Şimdi hangi penceremden, hangi sokağa baksam senin yakıldığını görüyordum…
Oysa ne çok emindim ruhumu bir sis gibi saran mutsuzluklarımdan…
Biliyor musun, karşı çıktığın hayat gibisin…
Dünya neden böyle bir yer? Geceleri sadece sigaramızla konuşacaksak, herkesten ve her şeyden şüphe ederek sürekli saklanarak yaşayacaksak neden buradayız?
Aramızda en çok kullandığımız kelime ayrılıktı… Ama ne zamandır ayrılık kelimesi bile bizim için anlamını çoktan kaybetmişti… Çünkü sözcüklerin anlamlarından daha çok sevmiştik birbirimizi.
Dalgaları aşmaya çabalarken kimsesiz gecelerinde, seviştikten sonra yaşadığın o tarifsiz, o derin hüznü düşündüm…
O koşullarda elinden en çok bu geliyordu onun… Öyküsünü bana emanet etmişti… Ve o öykünün içinde bütün insanlığın kurtuluşu gizliydi…
İnsan sevince bütün hayatlara aşina oluyor, engelleri yıkıyor. Bütün o eşsiz, o unutulmaz anlara konuk oluyor…
Anlamlar, duygular, yüzlerdeki öyküler, kanımızı coşturan anılarla beslenmiştik biz…
Evine gönderilen faturalara, makbuzlara bakarken kasılan kalbini, birilerinden borç para bulabilmek için telefon defterini heyecanlı bir kaygıyla karıştırmanı düşünüyorum.
İkimizin arasına giriyor bedenim, gençliğim, diriliğim… Seni tanımakta, anlamakta zorlanıyorum… Çünkü güzelliğim seni iki yüzlü bir köle yapıyor…
Yıllar sonra, çok sonra, sen içindeki kötülüğü dindirmeye uğraşırken, etrafının kötülükle tamamen çevrildiğini anlayacaktın…
Sevmekten korkanlar sonsuza dek Araf’ta asılı kalırmış. Orada asılı kalanları çoktan anladım. Çoktan anladım, benim bir günüm Araf’ta ki o sonsuzluğa eşdeğermiş…
Uzağa, istediğim uzaklara gitme şansım, ancak yanında olursam mümkündü.
Bazen aşk gider. Ve adresi değişir evinin. Sesinin tonu değişir. Yüzünün rengi...
Tatil yeri tıpkı terk ettiğin şehir gibidir. Kurtulmak ve umut etmek için uzandığın ellerin, hep bir başka imkânsızlığa, bir başka umutsuzluğa çarpar.
Yolunu kaybedenler yollarını onca insan arasında gelip bize sorarlardı. Hastalar, yoksullar, acı çekenler, ayrılanlar bizden çare umarlardı…
Sonra bu faşist ülkeye, tutucu valilere, bu hoşgörüsüz insanlara dayanamadı Afife Jale… Artık morfin de yetmiyordu başağrılarını kesmeye…
İşte o andan itibaren kan simsiyah akmaya başlar. Buna Süveydâ, denir…
Ne zaman yaşamaya karar versem, dünyanın en umutsuz insanında durabiliyorum ancak…
Karalar korkuturdu beni. Evler ruhumu daraltır, kırgın ve gücenik anneler hayallerimi sınırlar, ışıksız odalar içimdeki şiiri öldürürdü…
Yanımdan geçen insanlara hasretle bakıyorum. Susuz kalmış gibi… Sevgiye ve anlamaya hasret kalmış gibi… Onları hem çok merak ediyorum, hem de tanımaktan korkuyorum.
Geceleri bile birlikte uyanıyorduk. Ben çok susuyordum o zamanlar. Varlığım susuyordu sanki. Yatağın yanı başında duran su şişesine saldırıyor, oradan kana kana su içiyordum…
Oysa içimiz bize çok muhtaçtı, hep susuzdu bize. Bir süre bizi bekledi. Sabretti. Sabrederken gözledi…
Ne zaman kalbime rağmen bir gece yaşasam anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış geliyor içimden…
Ne yapsam kendisinden kaçamayacağımı, daha önce kaçmaya birçok kez yeltenip başarılı olamadığımı hatırlatırdı.
Evet,ülkemizdeki edebiyat okurlarını derinden sarsan 'Ağır Roman'ın ilk sayfalarıydı halının altına konan.
Birlikte büyümüştük.Aynı düşün peşinde koşmuştuk.Şimdi onunla aynı yaştaydım.Benim de yaşım geçiyordu onun gibi.O kurtarmıştı kendini;ama ben onun gibi ‘’kurtulmak ‘’istemiyordum.
Anlaşılmasın diye o derin korkun, bilinmesin diye, derisiz oluşun yüzünden, kendini gizli bir kurguya hapsetmiştin bu yüzden…
Bitti artık, biliyor musun bitti, hiçbir şey yapmadan üzerinde egemenlik kurmak istediğiniz bu insanlar sizi sildiler kalplerinden sonsuza dek… Silsinler bence de…
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır. Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz.