Festivallerde sansürlenen Bakur Ağır Ceza Mahkemesi'nde

Festivallerde sansürlenen Bakur Ağır Ceza Mahkemesi'nde
Bakur filmi: Gezi Parkı'nda karar verildi, PKK kamplarında çekildi, festivallerde yasaklandı, şimdi Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanıyor.

Fatma YÖRÜR


ARTI GERÇEK - Çayan Demirel, 2015 yılında festivallerden sansürlenerek çıkarılan Bakur filmiyle bu kez hakim karşısında. Bu filmle Türkiye’de ilk kez bir sinema eseri ağır ceza davası ile karşı karşıya bırakıldı. 2013 yılında barış ve çözüm süreci devam ederken kamplarda çekilen Bakur adlı belgesel filmin yönetmenleri Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu’na 'terör propagandası yapmak' suçlamasıyla dava açıldı.

Belgesel sinemacılar, "Yalnızca evrensel hukuka değil, Türkiye’nin yazılı yasalarına, AİHM kararlarına da uymayan bu haksız yargılamada, ifade özgürlüğünün bir kez daha çiğnenmesine, sanatın, sinemanın karartılmasına karşıyız diyerek Perşembe sabahı yapılacak yargılama öncesi destek çağrısında bulundu. Duruşma Çağlayan Adliyesi 23. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek.

Festival salonlarından çıkarılıp adliye koridorlarına taşınan belgeselin sansüre uğraması ardından 2015 yılında Ertuğrul Mavioğlu ile sıcağı sıcağına yaptığım söyleşiyi, duruşma öncesi Artı Gerçek'te paylaşıyoruz.

BAKUR, SANSÜR VE ERTUĞRUL MAVİOĞLU

Belgesel film yaşadığımız dünyanın gerçekliğidir. Yaşamın gerçekliği kimi zaman mutluluk kimi zaman acı barındırır. Sanatçılar çoğu zaman yaşamın bu karanlık tarafına bakarlar. Toplumsal olandan beslenir, toplumun acılarını yüzyıllara taşırlar. Sadece yaşamın ışıltılarına bakarak ya da üç maymunu oynayarak kalıcı eserler verilemez. Elbette dünyanın sorunlu noktalarına bakan her eser de başarılıdır anlamına gelmez bu. Ancak bu sorunlu noktalara bakmak genellikle kriz yaratır. Görülmeyenin, perde arkasında kalanın tehlikesi daha az hissedilir. Odada korktuğumuz bir nesnenin üzerini görmemek için örtmemiz gibi...

Ertuğrul Mavioğlu ve Çayan Demirel, bundan 2013 yılında Türkiye’nin en büyük yarasını açmaya Gezi Parkı’nda karar verdiler. 21 Mart 2013 Newroz’unda Abdullah Öcalan’ın mektubunun okunmasıyla başlayan Çözüm Süreci ve akabindeki geri çekilme, gazeteci Mavioğlu’nu bu sürecin peşine düşmeye iter. "Dağ" kavramı bazı ülkelerde outdoor ve doğa sporları çağrıştırırken Türkiye’de devlete karşı bir mücadelenin alanıdır. Bu mücadele ve savaş alanları olan kampların son döneminde kamerasını oradaki hayata çeviren iki yönetmen, çekimleri dört aya yayılan belgesel için fiili olarak 45 gün kamplarda kaldılar. Maddi manevi hiçbir yardım ya da destek almamalarının sebebini Mavioğlu, para ilişkisinin girdiği noktada başlayan yönetme ve yönlendirme gerçekliğine bağlıyor.

Ertuğrul Mavioğlu: "Bunun finansmanı ve gelişimi aşamasında fonlara ya da hiçbir desteğe müracaat etmedik. Kendi yağımızda kavrulmayı tercih ettik. Muhtemelen finansmanı bazı Kürt çevrelerinden sağlayabilirdik fakat aynı zamanda başımıza patron tayin etmek manasına gelirdi. Biz filmin bağımsızlığını korumak amacıyla herhangi bir yerden para yardımı da almadık. Bizim tek yaptığımız şey, her şeyi en asgari de tutmak oldu. Sadece bizim için filmin kaliteli bir film olması esastı. Bunun için ekipman konusunda herhangi bir kısıtlamaya gitmedik ama kendi yol hikayelerimiz gidişlerimiz gelişlerimiz otel konaklamalarımızı en asgaride tuttuk. Kendimize 5 yıldızlı bir pozisyon vermedik, kendimizden verdik."

‘BİZİ KESMEYECEKLERİNİ BİLSEM IŞİD KAMPLARINA DA GİDERDİM’

Zorlu bir coğrafyada zorlu bir işe kalkışan yönetmene kamp izin konusunu soruyorum.

Ertuğrul Mavioğlu: "Kamp yetkilileriyle iki konu üzerinde anlaştık. Biz onları güvenliği tehlikeye düşürecek hareketlerden kaçınacağız. Onlar da bizim bağımsızlığımıza saygı duyacaklardı. Biz orada kesin olarak söyledik, biz ön denetim ve işte "Şurası olmamış burayı düzeltin" gibi bir yaklaşıma razı olmayacağız. Tamamen yönetmenlerin bakış açısına göre olacak her şey. Onlar da bunu kabul ettiler prensip olarak hala da filmi hiçbiri görmüş değil."

Mavioğlu röportajda gazeteciliğin ve sanatın sorunlu noktalarda dolaşmak olduğunu belirterek ekliyor: "Bizi kesmeyeceklerini bilsem IŞİD Kamplarına da giderim."

Mavioğlu bu savunmayı yapıyor çünkü kıyamet filmin gösterimi noktasında koptu. Türkiye Sinema Tarihi’nin yabancısı olmadığı ‘sansür’ kavramı devreye girdi. Üstelik bu sansür yan yollar denenerek, endirekt yollarla yapıldı. İstanbul Film Festivali’ne ucu ucuna yetiştirilen belgesel, ‘belge eksikliği’ gerekçe gösterilerek festival kapsamından çıkarılmaya çalışıldı.

‘BİZİM DERDİMİZ VARDI O DERDİMİZİN GEREĞİNİ YAPTIK’

Ertuğrul Mavioğlu: "Biz 1 Nisan’da Diyarbakır’da bir ön gösterim yapmayı düşünüyorduk, o galayı iptal etmek zorunda kaldık. Sonra festival filmimizi davet etti. Festivalin belgesellerden Eser İşletme Belgesi vb. gibi bir şey istemesi zorunlu bile değildi. Biz nihayetinde festivaldeki 12 Nisan gösterim gününe kendimizi hazırlamaya başladık ve sanatçılardan, milletvekillerinden, gazetecilerden oluşan çok sayıda davetlimiz olacaktı. Son güne kadar bu çabalarımız belli bir olgunluğa erişti, salon tamamen doluydu. Ben şu cümleye kızıyorum "Ayy reklamınızı yaptılar ne güzel oldu." değil bu film hiçbir reklamı yapılmadan salonu çat diye kapatmış bir filmdi. Bu anlamda toplumda karşılığı olduğu için zaten bu filmin göreceği bir ilgi vardı. Filmim sonuçta bu toplumun yarasına dokunan bir film, hem de yara tam da kanın fışkırdığı bir noktadan dokunan. Ne reklam peşindeyiz ne de bu reklama ihtiyacımız vardı. Bizim derdimiz vardı o derdimizin gereğini yaptık. Yoksa biraz deli olmak lazım yukarıda heronlar, kobralar dolaşırken sahada çekim yapmak için çaba sarf eden bir ekibiz biz. Burada çatışmada çıkabilirdi, olaylarda olabilirdi. Biz her şeyi göze alarak gittik çünkü hakikaten çok kırılgan bir süreç."

Ertuğrul Mavioğlu: İKSV artık bir dayatma karşısındaydı, ben İKSV ile görüşürken çok net olarak cezai yaptırımı ne ise ben o parayı ödeyeceğim dedim, çünkü artık iş bir sansürün üzerindeki gizli halin ortadan kaldırılmasıydı. Bunlar ‘hayır’ dediler ‘çünkü başka meseleler de var. Çok zor durumdayız’ dediler. Meğer tehdit telefonları almışlar doğrudan doğruya polisler gelir basar diye. Sonradan kendileri açıkladılar bunu bir basın toplantısında "Tehdit edildik" diye. Bize hissettirdiler bunu çünkü parayı veren insan belli cezayı yaptırıma evet diyen insanlar var o halde niye oynatılmadı?

‘KORKULAN SİNEMANIN ETKİ GÜCÜYDÜ’

Sansür bu, kağıtta durduğu gibi durmuyor. İstanbul Film Festivali’nin ardından Ankara Film Festivali’ne oradan Uçan Süpürge’ye oradan Engelsiz Film Festivali’ne, dağ Film Festivali’ne sıçrıyor.

Ertuğrul Mavioğlu: "Kültür Bakanlığı sadece Bakur değil herkes demek için festivallere bu yazıyı tekrar tekrar gönderdi, evet festival kültürünü, Kültür Bakanlığı mahvetti. Dinamitledi resmen çünkü bir sürü film var ki sadece ve sadece festivallerde gösterim imkanı bulabiliyor. Ve birçok film sadece bu festivallerde konulan ödüllerle hayatlarını sürdürebiliyor."

-Hasan Cemal’in de böyle bir deneyimi var. O da bazı kampları gezdi ve bir kitap çıkardı. Bu kitap yayımlandı. Burada Hasan Cemal isminin ağırlığı mı, yoksa sinema daha etkili bir araç olduğu için mi korkuldu?

Ertuğrul Mavioğlu: Bu filmin çok önemli bir ayrıcı özelliği var birincisi bu film ilk kez Türkiye’deki gerilla kamplarına giren bir profesyonel kameradır. Bunun zülfiyare dokunmaması düşünülemez. İkincisi ve daha önemlisi bu sinemanın etki gücü. Gösteriyorsun. Bir şeyi yazıyla tarif etmiyorsun gösteriyorsun, orada hayatlar var."

-Böyle bir durumu öngördünüz mü?

Ertuğrul Mavioğlu: "Yani hayır şaşırtıcı değil nasıl bir ülkede yaşadığımı çok iyi biliyorum ben buna şaşırmak çok çok saçma bir şey olur. Ben daha önce gazetecilik hayatımda da çok baskı gördüm, hapis yattım. Murat Karayılan’la röportaj yaptığım için yargılandım. Çayan’ın birçok filmi yasaklandı. Ama son günün son saatinde sinsice kurnazca bir dümeni de hazmedemedim. İnsan kendi üzerine bir oyun oynanınca bile karşıdakinin mert olmasını bekliyor. Sanki öyle değimli gibi yapıp da aslında yasak uygulamak falan bunu bile mertçe yapsınlar."

FESTİVAL YÖNETİMİ TEHDİT EDİLDİ

2015 yılında eser işletme belgesini bahanesiyle sansürlenen Bakur filmi bu sansüre takılan ilk film değil.

Ertuğrul Mavioğlu: Eser işletme belgesi ya da tescil belgesi diye koydukları denetim mekanizması doğrudan doğruya dünyanın çeşitli ülkelerinde filme dair yaş sınırlarının +18, pornografik vb. kategorik bir tescilleme durumu var. Seyirciye dönük bir tescilleme bu, filme dönük değil. Ve bizde bunu getirip öyleymiş gibi önümüze koyuyorlar o anlamda Çayan Demirel’in Dersim 32 filmi çok çarpıcı. Demirel, Dersim’in DVD’sini çıkarma, sinema salonlarına sokmak için eser işletmesine başvurdu ve kurula girdi bundan tam 7 yıl önce, o kurul bunu yasak diyerek yasaklamadı "belgesel değil" diyerek yasakladı. Üstelik bir bilirkişi raporu da yayınladılar çok komik bir şekilde. Türkiye’deki akademi ne işe yarar diye soracak olursanız, zorbanın şahididir. Yani her taraf çok kötüde akademi sütten çıkmış ak kaşık mı? Daha sonra Çayan üst kurula müracaat etti. Üst kurulun içerisinde zaten daha kötü adamlar vardı, emniyetçiler MİT’çiler falan. Onlar yasakladılar. Sonuçta Danıştay’a dava açtık ve Danıştay’da dava 7 yıldır sürüyor bir filmin gösterilip gösterilmeyeceğini Danıştay 7 yıldır oyalıyor, hâkimler destan yazdılar. Eser işletme belgesi denilen şey rahatsız oldukları filmi yok etmeye yarayan bir silah. Yeri geldiğinde ortaya çıkıyor. Kimisine hemen veriliyor kimisi yıllarca süründürülüyor. Sansür mekanizmasının gizli silahı olmuş. Bu anlamda bir Demokles kılıcı tepede sallanıyor. Festivaller bunu dikkate almıyorlar yabancı filmler için zaten bir kısıtlama yok festivalin sorumluluğunda ve festivallerde aslında kötü bir duruş sergilemekteler aslında. İKSV çok net olarak dedi ki bu filmlerin sorumluluğu bize bırakılsın, herhangi bir sıkıntı varsa biz muhatap olalım bununla yani gösterimi engellemek değil buna rağmen ama tehdit edilmiş adamlar, yasaksa yasak yürüyor gidiyor."

Gelişmiş ülkelerde durum nasıl, diyorum Mavioğlu’na, Berivan filmini örnek gösteriyor: "Avrupa’da da bir takım mahfiller çalışıyor bu konu üzerine. Mesela bir arkadaş Berivan filmiyle ilgili bir uluslararası festivalde doğrudan doğruya konsolosluğun Türk Konsolosluğu’nu devrede olduğunu ve yasaklattıklarını söyledi. Ama orada bu tip işler çok daha ustaca çok daha usturuplu yapılıyor. Hani Avrupa deyince ohh miss gibi oksijen kaynıyor her taraf değil orada da karbondioksit var."

"Çözümü ne? Nasıl izleyeceğiz filmi?" sorumuza Yönetmen: "En kötü sosyal medya yoluyla" diyor ve ekliyor "Macera olsun diye çekmedik bu filmi neticede. ‘Ya bir yol açarız ya bir yol buluruz’ der Kartaca’lı komutan."

‘YALNIZ DA KALABİLİRDİK AMA YALNIZ KALMAK İYİ BİR ŞEY DEĞİL’

-Festivalden çekilen diğer filmlerin yönetmenleriyle oturup konuşmuşunuzdur, orada ki fikir alışverişlerinize dair bir şeyler eklemek ister misiniz?

Ertuğrul Mavioğlu: "Yani şu çok açıktı, bu defa Bakur’un arkasında durulmazsa bizi, sinemayı ezip geçecekleri çok açıktı. Geldiler ve çok hızlı bir şekilde bu refleksi gösterdiler. Ben bu arkadaşların bu ahlaki duruşu karşısında çok mutluyum. Yalnızda kalabilirdik ha yalnız kalsak bir şey mi olurdu? Olmazdı belki ama yalnız kalmak iyi bir şey değil. Hiç kimse hükümetten gelen kara propagandaya prim vermedi. Onların saldırılarına karşı duruşlarından taviz vermedi. Yarın bir gün Kültür Bakanlığı’ndan fon alırız belki diye düşünmedi. Bunlara belgeselciler açısından çok kritik kararlar. Ve bu kararların çok hızlı bir şekilde alınmış olması kim bilir içinde ne hikayeler barındırıyor. Keşke oturulsa bunlar konuşulsa herkes kendi sansür hikâyesini içini dökerek, çünkü gizli hikayeler de var. Bir forum yapılsa herkes anlatsa biz de oturup sansür başlığı altında bir kitap yapsak bütün bu hikâyelerden yola çıkarak."

"Seyircisine söylediği sözlerden yalnızca sanatçı sorumludur. Özgürlüğün kullanma talimatı budur. Bazen sanatçı izleyicisine duymak istemediği şeyleri de söylemek zorunda kalır. Sanatçı bir anlamda iki yönlü bir özgürlüğe ihtiyacı vardır. Hem iktidar karşısında özgür olmalı, hem de izleyici karşısında…

Sinemada sanatsal özgürlüğün yeri sizin bu özgürlüğü keşfettiğiniz her yerde." Andrzej Wajda

Öne Çıkanlar