Ömründen daha uzağa gidemezsin

Ne zaman kalbime rağmen bir gece yaşasam anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış geliyor içimden…

Yaşamakla ölmek arası bir yerdeyim… Güzel bir yerdeyim, iyi bir yerdeyim. Aşkı yıllardır hep dışarıda aramışım. Meğer aşk bendeymiş, içindeymiş.

Yaşamakla ölmek arası bir yerdeyim. Kimsenin bana bir şey yapamayacağı bir yerdeyim. İçimdeki delilikle aramda küçük bir pencere var yalnızca; sadece bir pencere bizi ayıran… İyi kalpli, sesiz bir pencere… Çok istesem aradan çekilebilecek bir pencere… Bu pencereden dokunuyor, bu pencereden öpüşüyoruz birbirimizle. Onu hiç unutmadım ben. O da beni… Bilerek yanlış yaşadım hep. Onu içimde, onu o pencerenin ardında hissederek yaşadım ne yaşadımsa. Bu hayatta gelişigüzel, öylesine, korkumdan hızlı hızlı konuştuğum ne varsa o tercüme etti hep… Sonra, gecenin en koyusunda, yalnızlığın en sahici saatlerinde, öleyim mi, bitireyim mi bu hayatı, diye hep ona sordum. Yanımda kimse yoktu. En sevdiklerim bile…

Ben bu hayata hiç inanmadım, bu yaşamışlığa… Ama inanmış gibi yaptığım anlar çok olmuştur. Oyunlara ve yalanlara ortak olduğum çok olmuştur. Gitmiş, görmüş ve yine kendime dönmüşümdür en sonunda. Kırdıysam en çok kendimi kırmışımdır. Yaşamak ağır ve sancılı bir hastalıktır. Dokunduğum herkes adına kendimi binlerce kez kırmışımdır. Bu kendimi sonsuza dek kırmam öğretti bana: Bu hayatta gidilecek çok yer yok… Nereye gitsem sonunda karşıma o ilk ağrım, o ilk duvar çıkıyor. Nereye gitsem sonunda ilk yarama dönüyorum. Anladım ki bana benden başka kurtuluş yok. Ne yapsam döndüğüm tek yer yine o eski kalbim. Bütün o oyunlardan bana kalan o en eski yadigar…

Ne kadar sevse de herkesin tükenip yorulduğu bir saat var. Ve herkesin bencil birer ömrü… İşte en çok o zaman hatırlarım o eski kalbimi. Onca insana kendimden öç alırcasına dağıttığım kalbimi o zaman hatırlarım. Çok sevdiğim bir yabancıyı hatırlar gibi… Mahcup bir özlemle çağırırım onu dağıttığım yerlerden, hayatlardan, yorgun ve bencil sevgilerden. Utanarak… Sanki kendi kalbimi geri çağırmak bir suçmuş gibi çağırırım. Kalbimdeki güzelliği ve soyluluğu her arzulayışımda karşıma Tanrı çıkar. Beni böyle eksik, böyle yarım, böyle susuz, böyle bir başına o bırakmıştır. Tanrı vardır ve benim bu sonsuzluğum ondandır.

Tanrı vardır ve Tanrı’nın yarattığı her şeye duyduğum susuzluk bundandır. Bu susuzluğu hissettiğim andan beridir hayattan korkmayı öğrendim. Kime dokunsam eksik, kirli, yanlış… Kime dokunsam Tanrı’ya sonsuz bir yakarış… Kime dokunsam o büyük kopuşun sancısına, kime dokunsam kendimdeki o ilk ağrıya dokunur gibiyim. Tanrı’yı unutmak, içimdeki aşkı unutmak gibidir bazen. Böyle zamanlarda kalkıp giden her şeyin peşine takılırım. Bütün zamanların, bütün trenlerin, bütün müjdelerin arkasından giderim. Farklı olmak adına, kendim olmak adına, herkes olmak adına koşarım giden her şeyin ardından. İçimdeki Tanrı’yı, içimdeki aşkı soluksuz, kimsesiz bırakarak koşar, giderim… Kendimi hatırlamamak için her anımı, her dakikamı tıka basa bu hayatla doldururum. İçimdeki aşkı, içimdeki susuzluğu unutabilmek için bir projeye, bir yazboz tahtasına dönüştürürüm kendimi. Her yerde ve herkesle olmak için kendimi boşlukta bir yerde yeniden yaratmaya çalışırım. Herkesle ve her yerde olmak için, her yere bir an önce yetişmek için kendime, bana ait olmayan bir kalp, bir yüz alıp kimsenin bilmediği, uğramadığı bir boşluğa yerleşirim. Ve o boşlukta hızlandıkça geciktiğim, çırpındıkça yitirdiğim her şey bana aşksız geçen yıllarımı hatırlatır. Bana Tanrı’sız ömrümü, bana  yüzümden yoksun yaşadığım anlarımı hatırlatır. Böyle zamanlarda defalarca çiğneyip geçerim kendimi. Verdiğim sözleri, ettiğim yeminleri… Atarım kendimi herkesin ortasına bütün gizlerimle birlikte. Güvenmediğim hayatı ve zamanı yanıma alarak, gizlediğim ne varsa ortaya dökerek, öç alırcasına kendimden, dökerim her şeyi ortaya. Küçücük bir gece için… Herkesin kendisinden kurtulmak için kışkırttığı kimsesiz ve yurtsuz bir zaman için…

Bunları bilince, bunları hissederek yaşayınca kimseye kızamıyor insan. Öfke dönüp dolaşıyor geliyor, yine içte patlıyor. İçimde patlıyor… Kime kızıp, kimi lanetlesem en sonunda onu içimde buluyorum. Suçladığım herkeste biraz ben varım. Kimi yargılasam elimde kanı var. Kime bağlansam, onda haksızlık ettiğim ömrüm, susuz bıraktığım Tanrım var. Kime koşup sarılsam onda kolları bağlı erdemim var. Başkalarını yargıladıkça kendisini tutsak eden, başkalarını küçümsedikçe küçülen sevgim var.

Yalnızlığımı zehirlemek ve beni çağırdıkları oyuna katılmak için gittiğim geceleri çok iyi bilirim ben. Herkesi kıyasıya ve sonsuz şehvetle eleştirdiğim ve yargıladığım geceleri… En doğru ve en mükemmel benmişim gibi. Oysa ne yapsam o yurtsuz gecem, susuz bıraktığım aşkım beni hiç unutmaz. Sorar hesabını… Kimlerdi? diye sorar o kanayan yüz bana, kimdi bütün gece onca yaşadıkların? İtildiğim ve sığındığım yüzümden tek bir yanıt çıkar, tek bir ses… O ses der ki, hepsi sensin, bütün gece yargıladıkların aslında sensin… Bilirsin ki, o ıssız gecede bunu sana söyleyen senin sesindir. Sahibini ancak bu ıssız gecede bulmuştur. Ne kadar inkar etsen de o senin sesindir. İçinde soluksuz bıraktığın Tanrı’nın sesi, içinde öyle kimsesiz, öyle kanlar içinde bıraktığın sahipsiz yüzünün sesidir. Ne olur sus ve öfkelenme. Boyun eğ bu sese… Kabullen onu… Bir kez olsun kulak ver ona… Bir kez olsun duymaya çalış, yüzün Tanrı’nla ne konuşuyor diye… Kulak ver onlara, neleri yitirdiğini, neleri sonsuza dek kaybettiğini bir kez olsun onların ağzından duy. Yüzünden akan kanı bir kez olsun öp… Sadece gözyaşı değil onlar. Yıllardır kan akıyor gözlerinden; dokun onlara, dokun kendi kanına… Yitirdiğin ve özlemini çektiğin her şeyi kendi kanında bulacaksın. Dokun kanına, öp onu. Orada bütün yargıladıkların var. Orada reddettiğin bütün ömrün var. Bu hayattan tiksinip lanetlediğin ne varsa hepsi kanında saklı. Hepsi sende saklı.

Bütün sevdiklerin şimdi çok uzakta, korkma, kızma onlara… Gözünden akan kanları hisset sadece. Öp onları. Sevdiklerin orada. Seni terk edip ihmal edenler, seni bir türlü anlamak istemeyenler, seni yargılayıp dışarıda bırakanlar orada… Orada, seni deliler gibi sevseler de senin içine bir türlü giremeyenler… Kendi kanında gizli, ömrünü ve sevgini yitirişin… Kanında, o ziyan ettiğin hayatın… Kanında, ziyan ettiğin aşkın… Yüzüne yaptığın bütün haksızlıklar… Hepsi gözünden akan o kanda gizli…

Ne olur bir kez olsun kendi kanını korkusuzca ve sen olarak öp. Ne olur, bir kez olsun onca insana dağıttığım kendini geriye çağır. Ne olur, bir kez olsun kendini kendi kanını öpmeye çağır. Ne olur, bir kez olsun anla, ömründen daha uzağa gidemezsin… Onca yıl susuz bıraktığın Tanrı’ndan daha uzağa gidemezsin… Ne olur anla, onca yıl kimsesiz bıraktığın yüzünden daha uzağa gidemezsin… Kendini yok sayarak hiçbir yere gidemezsin…

Anladım, kendi kanımı öptüğümde bütün bu dünya tepeden tırnağa sevgi… Kendi kanımı öptüğümde, sevgiye tepeden tırnağa aç dokunduğum herkes, her insan, bu dünyayla birlikte… Kendimle ve bu hayatla birlikte… Kime dokunsam yüzünden uzak; kime dokunsam susuz Tanrı’sına… Kime dokunsam, o eski, o asıl yüzünü özlüyor… Kime dokunsam o kanayan, o kimsesiz ömrünü özlüyor…

Yaşamak ne ki, hem kendini, hem sevdiklerini durmaksızın kimsesiz bırakmak değil mi?.. Yaşamak, yeryüzünü onca yemine rağmen ortada bırakmak değil mi?.. Yaşamak, her gittiğin yerde bıraktığın yüzlerini kanayarak özlemek değil mi?... Yaşamak, o susuz, o kimsesiz bıraktığın Tanrı’ndan durmaksızın ve boşuna özür dilemek değil mi?..

Yaşamak, içindeki o sonsuz ve tesellisiz acının tesellisini bu hayatta aramak değil mi?..

Bu hayatın ne yenilgisi teselli etti beni. Ne zaman ki, kazandım, kurtuldum, desem o zaman daha derin bir boşluk açıldı önüme. Bu hayatın kurallarıyla ne zaman çıksam yola kazandıkça kaybettim. Yükseldikçe alçaldım. Ne aklımdan kurtuldum, ne delirdim… Aklıma sımsıkı sarıldığım günlerde delirmiş ve kurtulmuş insanların resimlerine bakıp iç geçirdim. Bu dünyada, bu kıyıda kalıp onu hep uzaktan özledim. Bu dünyaya hiçbir zaman ait değilken, onun herkesten çok savunucusu oldum.

Ait olduğum yeri seçemediğim için kimi sevsem mahvoldu; kimi sevsem ömrüm mahvoldu… Kime dokunsam kirlendi… Kim bana dokunsa kendini yitirdi. İçimdeki erdem öylesine soluksuz kalmıştı ki, ne zaman aşkın bir güzellik görsem kaybettiklerim geliyor aklıma…

Ne zaman kalbime rağmen bir gece yaşasam anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış geliyor içimden…

Ne zaman beni bana hissettiren birine sarılsam, çok uzaktan, çok eski bir duygu bana rağmen, bana inat yanımdan geçip gidiyor… Kimi sevsem hiç olmadığı kadar yalnızlaşıyor…

Kimi sevsem o yanlış hayatım gizlendiği yerden çıkıp geliyor…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi