Tüm dillere açık bir dünyanın masalı: Kırmızı’nın Mirası

Tüm dillere açık bir dünyanın masalı: Kırmızı’nın Mirası
Akademisyen Sezai Ozan Zeybek’in kitabı dünyanın dilinin bir olduğu zamanlardan sesleniyor ve evine dönebilmek için cesaretle mücadele eden Kırmızı’nın hikayesini anlatıyor.

Aynur TEKİN

ARTI GERÇEK - İnsan ve insan olmayan kolektifler, mantarlar, ağaçlar, tarım politikaları ve iklim değişikliği üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan akademisyen Sezai Ozan Zeybek, bu sefer karşımıza bir masalla çıkıyor. Kolektif bir yaşam düşüncesi üzerine dönen bir dünyayı tarif eden "Kırmızı’nın Mirası", Zeybek’in ilk masal kitabı.

Masalın başkahramanı Kırmızı, arıların bir kaz kedilerinse bir inek kadar büyük olduğu bir adada yaşıyor. Hiçbir canlının birbirine benzemediği adada müşterek olan tek şey söz. Tüm canlıların birbirini anladığı ve bir arada yaşadığı adayı bir gün alevler sarıyor ve Kırmızı, yazarın deyişiyle "bildiği tek dünyayı" terk etmek zorunda kalıyor. Kitap okuru, Kırmızı’nın adasına dönebilmek için yaptığı cesaret dolu yolculuğa çağırıyor. "Masallar hayal ettirir, deney yaptırır, sihirlidir, akıl doludur; ama aklın sınırını tanımaz" diyen Zeybek, Kırmızı’nın Mirası’nı Artı Gerçek’e anlattı.  

- Öncelikle masallarla ilişkinizle başlayalım. Ne zamandır masal okuyorsunuz?

Çocukken çok masal okurdum. Aynı masalı tekrar tekrar okurdum hattâ. Hasan Latif Sarıyüce’nin Keloğlan serisini çok severdim. Ancak yıllar içinde uzaklaştım. Masalların kusurları gözüme batmaya başladı. Kurtların hep kötü olması; cadılar, prensesler, orantısız intikamlar, zenginliğin havadan gelmesi... Sonra anladım ki masallar böyle olmak zorunda değil. Başka türlü pek çok masal anlatılagelmiş. Ancak derdim, "demek ki neymiş, uslu olmak gerekirmiş" diye biten, ıslaha yönelik mesajlı masallar anlatalım demek de değil. Masallar macera dolu olabilir: Hayal ettirir, deney yaptırır, olmayacak olanı oldurur, görünmeyeni gösterir, görülenden şüphe ettirir. Sihirlidir, akıl doludur; ama aklın sınırını tanımaz. Temel bazı temaları işler: Büyümek, adalet, dostluk, dayanışma, sabır ve hattâ ölüm gibi… Bu meseleleri bir sonraki nesle aktarmanın oldukça zarif yollarından birine dönüşebilir. Yeter ki masalları hijyenik anlatılar hâline getirip olaysız, kuru, hep doğrulardan ibaret bir evrene çevirmeyelim. Özetle şunu demek istiyorum: Prenseslerin evlilik düşlerinden çıkamadığı masallardan uzaklaşırken sanıyorum başka ihtimallerin olabileceğini ıskalamışım. Masal dünyasına yeniden girince önümde başka kapılar açıldı.

- Kırmızı’nın Mirası ilk olarak nasıl ortaya çıktı? Birçok mecrada yazılarınız var; fakat masal daha farklı bir tür. Masal yazmaya nasıl karar verdiniz?

Çocuğum oldu. İki tane (Azade ve Aziz). Beraber kitap okuyorduk; ancak masallardan en başta uzak duruyordum. Ardından Judith Lieberman’ı bir vesileyle dinlemeye gittim. Buradan kendisine teşekkür etmek isterim; zira kendisini 3 saat dinledikten sonra kafamdaki pek çok soruya yanıt buldum. "Masallar değiştirilebilir" dedi mesela. Kırmızı Başlıklı Kız’ı anlattı, o zamana kadar hiç sevemediğim masallardan biriydi. Kızı gene bir erkek figürü (avcı) gelip kurtarıyor, beraber kurdun karnına taş dolduruyorlardı. O, öyle anlatmadı. Masalın ana temasını kadın dayanışması olarak kurguladı. Masalın sonunda kız, kaçarken karşılaştığı kadınların yardımıyla nehirden geçip kurttan kurtuluyordu. Bu bir büyüme masalıydı. Kırmızı Başlıklı Kız, annesinin sözünden çıkıp "yoldan sapınca" dünyayla tanışmış, ninenin kılığına girmiş kurdun yanına yatınca onun kurt olduğunu fark etmişti. Sonra da kadınların elvermesiyle nehrin öte yanına geçmişti. Her masalı bu gözle yeniden değerlendirmeye başladım. Sonra kendim de yazmaya koyuldum. Kadınların (evlenmek dışında) işler yapabildiği, adaletin kırılgan olduğu ve tesisi için mücadele gereken dünyalar kurdum. Kırmızı’nın Mirası işte bu süreçte ortaya çıktı. Derslerimde insan ve insan olmayan kolektifleri, mantarları, ağaçları, tarım politikalarını, tarımın nasıl finanse edildiğini ve iklim değişikliğini anlatıyorum. Bu hususları büyüklere yönelik olarak başka mecralarda yazıp anlatabiliyorum. Fakat çocuklara bu konuları nasıl anlatabilirim diye oturdum, ayrıca kafa yordum. Kitabın çıkış noktası bu.   

- Kitap, farklı diller konuşan fakat birbirlerini anlayabilen canlıların yaşadığı bir dünyayı anlatıyor. Aslında "Türcü olmayan bir masal nasıl yazılabilir?" sorusuna da bir yanıt gibi. Kitabın önsözünde buna dikkat çekiyorsunuz. Bu niçin önemli?

Şu son yüzyılda dört akım dünyayı nasıl algıladığımızı köklü şekilde değiştirdi diye düşünüyorum. Önem sırasına göre dizmeden; işçi hareketleri, feminist/queer teori, post-kolonyalizm ve ekolojik mücadele. Bugün ne yazık ki hâlâ var olan yaygın kanının aksine, bu akımların ufku "kadını, ağacı koruyalım" ile sınırlı değil. Aslında her birinde benzer bir müdahale var. Anlatılagelen tarihi, kuramsal çerçeveyi, varsayımları, normatif düzenleri, kurumları başka aktörlerin gözünden bakarak sorgulamak ve gerekirse tasfiye etmek mümkün mü? Yani mesela kadın sesleriyle dolu bir Osmanlı tarihi neye benzerdi? Gelişme ve büyümenin bedelini kimler ödedi? Modernliğin Avrupa’dan ibaret olmayan kolonyal tarihi nasıl anlatılabilir? Yahut diğer canlıları gözeterek kullandığımız bazı kavramların kör noktalarını (insan hakkı, demokrasi, ilerleme…) nasıl sorgulayabiliriz? Bu meseleleri, yetişkinliğe kadar beklemeden başka usûllerle konuşabiliyor olmamız gerekiyor. Sanıyorum kitabın düşünsel arka planı bu.

"BAZI UNSURLARI AZADE’YLE OLUŞTURDUK"

- Masalın online formunda yer alan çizimler kızınız Azade’ye ait diye biliyorum. Azade masalı nasıl buldu, çizimleri aynı gün mü yaptı?

Masalı okumadan önce anlattım. Çoğu masalı anlatıyorum zaten. Masallar, malûm, daha ziyade sözlü geleneğin ürünü. Sözün başka türlü bir gücü var. Bir kere katılımcı olmaya namzet. Anlatma sürecinde masalın bazı unsurlarını Azade ile beraber oluşturduk (O sıra Aziz henüz çok küçüktü). Misal atları… Böylelikle masalı sahiplenmiş de oldu. Olayların üstüne konuşmak, belirli sahnelerin yahut duyguların resmini yapmak ya da oyun kurup canlandırmak inanılmaz bir muhabbet ortaya çıkarıyor. Şu aralar Aziz de katıldı, odadan odaya koşarak masalları oynuyoruz. Yazmak, bu sürecin yan uğraşı gibi oldu. Kitabın iç kapağında Azade’nin çizimlerinden biri var. En sondaki ağlama sahnesi… Defalarca dinledikten sonra çizdi. Kitabın olmazsa olmazıydı sanırım.

YAYINEVLERİ, İMZACI DİYE BASMAK İSTEMEDİ

- Kitabın illüstrasyonları da oldukça dikkat çekici. Bu süreçte çizerle nasıl bir iletişiminiz oldu? Çizer, Azade’nin çizimlerine de baktı mı?

Bir kitap çıkarmak oldukça kolektif bir iş hakikaten. Bu da öyle. Kurgu aşamasını anlattım. Ardından imzacı bir akademisyenin masal kitabını dahi basmaktan endişe eden yayınevlerinden sonuç alamayınca, kayınvalidem Nurten Ceceli Alkan bir yayınevi kurup işin editörlüğünü üstlendi. Masalın görsellerini çizen Esra Uygun’u da o buldu. Azade’nin resimlerine baktı; ama ne kadar etkilendi bilmiyorum.

Ben çizimlere hayran kaldım. Kendim çöp adam dahi çizemeyen biriyim ne yazık ki… İşi onlara teslim ettim. Biraz dışarda kalıp masalın başka bir şekle gelmesini seyretmek; başka insanların emeğine, katkısına açmak açıkçası çok keyifli oldu. Galiba masalın ruhuna uygun olan da buydu.

- Kitaba ulaşmak isteyenler ne yapmalı?

Masalı büyük kitapçılarda -en azından şimdilik- bulmak mümkün değil. Yalnızca internetten ısmarlanabiliyor. Ücretsiz olarak şuradan da okuyabilirsiniz; ama o zaman Esra Uygun’un harika çizimlerini göremezsiniz. http://ozanoyunbozan.blogspot.com.tr/2015/07/krmznn-miras-bir-masal.html

Öne Çıkanlar