle’yi başa geçirmişti. Bu bizde mümkün olmadı. Zaferin rantını kim yiyecek kavgası başladı.

Milli Şef, 1930’da da hadi bir deneyelim deyip, bir adamına kendisine sadık "muhalif" parti kurdurup (resmi komünist parti kurduran zihniyet neden resmi liberal parti kurdurmasın) bir denemede bulununca, hain "millet" yine ona ihanet etmesin mi? Hadi alelacele yine parti kapat işin yoksa!

Seçimden bir yıl önce Milli Şef, bütün muhalif partilerin polis takibine alınması talimatı verince, İstanbul Valisi Lütfi Kırdar ve aralarında babamın da bulunduğu İstanbul kaymakamları "hayır" deyince, hepsi sürgün edilmişti.

Halkımızca "Deli doktoru" diye anılan, Ord. Prof. Dr. (aman tirtlerini eksik yazmayalım) Fahrettin Kerim Gökay İstanbul valisi yapılmıştı. "Mini mini Valimiz". Duvarlarda ise, bir el işareti vardı: "Artık Yeter!"

Muhteşem kalabalıktan hoşnut olan Prof. FKG, Milli Şef’e döndü ve gururla "İşte İstanbul Paşam!" dedi. Ve seçimden sonra taraf değiştirip Vali kaldı, 6-7 Eylül pogromu da onun döneminde yaşandı.

DP, o zamanki anti demokratik seçim sisteminden dolayı, bütün İstanbul milletvekillerini kazanmıştı. DP’nin İstanbul’u almasının nedeni ise, listesinde Gayri Müslimlere, yani Müslüman olmayanlara yer vermesiydi. 6-7 Eylül pogromunun yaşanmasının örtülü nedenlerinden biri de buydu. 

27 Mayıs darbesinden sonra, Sağlık Bakanı Lütfi Kırdar Yassıada’da ölecekti. Yediği dayaklar sonucu ölenlerden biri de Dr. Zakar Tarver’di. Meclise bir Ermeni milletvekillerinin girebilmesi için 2015 Haziran seçimlerini beklemek gerekecekti.

Şimdi de bana RTE’nin kalabalık İstanbul mitingi umut veriyor, "gidici" diye. Artık, halkımız da 1945’de "hayinlik" yapan İngiliz halkı düzeyine gelsin artık! 'Artık YETER!' desin.
Zavallı millet nerden bilsin, aynı kafanın B-takımını seçtiğini! 10 yıl sonra Dersim kasabı Bayar’dı bu kez, illa ki koltuğu terk etmem deyip, 1960 darbesine yol açan.
1949 yılında eğer İsmet gitmezse darbe ile götürmek üzere oluşan ilk cunta ekibi, 11 yıl sonra "gitmem" diye direnen, Vatan Cepheleri kuran Bayar’a karşı darbe yaptı.
Cumhuriyetin kurucusu Ebedi Şef bile 1923-38 arası 15 yıl iktidarda kaldı. Milli Şef 1938-50 arası 12 yıl. Erken seçim yapılsa, Bayar 10 yıl kalmış olacaktı. Bir tek kıçı koltuğa yapışan Demirel inişli çıkışlı 6+2+0.5+9, yani 17 buçuk yıl iktidarda kaldı. Vatan Cephesinden sonra, Milliyetçi Cepheler ile toplumu kutupsallaştırma siyasetini, RTE’den önce uygulayan Süleyman Demirel oldu. Bunun bedeli ise, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri ve 28 Şubat darbesi oldu.

Ve erki ele alışının 16. Yılında, bakalım daha nelere tanık olacağız? Ne demişler: Ders alınmayan tarih tekrarlanır.



27 Kasım 1970, 12 Marta 4 ay kala İstanbul Kültür Sarayı alevler içinde

 27 Kasım 1970, 12 Marta 4 ay kala İstanbul Kültür Sarayı alevler içinde*. İstanbul’a olan bu aşkın niteliğini, Sosyal Demokratların, CHP’nin salaklığı nedeniyle % 25 oyla kaptığı belediye başkanlığı sırasında İstanbul’un gerçek kültür mirasını bize ilk kazandıran öncülerden Çelik Gülersoy’a yaptıkları göstermektedir. Bunun için Ekşi Sözlük’ten bir alıntı yapalım: "Çelik Gülersoy, ömrünü, aşık olduğu istanbul’u güzelleştirmek için adamış ancak dönemin büyükşehir belediye başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gazabına uğrayarak gözü açık gitmiştir. 

Yıllarca barakalarda hizmet veren Kapıkule sınır kapısı'nı yeni baştan inşa eden, Yıldız Parkı’nı, Çamlıca Tepesi’ni bugünkü haline getiren, Malta Köşkü'nü, Emirgan’daki Pembe Köşk’ü, Topkapı Sarayı’na sırtını dayayan Yeşil Ev'i ve Soğukçeşme Sokağı’nı, aynı sokaktaki Bizans Sarnıcını, ayrıca Kariye oteli’ni, Hıdiv Kasrı’nı ve her gün önünden geçtiğimiz kim bilir kaç eseri restore edip kurtaran hep aynı kurumdur: türkiye turing ve otomobil kurumu yani Çelik Gülersoy!

Mülkiyeti belediyeye ait olan ancak çoğu harap haldeki eseri alan turing, bunları restore ederek işletiyor ve yeni projeler için kaynak yaratıyordu. ancak 1994 yılı ortasında gelindiğinde işler tersine döndü. Belediye, kendi mülkleri olan Yıldız ve Emirgân Parkları ile köşklerinden, Çamlıca Tepesi’nden, Kariye Meydanı düzenlemesinden ve Hıdiv Kasrı’ndan çıkması için ihtarname çekti. Refah Partisi’nden aday olduğu günlerde Gülersoy’un fikirlerinden faydalanacağını dile getiren Tayyip Erdoğan, birden fikir değiştirmiş, Turing’in elinde ne var ne yoksa almıştır. sonrası ise malum..." 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi