Bir şirket bir başkasına nasıl âşık olabilir?

Artık tek bir şey onun paniğe kapılmasına neden olabilirdi: Şirketinin zarar etmeye başlaması ya da iflas etmesi…

Parasını çıkartırken cüzdanındaki rengârenk bankamatik, indirim ve kredi kartlarını özenli bir şekilde dizmiş olduğunu bir kez daha gördü. Bu görüntü bir anda hoşuna gitti. Kendini güvencede hissetti. Kendini korumaya almıştı epeydir. Kendisini korurken serüvenden kopmamıştı ama serüvenini giderek artan parasıyla ve güvenceleriyle başından beri düzenliyor ve sıkı bir kontrol altına alıyordu.

Kardeşinin ve annesinin fotoğrafı bu rengârenk kartların arkasında kalmıştı. Onları yerlerinden çıkardı ve kredi kartlarının önüne yerleştirdi. Ama bu defa fotoğraflar çok tuhaf görünüyordu; olmamıştı. Tekrar fotoğrafları kartların arkasına yerleştirdi. İçinden bir sıkıntı dalgası geçti. Parmaklarıyla saçlarını taradı. Saçları parmaklarına bakımlı ve dolgun gelmişti. Sonra paltosunu, ceketini, ayakkabılarını düşündü. Hepsi istediği kalitedeydi, hepsinde renk uyumu vardı. Özellikle çoraplarının renk uyumunu düşündü. Daha da rahatladı. Çoraplar önemliydi.

Hatta külotun bile yumuşaklığı ve rengi önemliydi. O gün ne renk külot giydiğini düşündü. Tamamdı o da. Çok değil, üç beş yıl öncesine kadar giysilerin içinde mutlaka biri; eski, yırtık, sökük, uygun olmayan renkte ya da yıkanmamış olurdu. O günler geride kalmıştı.

Artık o günlere dönmek yoktu. Ayağını yere sağlam basacaktı. Savrulmak yoktu. Telefon defterini açtı. Şöyle bir göz gezdirdi. Çevresi hızla gelişiyordu. Birçok önemli mevkide samimi dostları olmuştu. "Samimi," dedi kendi kendine, "pek değil," dedi sonra. "Yakın dostlar" diyelim diye düzeltti!..

Artık eğlencesini, hazlarını eskisi gibi ertelemeyecekti. Güdülerini doyuracaktı. Bugünleri çok beklemişti, o kötü lokantalarda yenen yemekleri, o kötü meyhanelerde içtiği sıradan içkileri düşündü. Hayat bir armağandı ve bu armağanın karşılığını vermeliydi.

Bütün bu harcamaları için de sağlam yatırımlar yapmalıydı. Borsada para kazanmanın yollarını öğrenmiş, döviz biriktirmeye başlamıştı. "O yoksulluk günlerine bir daha dönmek yok," dedi yeniden. İçinde isyana benzer bir duygu uyanmıştı. Ve biraz da öfke, biraz da nefret. Neden o kadar uzun sürmüştü o yoksulluk yılları, o düşkünlük günleri sanki? Ne çok şeyi ertelemişti, ne çok şeyi ıskalamıştı. Kendisine karşı sorumluydu artık.

Şüphesiz farkındaydı, o "yakın dostum" dediği önemli mevkilerdeki insanları birer araç, birer müşteri, birer fırsat ve zenginlik potansiyeli gibi gördüğünün. Bundan o kadar da çok rahatsız olmuyordu şu an. Onlar da kendisini öyle görüyorlardı nasıl olsa. Bu sahtelikti şüphesiz ama ne olursa olsun, yoksul düşmekten, güvencesiz kalmaktan yine de iyiydi bu sahtelik! Hem bilerek yaşıyordu bütün bunları.

Son günlerde artık her şeyi ölçüyor ve birbiriyle kıyaslıyordu. Ama her şeyi; ilgiyi, sevgiyi, saygıyı, özeni, özensizliği, emeği, arayıp sormayı, hatırlamayı, unutmayı… "Ne alırsam o kadar veririm," diye düşündü. "Yok artık öyle eskisi gibi kendini adamalar, insanların peşlerinden koşturmalar, öyle kuru kuruya sevmeler," dedi sonra soluk bir öfkeyle.

Gücünü ve olanaklarını artırmalıydı, o kadar. Maddi ve fiziki gücünü. Sayılar önemliydi artık hayatında. Şu aralar en çok gazetelerin magazin sayfalarındaki anketlere bakıyordu. Haftada kaç kez sevişmeliydi mesela? İki mi, üç mü? Normali bunlarsa, o, dörde, beşe bile çıkmalıydı. Çok sevişmeli, çok kazanmalı, çok tüketmeliydi…

İşte tam bu anda kendisini bir şirket gibi düşündü. Hızla büyüyen, kalkınma planlarını yapmış, açık vermeyen, geleceği parlak bir şirket. Bu şirketin hem sahibi hem halkla ilişkiler müdürü hem muhasebecisi hem de müşterisiydi o. Her şeyinden sorumluydu, nimetleri de kendisinindi. Bu şirket geçmiş yılların acısını çıkartmak için en kısa zamanda en çok yararı sağlamalıydı hiç şüphesiz.

"Her şey iyi giderken, şu aralar bir de âşık olsam, ne iyi olur," diye düşündü sonra da. "Âşık olmayı çok istiyorum," dedi birden. İstiyor muydu gerçekten? İstiyordu, ama olamayacağını da biliyordu! Kendisini ne kadar kandırabilirdi ki? O yeteneğinin çoktan köreldiğini hissediyordu:

Bir başkası için kendini feda etme, bir başkası için kendisini riske atma, her şeyini sonunda bir düş olan bir duygu için harcama yeteneğini çoktan yitirmişti çünkü…

Çünkü o bir fabrika, bir şirketti artık! Bir şirket nasıl bir başkası için kendisini feda eder, kendisini bir başka birine bırakırdı? Üstelik sonunda bitecek, bir düş olacak o tuhaf duygu için paniğe kapılması gerektiğini düşündü bunları aklından geçirdikten sonra. Ağır sonuçlardı bunlar.

Bir nevi tükenişti. Ancak paniğe de kapılmadı. Tuhaftı, bunları düşünürken bile içinde yaprak kımıldamıyordu. İçi ölmüştü! Dünyadan çok korkmuş, korktuğu için kendisini güvence altına almak istemiş, bunu başaramamış ama güvenceye alırken de ruhunu öldürmüştü. "Ne yaptım ben kendime?" dedi, bir an. "Nasıl bu hâle geldim?" Yoo, yine panik duymuyordu aklının vardığı bu sonuçlardan! Artık tek bir şey onun paniğe kapılmasına neden olabilirdi: Şirketinin zarar etmeye başlaması ya da iflas etmesi…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cezmi Ersoz Arşivi